• Kurdî
  • Türkçe

  

YJA STAR

ANA SAYFA / MAKELE

 

  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa
  3. ÖNCÜLERİMİZ

YAŞAMI NARİNLİĞİYLE ZİNDE TUTAN BİR KADIN

Yazmak, gönlümüzle aramızda ki mesafeyi kapatma adına büyük bir girişimdir. Beynin sadece düşündüğünü söyleyen yalan bilimsel verilere karşı, duygu ve düşüncenin çarpışmasını meydanı olan kalbin ürettiği fikirlerin kaleminin hareketliliğini ifade eder yazmak.  Yazı; kelimeleri dizme sanatı olsa da özgürlük savaşçılarında yaşamı tarihe geçirme, yeni özgür yaşamı tarih adına kayıt altına almaktır. Kürdistan’ın birçok kahramanını, dağların eteklerinde yeni yaşamı kurmaya kendini adayan sosyalistlerini, devrimcilerini günlükleri üzerinden tanıdık, tanıttık. Belki de dağların özgür patikalarında hiç karşılaşmadığımız Özgürlük Hareketi’nin şehitlerinden olan Şehid Aryana Baran’ ı da o zaman tanıdım. Bir günceyi okudukça daha da onu yaşamsal kılacağının görüşüne varırsın.  Şehid Aryana Baran da yaşadıklarını nasıl kaleme alacağının sorgusuyla meşgul ediyordu fikir ve duygularını. Ve şunları bırakmıştı ardında;  “PKK yaşamından önce, yaşadığım, ama asla anlam derinliğini yakalayamayacağım önemine varamayacağım bir yaşamı yaşadım. Fakat bu 20 yıllık PKK yaşamım boyunca yaşadıklarımın hiçbir şeyi hiçbir anı değersiz ve anlamsız değildi. Değersiz dediklerimin bile mutlaka bir anlamı olmuştu. Çünkü onlardan da bir şeyler öğrenmiş ve ulaştığım anlamlar olmuştu. İnanıyorum ki Bilinçli yaşanılan anlamlıdır. Bunun içinde hata, eksiklik yetersizlikler olmuş olsa bile kazandırdığı çok şey olmuştur. İyide bunca değeri yüksek, bunca anlamı büyük yaşanmışlıkları nasıl ölümsüzleştirip yaşatacağım. Ben nasılda bunca güzelliği yaşamış olduğumu anlatacağım. Nasıl inandıracağım insanları bu dağlarda altın değerinde bir hazinenin olduğuna. Az değil yaşadıklarım, bunca yaşanılanı anlatabilseydim diyorum. Tabi yaşadıklarım başkası için bir şey ifade etmeyebilir. Önemli olan benim yaşadıklarıma yüklediğim anlamdır. Yaşadıklarım…yaşadıklarım… yaşadıkları…” Peki ama kimdi Aryana Baran, nerede doğup, hangi topraklarda demlemişti yürek oluşumunu. Nerde, ne zaman ölümsüzlerin katıldığı o köprüden geçip kervana dahil olmuştu.  Gerilla Aryana Baran; ilk doğduğunda verilen ismiyle Yasemin Maç devrimciler için direnişin tohumlandığı ay olan Mayıs’ın on beşinde doğdu. Özgürlük felsefesinin ilk konfederalizm örneğinin verildiği, büyük devrimcilerin beşiğini sallayan Urfa nın Hilvan ilçesinde büyüdü.  Yurtsever bir ailede, devrimcilik kültürüyle büyüdü.  İşgalci, faşistlerin baskısı sonucu soğukluğun vatanı olan Rusya’ ya göç ederler. Yasemin adında ki genç kadın; buz gibi bir beyazlığın ülkesinde bile Orta doğu’ da ki sıcaklığın sarısını hissetti. 1999 yılında günümüzde ezilen birçok ulusun Önderliğini yapan Önder Apo’ nun esaret altına alınmasıyla Kürdistan dağlarına adım atmaya karar verir. Ve Kürdistan dağlarına gelir. Kürdistan dağlarını çok seven Yasemin, “Aryana” ismini seçer kendine. Arkadaşları sürekli onu; “Rus Aryana” olarak çağırırlar. Gerilla Aryana; dağlarda en çok yolu sever, yolları sever. Günlüğünden de yazdığı gibi; “Yollarla beraber değişecek, yollarla beraber yenileceğim” demişti.  Ve sonrasında yazdıkları da onun yolu, yolun getirdiği zorlukları, yolda ki oluşumu sevdiğini daha da kavradım. İşte şöyle yazmıştı. “Ne kadar anlatmaya çalışsam da hep eksik kalıyor. Bir türlü ifade edemiyorum yaşadıklarımı. Günler boyu geceler boyu yürüdüğüm yollar, bu yolların çıktığı noktalar, duraklar, yol boyu yaşanılanlar, yaşadığım duygular, düşünceler, kurduğum hayaller, düşler, yol koşullarının önüme çıkardığı zorluklar, bu zorlukları aştıktan sonra yaşadığım sevinçler ve yüce duygular. Yol sonrasında gerçekleşen anlamlı büyük buluşmalar. O anlarda yaşanan duygular, sarılmalar sımsıkı, sımsıcak kucaklaşmalar… Dolu dolu gözlerle bakan bakışlar sonrası sohbetler, özlem gidermeler, gülüşler, sevinçten dökülen pırlanta değerinde gözyaşı vs. vs. Nice yol teptiğimi bir ben bilirim, birde dili yok bu 38 numara ayakkabı giyen ayaklarım bilir. Her yola çıktığımda yaşadığım acı, buruk bir yürek ve döktüğüm gözyaşları ve her yolun sonunda büyük sevinç yaşadığım ve yüreğime sığmayan özlemler olmuş. Yollar anlatmakla bitmez. Her yol alışımda, beraberim de olan bir yoldaşım olsa da anlatsa o yollar boyu yaşanılanı. Ve yol aldıklarımla yeniden buluşsam. Ve daha nice yol kat edeceğimi biliyorum. Nice yolculuk ve bu yolculuklar boyu hala yaşayacağım onca şey ve onların bana kattığı yenilikler olacak. Yollarla beraber değişecek yollarla beraber yenileceğim. Her adımımızda yol uzuyor. Yol uzadıkça yeni yüzler, yeni tanışmalar, yeni güzellikler çıkar karşıma, yol uzadıkça geride kalanlarda çoğalır. Özlemler büyür, yürek büyür. Bu yolun sonu nereye varır bilemem. Evet yaşadıklarım, savaş, ölüm, yaşam. Bazen Ölüm korkusu, çoğunlukla yaşam aşkı, sonrasında gülüşler, yorgunluk, coşku, yağmurda ıslandığım anlar, karanlık geceler, köz başında en güzel anlar, yoldaş topluluğuyla yapılan sohbetler. Ateşte demlenen çay ve Amed tütününden sardığımız sigaralar sonra aç kaldığımız günler. En zor anlarda yanı başımda duran yoldaşın güç veren varlığı. Düşmanın çirkin suratı, gözümün doyamadığı mekanlar, bakışlarımın takılı kaldığı çiçekler, nefesimin karıştığı rüzgarlar her şey ve her şey. Hep yaşadıklarım ve hep geride kaldığını sandığım ama içimde saklı duran gerçekler. Ne çok şey yaşamışım, anlatamayacağım kadar.” Bir ömre kaç hayat sığar sizce? Gerilla, bir ömre onlarca hayat sığdırıyor. Ve Gerilla Aryana’ da kendi ömrüne çok hayat sığdırdı.  Yürüdü, yürüdükçe yeşil yollar keşfetti. Yeni yollar boyunca birçok savaşçının yüzünü yeniden tanıdı. Ve gittikçe daha da bağlandı yaşama. Ve 2021 yolunda bir yol sürecinde ölümsüzleşti. Şehit Aryana Baran, narinliği ile yaşamı hep zinde tuttu.   LALEŞ RÊNAS

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 11 Temmuz 2022
Görüntüleme: 154

BİR ÇİFT YÜREK; TEKOŞİN BOTAN

Bugün örgütteki ilk yılımı doldurdum. Aslında bugün yeniden bir yaşıma basmışım gibi hissediyorum. Yürümeyi, konuşmayı, gülmeyi, iyiyi, güzel olanı PKK’de öğrendim. En önemliside bu yaşamda anlamayı anlam vermeyi ve gerçekten yaşamayı öğrendim. İlk defa gerçek ve çıkarsız bir yoldaşlığın gizemine eşsiz maneviyatına burada eriştim. Hiç görmediği ve tanımadığı biri için canını feda edenlerin olduğunu ve kendinden bir parçaymış gibi koruduğuna, ilk defa PKK yaşamında tanık olup yaşadım. Bu yaşamda bir başkası için birşey yapmanın mutluluk ve huzuruna şahit oldum.  Adını bilmediğim, sesini duymadığım yoldaşlarımın sevgisini, bu duygunun sonsuzluğunu en derinlerimde hissediyorum. Her şehadetle birlikte mücadeleye olan bağlılığımız daha çok artıyor. Çünkü biz bu yaşamdan bunu öğrendik şehit düşen her yoldaşın bıraktığı yerden davamız için daha güçlü ve iddialı bir şekilde katılmalıyız. Başka bir şekilde katılmak, yoldaşlık değerlerimize ve bağlılığımıza ters düşer. İlk defa bu kadar anlamlı, istekli ve derin yaşadığımı hissediyorum.  Özgürlüğün tadına vardıkça bu yaşamı daha çok vazgeçilmez oluyor. Bu yaşamın her anında, kalbimin daha hızlı attığını doludizgin taylar gibi coştuğunu hissediyorum.” Bu çoşan yürek, hızlı atan kalbin sahibi, bu satırlar bize ulaştıran Şehid Tekoşin Botan( Zehra Deniz)  Elinde bir kalemi, defteri, cebinde PKK yaşamına duyduğu sevgiyi anlatan kelimeler var.  Duygu her zaman anlamlıydı, her zaman önem ifade ederdi. Çelişkileri dile getirmek hele ki kişilikle ilgili olan çelişkileri, gelişimini ifade etmek, değişimin ne yönde olduğuna dair fikir yürütmek gerilla da bir kültürdür. Oysa ki kapitalizmin yarattığı kişiliksizleştirme tarzında kendini ele alma yoktur. Kendine dokunma, kendi geriliğinle yüzleşirken kavga verme yoktur. Bunu iyiye dönüştürme çabası, güzele evriltme telaşı yoktur.  Özgürlüğü esas alan bir paradigmanın militanları olan  Kürdistan gerillası, güzel olma adına  yaşadığı bu kaoslu süreci not eder, defterine nakş eder ve geleceğe taşır. Bunu çoğu kez pratiğiyle, çoğu kez ifade ediş tarzıyla, çoğu kez de sol gögsünde bulunan cepte taşıdığı güncesiyle dile getirir. Doğaya, yoldaşlarına, yaşama bakarken duygu ve düşüncelerini  hâlik bir şekilde  optimist bir ifade tarzda ifade eder. Tıpkı şehid Tekoşin Botan’ ın kendi güncesinde tüm zorlukların olumlu yönünü görmesi, şahadet duygusun alan bakış açısı gibi.  Bu ifade ediş tarzı şehid Tekoşin Botan’ ın kendini yani gerillacılığı, gerillayı nasıl tanımladığını da ortaya koyuyordu. Güncenin en başında yer alan; “ ben gerillayım” yazısı da bunu destekliyordu. Kendisini satırlara nakş etmişti Şehid Tekoşin Botan ve bizlere sunmuştu evrenin ona armağan olarak verdiği yeteneği. “Gerillayım ben, yeri belli olmayan çantasında bir parça kuru ekmeği, bir şişe suyuyla yüreğinde halkına, Önderine ve geleceğin umudu olan çoçuklara özgür bir ülkenin hayallerini taşırım. Her an yüz yüze olduğumu bildiğim ölüme aldırmadan meydan okurcasına, savaşmaktan direnmekten asla vazgeçmem.  Özgürlük gerillasıyım ben. Ne zaman nerde olduğum belli olmaz benim. Bugün çok yakınında, yarın çok uzağında olabilirim. Bazen aç bazen tok, uykusuz günlerce yürürüm soğuk sıcak demeden, Dinlemeden, yağmura kara aldırmadan içimdeki çoçuk ruhumla hiçbir engel tanımam.  Gerillayız biz, gerilla. Haksızlığa, tutsaklığa tahammülümüz yoktur bizim. Dağlardır bizim meskenimiz. Özgür dağların özgür havasını çekeriz en derinlerimize. Geceler dostumuzdur. Biz çektiğimiz halaydan, yaktığımız ateşten, söylediğimiz türküden, yoldaşlarımızdan, şehitlerimizden en önemliside Önder Apo’dan alırız gücümüzü.” Bu satırları Kürdistan gençliğinin önüne koyan; Şehid Tekoşin Botan’ dır. Halk Savunma Güçlerinin, 23 Aralık 2020 tarihinde Zap’ ta şahadetini açıkladığı  Şehid Tekoşin Botan, Kürdistanlı genç bir kadın olarak kendini ülkesine gelin eylemiştir. Bir çift yüreği ele alan Tekoşin Botan’ ın Güncesi, Kürdistan gençliğine özgülük yolu adına bir pusuladır.  LALEŞ RÊNAS

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 11 Temmuz 2022
Görüntüleme: 153

HİÇBİR ZAMAN YİTİP GİTMEZ GÖZLERDEKİ IŞILTILAR

Yazılanlar ulaşır mı yazılan yere? Sahiden varır mı yazının asıl sahibine? Yoksa o da sırların gizemine büründürür kendini? Tıpkı sahibi gibi. Bunu bilemiyorum. Fakat gerçek olan yazının daima eksik olduğudur. Yarım kalmışlıklara, atfen kısacık zamanlara sığdırılmış ayrılık anlarına düşülürmüş yaşamdan bir nottur yazılanlar. Yüreğimizin en derinliklerinde coşkunca akan deli ırmaklardan dışa dökebildiğimiz küçük, küçücük bir akarsudur aslında. Tek başına yazılanlar daima eksiktir, ancak tamamlar gözlerin ışıltısı, sözlerin derinliği ve hislerin sıcaklığı yazılanları. Ne olursa olsun bütün manalar burada gizlidir. Bütün fırtınalar burada kopar, fark ettirmeden. Ağlayışlar, haykırışlar, özlemler, umutlar, burada tamamlar kendisini. Özü saklıdır çünkü içerisinde… Ve saklanmışlıklar içerisinde filizlenir yoldaşlıklar, dostluklar. Hiçbir zaman yitip gitmez gözlerdeki ışıltılar. Sözdeki derinlikler ve histeki sıcaklıklar. Tıpkı hiçbir zaman yitirilmeyen insan gibi… Gerçekten ulaşır mı yazılanlar yazıldıkları yere? Bilemem. Belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim bildiğim bir şey varsa o da yazılanların, yazılmayanların zaman ve mekan çengeline takılan paylaşımların küçük gibi görünen ama kocaman manalar sığdıran yansıması olduğudur. Anlamı öyle ya da böyle budur. Sevda gibi, özlem gibi, dostluk gibi yaşam dolu… Eksik kalsa da yarım bıraktığımız paylaşımlarımız gibi yine de yazmalı seni, anlatmalı yoldaş yüreğini… Seni Çarçela ile Çarçela’yı seninle tanımlayıp anlatmak gerek. Çünkü sen Çarçela idin. Çarçela ise sen. Onunla anlatayım ki yaşatabileyim seni Çarçela tadında, asiliğinde ve ihtişamında. Dediğim gibi yazılanlar anlatabilir mi seni? Kelimelerin gücü, güzelliğin karşısında yeter mi? Yine de her harfin sihirli anlamında, dağlarına olan aşkını çıkaracağım, komutanlığını, tanrıçalığını çıkaracağım. Zamanın yüzüne çıkan her anlamda seni yaşayacağım. Gözlerine dokunabilmenin umuduyla düşmüşken yollara, yüreğinden akan nehirlerde süzülürken huzurluca, ılıkça vururken yüzüme her sabah rüzgarında aşkın, rengim, ışığım, coşkum olurken gönlümün derinliklerinde bir anda tariflere sığmaz bir zamanın sessizliğinde koptum senden… Sana doğru yola koyulmuştuk. Yürüdüğümüz patikalarda heyecan, coşku, yorgunluk ve dağlara karşı yaşadığımız aşkın izlerini bıraka bıraka sana doğru geliyorduk. Bembeyaz saçlarını bırakan dağlarımızın zirvelerinde kaya kaya iniyorduk eteklerine doğru. Çarçela her haliyle beyaza bürünmüş, bizim sabırsızlığımızı sindire sindire içine, karını eritiyordu. Biliyordu çünkü beyazlar ülkesinde yeşili özlediğimizi. Biz toprağın bağrından kopmuştuk ve öyle sevmiştik yeşilini dağların. Topraktan gelmiş, toprağa gidecektik ve bu şekilde bütünleştirecektik kendimizi Kürdistan’la. Derîye Hirçê’den kayıp ayağımız baharın ilk toprağına basmıştı sonunda. İlk otunun, çiçeğinin kokusunu çektik içimize doyasıya ve dokunduk güzelliğine son kez dokunurmuşçasına. Tarihi bir yolculuğa çıkmışçasına kıpır kıpır idi içimiz. Yeni yeni keşfediyoruz sanki tanrıçaların taht kurduğu Zagrosları. Ardı arkası gelmeyen esmer patikaların kıvrımında yürüyor, keşfediyor, gerilla olmanın hazzını yaşıyorduk Avaşîn’e doğru devam eden yolculuğumuzda. Tüm güzelliği ve hırçınlığıyla Avaşîn suyundan geçtik. Uğradığımız her yerde şölen havasında karşıladı doğa bizi. Baharla renklenen dağlar, bereketiyle hayran bırakıyordu. Attığım her adımın anlamı sana bir an önce yaklaşmaktı. Tanımıyordum seni o zamanlar ama koşmamı emrediyordu bana ayaklarım. Sanki yılların özlemi bitecekti sana vardığım zaman. Bu değil midir zaten. PKK yoldaşlığının güzelliği, tanımadan, görmeden dokunmadan sevebilmek. Seni tanımadan önce anlamıştı yüreğim; ben sen olacaktım, sen ben olacaktın ve Çarçela sana akacaktı, sen Çarçela’ya koşacaktın ve bir bütünü oluşturacaktınız, sonra da ben de o “biz”e dahil olacaktım. Yeni eyalet komutanımızı tanıyabilmenin heyecanı ile yürüyorduk patikada. O da eşlik edecekti acımıza, bir annenin sıcaklığıyla koruyacaktı bizi, bin yılların kinini taşıyan bir savaşçı gibi savaştıracaktı bizi. Bize PKK’nin güzelliklerini hesapsızca ve fedakarca tekrardan tanıtıp, öğretecekti. Sen buydun işte. Evet, PKK’de komutanlık tüm bunların tek kelimelik tanımıydı. Nasıl ki Rojbînler’den, Reşîtler’den, Rukenler’den bunların tanımını öğrendiysek sende de farkına varacaktık. Bu yüzden yeni komutanımızı yani seni her haliyle merak ediyorduk. Yüzlerce yoldaşın izini taşıyan bu patikalar bitmek bilmiyordu. Saniyeler dakikalar, dakikalar saatler olmuştu bir anda. Ve “Yollar biter mi” türküsüyle hiç bitmeyecek yollarda ilerliyorduk. Sonunda ulaştık seni alacağımız kamp noktasına. Farklı bir yüz arıyordu gözlerim, etrafa bakınırken seni gördüm. İlk halinin sıcaklığı hala cayır cayır yakmaktadır bizi. Eski bir dosta kavuşmuşçasına tanıdık geliyordun bana. Güneş’in bir parçası gibi ısıttın içimi. İlk gülüşün hala sarsar yüreğimizi, ilk sarılışın bin yılların Ana tanrıça hasretiyle hala Süveydamızda ritimlerini hızlandırarak atmakta. Bizde uyandırdığın bu hisler senin farkını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Tüm savaşçıların seni böyle karşılıyordu. Cîlo’dan başlayıp Çarçela’ya doğru ilerleyişini gün gün takip ediyorduk. Çarçela da seni bekleyen meraklı gözler her an seni izliyordu. Ve geleceğin günün hesabını yapıyordu onun için bekleyiş sürüyordu. Tarih 16 Temmuz 2015’i gösterirken Çarçela yollarına koyulduğunu öğrendik. Hemen şehit Diljîn ve şehit Kurdîstan’la beraber seni karşılamaya geldik. Sürekli arkadaşların meraklı sorusuna cevap olmaya çalışıyordum. Çarçela’dan inerken yanına yetiştiğimizde bizi ilk karşılayan şehit Robîn’di. Yoldaş canlısı, sevdalısı Robîn’le uzun uzun sarıldıktan sonra seni sorduk. “Çarçela’dan inen süt beyazındaki sularla şuan kutsanıyor” demişti. Çarçela, yüreğindeki tüm nehirleri sana akıtıyordu sanki. Kutsanma şöleni bittikten sonra saçlarını taramaya koyuldum. Saçlarına dokunduğum ilk an hala yüreğimin en güzel köşesinde. Tel tel dökülen saçların kadının tüm kutsallığını simgeliyordu, öyle bereketli duruyordu ki… Önderliğimizin ne kadar uzun saçları sevdiğini ve biz kadınlara nasıl yakıştırdığını duyar gibi bir havada tarıyordum saçlarını, ince ince ördüm. Tüm acıların ellerimdeydi. Sanki dile gelmiş konuşuyordu saçının her ak düşmüş teli benimle. Hangi yellerle uzamıştı? Kaç yoldaşın eli değmişti? Kalan tüm izleri, dilsiz acılar içinde anlatıp, yaşatıyordu sanki. Hazırlanıp Çarçela’nın yüksek zirvelerine tırmanacaktık artık. Sırtımızda bin yılların yükü… Yüreğimizde yarım kalan binlerce yoldaşımızın hayaliyle… Çarçela’mızdaydık. Esen rüzgarıyla yüzünü okşayıp ‘Hoş geldin’ diyordu sana. Dağlarımıza bıraktığın uzun ve anlamlı bakışların hala Çarçela’nın her çiçeği, taşı, kayası, savaşçılarının aklında ve ruhundadır. O bakışların ilk halleri ise bende kaldı. Fiziki anlamda sensizlik o kadar zor ki… Bunları yazarken senin hep söylediğin o söz aklıma geldi bir anda. Hani hep derdin ya “Tüm şehit yoldaşlar fiziki bir kopuşu bizde yaşarlar. Onun dışında her haliyle içimize işlemiş, sinmişler ve hep yıldızlara yakın bir yerde bizi izliyorlar.” Sahi, sen şuan hangi yıldızdasın? Hangi yıldızın yanında izlemektesin beni-bizi? Seher yıldızı, Yedi Kardeş, Çoban Yıldızı, yoksa Güneş’in yanında mı? Hangisinin yanındasın? Hangi çiçektesin? Hangi esen rüzgardasın? Hangi toprakta, hangi canlıdasın? Cevabı çok basit aslında; sen her yerdesin. Yüreğimdesin. Çarçela senle direndi, senle renklendi, senle savaştı, senle kahramanlaştı. Senin gidişinden sonra seninle beraber sonsuzluğa yol alan dört özge can için ağladı nehirleri. Çarçela’nın kışları hep fırtınadır, baharı heyecan, yazı ise sensiz… Parça parça herkesi kabul etti toprağına. Senin yıldızlara doğru olan bu yolculuğunda Helîn, Hîwa, Dîcle, Canfeda, Diljîn, Kurdîstan, Axîn, Arîn ve daha adını sayamadığım binlerce kahraman. Bu anlamlı yolculukta ülkeleri, toprakları adına ömrünün en güzel demleri olan gençliklerini sundular hesapsız ve fedakârca. Ardıllarınız olan bizlere bıraktığınız ise fedaice katılmak ve yarımlılıkları tamamlamak oldu. Yani Devrimce yürümek, Devrimce Zafere koşmak… Sorxwin Avesta

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 08 Temmuz 2022
Görüntüleme: 153

KURDİSTAN’NIN 3 PARÇASINDA SAVAŞA YÜRÜYEN ÖNCÜ BİR KADIN: ŞEHİT RÛKEN SPÊRTÎ

Yurtseverlik tanrıçalıktan bu yana süregelen bir kültürdür. Çünkü yurt demek, yuva demektir, toplum birliğini ve dirliğini sağlayan zaman ve mekân gerçekleşmesi demektir. Yurt demek, anılarının biriktiği, tarihinin, dolayısıyla kimliğinin oluştuğu yer demektir. Yurdunun yabancı saldırganların yönetimine geçmesi ise ölümden beter bir köleliğe mahkûm olmak demektir. Bundandır ki Kürt kadınının yurtseverliği ona tanrıçalardan bu yana devredilmiş bir nasihattir. Bundandır ki PAJK’ın temel aldığı Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilk ilkesidir yurtseverlik. Bu ilkenin timsali ve temsili olmuş o kadar çok kadın geçti devrim ateşinden. O kadar çok kadın reddetti ki kölece yaşamı, işgali ve zorbalığı. Onların çokluğudur şimdi yeni bir yaşamı mümkün kılan. Artık münferit değildir, artık bir azınlık da değildir onlar. Onlar bir çığ gibi büyüyerek ilerliyorlar. Yağmur taneleri kadar çok, yağmur taneleri kadar her biri özgün, yağmur kadar hepsi bir bütün. Özgürlüğe Sevdalı, Yılmaz Bir Kadın Rûken Spertî, bir çığ gibi heybetli ve bir yağmur tanesi kadar saf, yalın ve özgün ama aynı zamanda bütünlüklü ve uyumlu bir şekilde aktı devrim saflarına. O çok hızlı ve yoğun yaşamıyla devrimci yaşama çok yakıştı. 8 yıllık devrim yürüyüşünde Bakur’dan Başûra oradan Güney Kurdistan’a dek durmadan cepheden cepheye koştu. Onun hikayesine kulak vermek bizlere berraklığın, cesaretin ve heybetin bir Kürt Kadınında yarattığı ihtişamı yansıtacaktır. Rûken Spêrtî kod adıyla efsaneleşen Fatma Koyuncu, Cûdî eteklerinde kurulmuş Silopya Ovasında da doğdu. Bölgede kadim bir varlık gösteren Spêrtî aşiretine mensup, yurtsever bir ailede dünyaya gelen Fatma Botan’ın kalbinde, sıcak yazlar kadar yakıcı, kışlar kadar sert bir çocukluk geçirmişti. Rûken’in çocukluğu, çatışmaların gölgesinde, baskının ve inkârın yıkıcı yükü altında filizlenen bir dirençle yoğrulmuştu. Henüz gençliğinin başındayken, kalbinin en derin yerinde şu sözleri kazımıştı: “Bu topraklar, özgürleşmeden ben de özgür olamam.” Çünkü yurt demek gerçek yuva demektir, yurt demek özgür yaşam demektir. Onuru mümkün kılan, güzelliği çirkinliğe hâkim kılan da yurttur, yurdun özgürlüğüdür. Bazı insanlar vardır; doğdukları coğrafyanın rüzgarıyla konuşur, toprağıyla yürür, dağlarıyla düşünürler. Onların varlığı bireysel bir serüvenden çok bir halkın tarihine kazınmış isyan çığlığına dönüşür. Rûken Spêrtî, işte böyle bir kadındı.  O, kendi halkının özlemini, öz savunmasını, kadın özgürlüğünün direngenliğini ete kemiğe büründürmüş bir özgürlük sevdalısıydı. İlk Gerillacılık Şekillenmesini Botan’da Aldı 2012 yılında Rojava’da devrim ateşinin harlanmaya başladığı vakit Rûken, o ateşi kendi yüreğinde hissederek yönünü dağlara verdi. Gerillaya katılması; özünü yeniden yaratmanın ve hakikatin bilgisine yürüyüşün ilk adımıydı. İlk yılını Botan alanında geçiren Rûken, sanki dağların bağrında büyümüşçesine bu yaşama çabucak adapte olur. Selvi boyuna gerilla kıyafetleri, temiz kalbine Apocu felsefe çok yakışır ve Rûken Botan’da gerçek anlamda gerillalaşır. Yetkin bir düzeye ulaşır ulaşmaz da kendini savaşın çetin olarak sürdüğü cepheler için önerir. 2013 yılında Önder Apo’nun büyük barış çağrısına karşılık olarak Bakurê Kurdistan dağlarından Başûrê Kurdistan dağlarına geçen Rûken bu süreci bir eğitim süreci olarak ele alır. Heftanîn alanında bir yıla yakın bir süre kalan Rûken burada askeri ve ideolojik bakımdan donanımını güçlendirir. Kobanê’de Kadın Devrimine Öncülük Etti 2014 yılına gelindiğinde Rojava’da yanan devrim ateşi doruk noktasına ulaşır. Bu ateş her Kürt yurtseveri gibi en çok da onun yüreğini yakar ve yoğun ısrarlarından sonra Kobanê’ye müdahaleye giden gerilla gruplarına dahil olur. Rûken’in çetin savaş anlamında ilk cephelerinden biri de tarihin seyri açısından dönüm noktası olan Kobanê savaşıydı. DAİŞ karanlığına karşı Kobanê de verilen mücadele yalnızca bir şehir savunması değildi. Kadının büyük özgürleşme isteminin, katmerleşerek büyümüş dünya gericiliğine karşı verdiği savaştı. Halkların kardeşliğinin egemen sistemlere karşın kazandığı moral üstünlüktü. Rûken burada büyük bir yurtseverlik ve cins mücadelesi bilinciyle savaşa aktif bir şekilde dahil olur. Her an bıkmadan ve usanmadan en önce cepheye varmak için tüm gücünü ortaya koyan Rûken yoldaşlarının büyük sevgisini ve güvenini kazanmıştır. Çünkü Rûken sadece eldeki silahıyla değil tüm varlığıyla bir savaş verdi. Onu bu alanda tanıyan yoldaşları söz eder; çatışma en yoğun anına vardığında, gözlerinde bir öfke değil derin bir inanç ve sonsuz bir kararlılık parıldardı. Siperlerin arasında dimdik yürüyen o uzun silüeti, yoldaşlarına yalnızca cesaret vermiyor, düşmana karşı da psikolojik bir üstünlük sağlıyordu. Çünkü Rûkenin adım atışından bakışlarına, bakışlarından bir çift lafına dek her şeyinde bir heybet vardı. Kobanê de gösterdiği direniş; onun yılmaz devrimci kişiliğini daha da pekiştiriyordu. Ulus bilinci, halk bilinci, insan olma bilinci derin bir felsefi temelde Rûken’in inadında belirginleşiyordu. Doğduğu Topraklarda Direniş Savaşı Verdi Kobanê savaşındaki duruşuyla daha da tecrübe alan Rûken, 2015 ve 2016 yıllarında Bakurê Kurdistan üzerinde yoğunlaşan TC. faşizmine karşı savaşmak için de yoğun bir istemle kendisini o topraklara ulaştırma telaşını yaşıyordu. Halkının kendi kendisini öz iradesiyle yönetme istemine TC. Devleti hunharca bir öfkeyle saldırmış ve hiçbir ahlaki ilke tanımadan silahsız halkın üzerinde katliamlar gerçekleştirmişti. Cenazesi günlerce buzdolaplarında saklanan Cemileye ağıt yakan annenin feryadı yankılanıyordu yüreğinde. Sêve ve Fatmalar, Pakîze ve Mehmet Tunçlar büyük bir duruş sergileyerek halkın koruyucuları rollerini üstlenmişti. Ama Rûken için bir gerilla ne olursa olsun halkının yanında olmak zorundaydı. İster Kobanê ister Şengal ister Amed Surları olsun, neresi olursa olsun eğer ki bir halk katliama maruz bırakılıyorsa bu durumda onları koruma bir gerillanın başat görevidir. Rûken büyük ısrarları ve çabaları sonucu 2016 yılında tarihin getirmiş olduğu bir karşılaşmayla bir gün tekrar doğduğu topraklara döndü. Bu kez bir savaşçı, bir komutan ve devrimci kadın olarak… Bu kez savaşta nam salmış yiğit bir kadın olarak. Rûken Spêrtî, Bakurê Kurdistan’da ilan edilen öz yönetim direnişlerinde yer aldı. Silopî’de, çocukluğunun sokaklarında, şimdi silahıyla, bilgeliğiyle, devrimci ahlakıyla yürüyordu. Bu onun için sıradan bir savaş değil, varoluşun en saf halini yaşadığı andı. Türk devletinin tankları, topçuları, keskin nişancıları bir halkın iradesini ezmeye çalışırken, Rûken ve yoldaşları yeni bir yaşam ısrarını yükseltiyordu. Bu, sadece bir savunma değil, yaşamı yeniden kurma arzusunun silahlı isyanıydı. “Bu topraklarda bir kadın artık diz çökmez” diyordu ve bu sözün her harfini Silopi’nin taşlarına yazıyordu. Onun öz yönetim direnişlerindeki varlığı, özellikle kadınların öz savunma hakkı ve kendi yaşamına sahip çıkma iradesi açısından unutulmaz izler bıraktı. Kadınların sadece kurban değil, failleriyle hesaplaşan birer özne olabileceğinin canlı kanıtıydı Rûken. Xakûrkê’de Ölümsüzlüğe Yürüdü Silopî direnişinden sonra bu defa da yönünü saldırıların yoğunlaştığı Başûrê Kurdistan dağlarına veriyordu Rûken. NATO destekli TC. işgalci ordusu, varını yoğunu tekniğe harcayarak Kürt halkının imhasında kesin karar kılmıştı. 2015 yılından itibaren yoğunluğu bir bölgeden diğerine geçerek devam eden saldırılarına karşılık olarak halk ve gerilla diz çökmedi. Diz çökmek bir yana savaşta büyük taktik çıkışlar yapan gerilla dağlarda TC.  ordusunu çoğu defa hezimete uğrattı. Rûken şehir direnişlerinde katledilen masum çocukların intikam hıncıyla yürüyordu dağlara. Bir an için bile olsa o çocuklar için içtiği intikam yeminini unutmayan Rûken dağlara vardığında önce bir eğitim sürecinden geçti. Eğitimden sonra ise yeni bir devrimci göreve atılıyordu Rûken. O yıllarda intikam hıncıyla dolup yönünü dağlara veren gençleri eğitecekti bu defa. Yeni Savaşçı devrelerinin sorumluluğunu üstlenen Rûken, savaş tecrübesini ve ideolojik derinliğini gerillaya yeni katılan gençlere aktarıyordu. Onlarca yeni savaşçı, gerillaya duyduğu büyük merakı Rûken’in sözlerinde ve pratiklerinde gideriyordu. Yeni savaşçı devrelerinden sonra ise bu defa savaşın en yoğun olduğu alanlardan biri olan Xakûrkê’ye doğru yol alıyordu Rûken. Xakûrkê de en ön mevzilerden olan Lêlîkan tepesinde konumlanan Rûken aynı zamanda burada en üst derecede sorumluluk üstlenmişti. Savaştaki yetkinliği ve pratik zekasıyla, derin yoldaşlığı ve doğal otoritesiyle yoldaşları tarafından burada çabucak benimsenip sevilen Rûken, görevlerine büyük bir coşku ile sarılır. 2018 yılında düşman saldırıları Xakûrkê de yoğunlaştığında en ön cephe olan Lêlîkan Tepesi büyük bir direniş duruşu gösterir. Günler boyu hem tünelde hem de arazide süren çatışmalarda onlarca işgalci askeri cezalandıran Rûken ve arkadaşları son nefeslerine kadar amansızca direnir. Lêlîkan Tepesinde süren çetin savaşta şehadete yürüyen Rûken, ardında büyük bir yurtseverlik destanı bıraktı. Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilk ilkesini derinden yaşamasıyla diğer bütün ilkeleri de kendinde yarata Rûken, güzel yaşadı, güzel savaştı ve en kutsal ölüm olan şehadete vardı. Adı gibi Rûken, ülkesinin dağları kadar heybetli bu devrimci ve savaşçı kadın; kadının ve Kürt halkının baş eğmezliğini dost düşman herkese gösterdi. Mücadele Arkadaşı

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 22 Ağustos 2025
Görüntüleme: 141

Şehit Viyan Özgür Yoldaşın Anısına

Viyan Arkadaşı tanıdınız mı? Siz belki de benden daha iyi tanımış olabilirsiniz. Ne de olsa o sizlerin can arkadaşıydı. Bende tanıdım, belki tanışmamız çok uzun bir süreye yayılmadı ama onu tanıdığım için, onunla arkadaş, yoldaş olduğum için diğer onu tanıyan bütün arkadaşları gibi bende en şanslı olan gerillalardan biriyim. Viyan’ın şehadetini haberlerde gördüğüm anı tarif edebilir miyim bilmiyorum. O anda sadece ve sadece içimden geçen binlerce keşkeler... Zamanı geri getiremeyeceğimi, Viyan’ı geri getiremeyeceğimi bilmenin, hissetmenin verdiği o dayanılmaz acı! Ve öfke! Bir anda üzüntümün yerine geçen farklı duygular. Bunun altında yatan neydi? Dedim ya Viyan’ı kısa bir süre içerisinde tanıdım. Ama Viyan’ın yoldaşlığı ve yaşamdaki samimiyeti kısa bir süre içerisinde onunla güçlü bağlar kurabilmeme yetmişti. Gerçi Viyan ile güçlü bağlar kuramayan çok az arkadaş olsa gerek. Çünkü Viyan en hümanist arkadaşlarımızdan birisiydi! Sürekli olarak gülümseyen ve gülümsedikçe yüzü kızaran, yanaklarında çukurlar oluşan... Viyan; benim en insancıl yoldaşım! Yaşamı boyunca kötülük nedir, yalan, çirkinlik nedir bilmeyen genç fedai yoldaşım! Genç ama dünyaları omuzlamak isteyen yoldaşım. En zor koşullarda, uçurumun kenarında yaşamak isteyen sensin. Tüm zorlukları göze alarak savaşa koşarcasına gidişin, hem de bu gidişinde ben şehadetini görmüş iken. Ne yazık ki biz hiçbir zaman savaşa giden bir yoldaşın şehadetinin olacağını hissetsek bile ne bunu engelleyebiliyoruz ne de böylesi gidişleri... Bunun ne kadar zorlayıcı olduğu anlaşılabilir mi? Viyan benim için bir kahraman. Ama o öyle sandığınız gibi bir kahraman değil. Küçük bir kahraman o. Yüreği ve yüreğinde taşıdığı duygular, düşüncelerin bedenine sığmadığı bir kahraman o. Ne olağan üstü fiziki güçleri vardı ne de ele avuca sığmaz becerileri. Kahramanlar hep olağan üstü fiziki güçler veya bazı yeteneklerle bilinirler. Ama bizim Viyan böyle değildi. Zaten onun esas sırrı da bu özelliklerde değildi. O sadece oldukça sade ve gerçekten sade olmanın kendisinde anlam bulduğu, henüz olgunlaşmamış, büyüme nedir bilmeyen, bunun içinde henüz aslında yaşamın onu biçimlendirmediği, sınırlandırmadığı insanın doğallığını temsil edendi. Viyan’ı tanısaydınız insanlar için ne kadar çok güzel şeyler yapma isteminde olduğunu görme şansına kavuşmuş olurdunuz. Ama onun güzellikleri de en güzel olan güzelliklerdi... Biraz çocukça olması da ayrı bir tat verirdi yaptıklarına. Hep arkadaşlarına güzel bir şeyler verme istemi onun en temel istemiydi. Ama dedim ya Viyan çokta yetenekli değildi. Zaten şirin olması da bu yüzdendi. Şehid Delil Batı Zap Bölgesine gitmeden de yine böylesi arayışlar içerisindeydi. Tüm olağan üstü hazırlıklarını büyük bir ciddiyetle yaptıktan sonra kolları sıvayıp mutfağa ocağın başına geçerdi Viyan. Tüm bu hazırlıklar ve ciddiyet, yoldaşlarına güzel bir tatlı yapma istemi işte bu duygular ve düşüncelerle harekete geçerdi. Bize en güzeli güzel yapan ona biçtiğimiz anlamdır. Anlamlı olan güzeldir. Ve bu da emekle oluyor. İşte Viyan’ı güzel yapan yaşama, arkadaşlarına karşı olan ilgisiydi. En güzel anlar onunla... Yine düşünceli ve her zamanki gibi sevecen. Elinde kendisi gibi küçük ve ince bir kitap. Ne okuyorsun diye sordum, sanki bilmiyormuşçasına. Viyan tabi ki utanır ve gülümser. (Her zaman ilk refleksi bu oluyordu kızarmak ve gülümsemek. Bu onun iç temizliğinin en somut görüntüsünün yüzüne yansımasıydı.) Hemen ellerini birbirine kavuşturup, kitabı sakladı. Sözde kızarak şöyle söyledi; ‘hiçbir şey okumuyorum sadece bir arkadaşı bekliyorum. Boş boş oturacağıma biraz okuyayım dedim!’ Tabi bunları söylerken sesi oldukça ilginç, ince ve kızgınlığının verdiği sevecenlik oturmuştu yüzüne. Bir şey okumadığını, yapmadığını söyleyen yoldaşımın tabi ki böyle olmadığını bildiğimi bildiğimden bırakır mıyım? Viyan Küçük Prens’i okuyordu. Bende bugün yani 2023 yılının son günü seni anmak için Küçük Prensi okudum. Daha öncede bu kitabı birçok kez okumuştum ama bu sefer bir kez de senin gözünden okumak istedim. Seni anmak istedim. Yüreğinden geçenleri anlamak istedim. Sen ne bir tilki ne de bir gül değilsin benim için... Her ne kadar Küçük Prensin dostları koyun, tilki ve bir gül ise de ki bunlar anlamlıdır, ama insan en değerli varlık olarak ve bu sensen çok daha anlamlı ve değerli olursun. Esas olan gözün gördükleri değil diyor Küçük Prens’e dostu ve gözün görmedikleridir önemli olan ve insan esas olarak yüreği ile görmelidir diyor. İşte sen hep gözünde yüreğini, yüreğinde yıldızları, gülleri, hayvanları, bitkileri taşıyandın! Küçük Prens hikâyenin sonunda kendisini zehirli bir yılana sunuyor ve kendi gezegenine kendisine ait biricik gülünün yanına, elinde resmi çizilmiş kutu içerisinde bir koyunla beraber gidiyor. Kendisini yıldızlara doğru kanatlandırıyor. Tabi bu düzeye gelmeden de birçok farklı gezegeni gezerek farklı insanları tanıyor. Ama tabi ki bu insanlarda iktidar, sömürü ve bireycilikten başka bir şey göremeyince ne buralarda yaşayabileceğini ne de böylesi kendini beğenmiş ve egosu yüksek insanlarla arkadaş olamayacağını anladıkça dünyanın en ıssız yerlerine dağlara, çöllere ve uygarlığın henüz ulaşmadığı alanlara gitmek istiyor. İşte senin partiye katılımın ve arayışlarının tıpa tıp aynısı! Sen bırakalım bireycilik, egolu yaklaşımı insanlara karşı en ufak bir kötülük bile beslemeden yaşadın ve yıldızlaştın. Şimdi her yıldızlara baktığımda seni görüyor, seni anıyor, senin bize yol gösteren olduğunu biliyorum. Seni anlatabilmek gerekir başta Mezopotamya’nın küçük ama çabuk büyüyen çocuklarına. Belki de onların masal kahramanı olmalısın. Akşamları, ateş başlarında anlatılan hikayeler ve destanlar gibi. Ondan sonra rüya olursun, çocukların ve daha doğrusu henüz büyümemiş, kirlenmemiş, kalıplaşmamış olan zihinlerde. Bilince çıkarsın. Tıpkı hakikatin diğer canlılarda uyuyup da insanlarda uyanıp kendi farkına varması gibi. Ölüm belki de insanlığın yaratmış olduğu en soğuk kavram. Ben seni ne ölümle ne de ölümsüzlükle anmak istemiyorum. Taşta, bitkide, tüm kötülük bulaşmamış canlılarda senin var olduğunu bilmek daha iyi geliyor. Artık her Küçük Prensi okuduğumda senin adına da okumuş olacağım. Seninle beraber okuyacağız. Ve hep iyi bir yaşam arayışının sahibi olacağız...    

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 17 Temmuz 2025
Görüntüleme: 162

BAĞLILIĞIN VE FEDAKARLIĞIN SEMBOLÜ

“Heyecanlanmamak elde değilmiş. Güneşi arkamıza aldık, bu temelde bir yolculuğa girdik. Amacımız bu Güneş’in ışınlarını tüm dünya ile paylaşmak bu temelde mücadele etmektir. Şu an burada da güneş gerçekten arkamızda ve Önderlik her zaman bizimle birliktedir. Bunu hissediyorum ve hissettirme mücadelesi içerisinde olacağız. Şu an bunun heyecanını da yaşıyorum... “

(ŞEHİT ARJÎN MÎRZA)

Güneş’in yolcularından, Güneş’in ışınlarından olan bir arkadaşın şehadetini sindirebilmek ve kabullenebilmek zor. Yerini doldurabilmek ise imkânsız... Her insan farklılıkları ve yaşama kattıkları ile evrende yer edinir. Mekân ve zaman kapsamında yaratımlarda bulunup, yaratmış oldukları ile de kendi zamanının ve mekanının ötesine geçip tarihsellik içerisinde yerini alır. Arjîn Arkadaşın şehadetini öğrenmek ve bunun bizler açısından yaratmış olduklarını anlatabilmek zor. Son yılların en çetin savaşlarının yürütüldüğü Girê Cudî Savaş bölgesinde yer alan, burada en zor şartlar altında görev ve sorumluluklarını canla başla ve heyecanla yerine getiren, mevzideki ve onu tanıyan tüm arkadaşlarının saygısını, sevgisini ve güvenini kazanmış bir militanı kısa bir yazı ile anlatabilmek daha da zor. Güneş’e olan yolculuğunun en zirvede olduğu bir dönemde tecrübesi ile, yoldaşlığı ile, yetenekleri ile ve en önemlisi de bağlılığı, fedakârlığı ve mütevaziliğiyle bu zorlu sürecin beklenmedik anlarında kişiliğiyle iz bırakandı Arjîn Arkadaş. Fedai yürüyüşü sürekli olarak artan bir tempo, yaratan bir üslup ve başaran, kazandıran bir tarz ile akıyor iken hem de! Kendisi Önderliğin öğrencisi ve savaşçısı, büyük bir anlam arayışcısıydı. Doktor, uzman sabotajcı ve daha birçok yeteneği olan ölümü daha yaşarken öldürmüş olan ve bu yönde hiçbir kaygısı olmayan Özel Kuvvetlerin rol ve misyonunun hakkını veren bir fedaiydi. Böylesi bir yoldaşımızın anısına ne söylenirse söylensin; onu anmak, onu anlatmak için ne yapılırsa yapılsın yetersiz kalacaktır. Ancak onun yaşam mücadelesini ve yaşamını anlatmak, tanımayan arkadaşlara hatta onu tanıyan arkadaşlara da bazı hislerimizi paylaşmak, Arjîn ve daha birçok ortak değerlerimiz olan şehitleri anlamak ve yaşamsallaştırmak açısından önemlidir. Aslında günlerdir Arjîn arkadaş üzerine düşünüyor ve yoğunlaşıyorum. Onu düşünürken onun şahsında bu süreçte şehitlik mertebesine ulaşan birçok yoldaşımız da geliyor aklıma. Sonuçta mücadelenin en zor şartlar altında devam ettiği bir dönem içerisindeyiz. 10 yıldır aralıksız, soluk soluğa devam eden bu savaş henüz hiçbir şey tamamlanmamış ve insan iradesini dahi aşan koşullarda da devam ediyor. Bu süreçte fedailer kurumu olarak birçok arkadaşın fedai öncülüğü de gelişti. Arjîn, Gabar, Armanç, Şahîn, Robîn ve daha birçok arkadaş bizim bulunduğumuz çalışmalar içerisinde yer almış ve düzenlemeleri gerçekleşince yıllardır bu anı beklercesine koşar adımlarla Batı Zap Bölgesinin yolunu tutmuşlardı. Arjîn arkadaşta bu şansa sahip olanlardandı. 2022 yılında doktor olarak Girê Cudî bölgesine düzenlendi ve orada birçok görev ve eylem içerisinde yer aldı. Umarım ki Arjîn arkadaşın Girê Cudî’de gerçekleştirmiş olduğu pratiği ve orada bulunduğu süreç içerisindeki katılımını, o savaşın sıcak koşullarında onunla yaşama şansına sahip olan arkadaşlar anlatırlar. Çünkü o süreçteki Arjîn arkadaşı anlatmak sadece onu ve mücadelesini anlatmak değildir. O süreçteki Arjîn arkadaşı anlatmak; gerilla bir doktorun savaşın ortasında imkânsızlıklardan nasıl imkânlar yarattığını anlatmak ve bunu çetin mücadeleyi insanlığa aktarmaktır. Bu yüzden bunu tarih açısından bir gereklilik olarak görüyorum. Düşmanın savaş tünellerimize yönelik gerçekleştirmiş olduğu saldırılar karşısında sınırlı ilaç ile birçok arkadaşın yaralanmasına ve sağlık sorunlarına cevap olmaya çalışan Arjîn arkadaşın buradaki müdahaleleri ve duruşu tarihe not edilmeye değer olduğu kadar bu mücadelenin hangi şartlar ve koşullar altında nasıl bir irade, bilinç ve kararlılıkla verildiğini anlamak, halkımıza anlatabilmek içinde elzemdir. Halklar tarihinde zalimlere, sömürgecilere ve insanlıktan nasibini almamış hegemon güçlere karşı büyük direnişler gerçekleştirilmiştir. Bunlar bin yıllardır destanlar ve mitler yolu ile anlatıla gelir. Resmi tarihin yazdıkları ise saltanatlıklar, imparatorluklar ve burnunun dibini dahi görmeyen krallıkların anlatımlarıdır. Girê Cudî direnişinin tanınması demek; ezilen halkların büyük mücadele tarihine yeni bir destan ve bu destanın yaşanmışlıklarının, bunları yaratanların tanınması demektir. Şiyar arkadaş Girê Cudî'de gelişen direnişi anarken ‘Vicdan Tepesi’ tanımlamasını gerçekleştirdi. Bu tanımlama aslında Girê Cudî direnişinin manevi yönünün tanımlanması açısından güzel bir niteleme. Tabi ki Girê Cudî'yi Tepe Cudî yapan arkadaşların ‘Vicdanı’ ile anlaşılırsa belki de daha yerinde olur bu tanımlama. Hürrem, Mazdek-Babekler’in, Seyit Rıza’ların torunlarının düşman karşısında kök söktürdüğü tarihteki en görkemli Dımdım Kalesi direnişini geride bırakan bir savaştır Girê Cudî Bölgesinde gerçekleşen savaş. Ve bu savaşın kahramanları vardır bilinmesi gereken. Adı gibi Şahin olan cesur bir yoldaşımız vardır mesela. Botan’ın direniş geleneğinden gelen ve usta bir savaşçı olarak düşmanın üzerine gülümseyerek giden Şahin Botan arkadaşın tanınması gerekir en başta. Heybetli fiziği ve cesaretiyle mitolojideki tanrılar gibi bir duruşu olan Haki arkadaşın anlatılması gerekir. Sonra bu kahramanların en güzel eylem arkadaşlarının, yani Medya, Adar ve Rênas arkadaşların bilinmesi, tanınması gerekir. Doğa’nın ve Sîdar’ın eylemselliklerinin hissedilmesi gerekir. İşte bu savaşçılardır savaşın böylesine nitelikli ve tarihi bir savaş olmasını sağlayan! Tüm bu kahraman savaşçılar içerisinde de Arjîn arkadaş vardır ki bu yiğitlerin hem yoldaşı, hem doktoru, hem de Önderliğin militanı olan… Vicdan Tepe’sinin Doktoru Arjîn arkadaşın henüz düzenlemesi Girê Cudî’ye yeni olmuş iken savaş içerisinde bulunan bir arkadaşın mevzi koşullarında sağlık eğitimi almamış ve bu konuda tecrübesi olmayan arkadaşlarca yaralanmasına müdahale edilmesi gerekiyordu. Arjîn arkadaş ile bu durum üzerine yoğunlaşırken ve arkadaşlara nasıl müdahale yapabileceklerini yazarken bile aslında Arjîn arkadaş o anda dahi acilen orada olması gerektiğinin bilincindeydi. Bir yandan arkadaşların yanında tecrübeli bir sağlıkçı arkadaş olmaması bir yandan da savaşın doğal sonucu olan yaralanmalar ve sağlık sorunlarına cevap olma istemi Arjîn arkadaşın daha istekli ve heyecanlı kılıyordu. Bununla birlikte duygu yüklü bir ruh hali içerisinde olduğunu da insan çok rahat hissedilebiliyordu. Var olan zorluklar içerisinde az kalacağını da bilse yoldaşlarına cevap olmak ve bir doktor olarak yaşam vermek istiyordu. Yaşam verme aşkı ile can yoldaşları ile vedalaştıktan sonra Girê Cudî’ye doğru yola çıktı. Bu yolculuğunun bir aşamasında bende onunla beraber yol alma, onunla beraber bu yürüyüşü hissetme şansına sahip oldum. Bir gecelik bir yürüyüş olsa da oldukça anlam yüklü ve unutulmayacak anlardan birisi oldu benim için. Arjîn arkadaş sırtında ağır çantası ile sabotaj ve sağlık malzemeleri ile yürümekte zorlanmasına rağmen gittiği yer de var olan ihtiyaçları bildiği için ne çantasını hafifletmeyi düşündü ne de yavaş bir tempo ile gitmeyi. Yüksek kararlılığı ve iradesinin yardımı ile fiziksel zorlanmalarına hiç aldırmadan kendisi ile birlikte götürebildiği kadar malzemesini de yanına aldı. Bu bilinç ile yürüdü ve düşmanın sözde denetime almış olduğunu sandığı Şehit Çekdar mevziisine hem ağır bir yük hem de partinin ona vermiş olduğu sorumluluklar ile birlikte ulaştı. Aslında Arjîn arkadaşın bundan sonrasını da anlatabilirim belki. Çünkü PKK içerisinde kendisini böylesine yaratmış bir militanın ideolojik, örgütsel ve sosyal açıdan kritik ve hassas süreçlerde nasıl davranabileceğini kestirebilmek çokta zor olmasa gerek. Onun oradaki anlarını bilmek için geçmiş süreçlerdeki katılımlarına bakmak bile çoğu zaman yeterli olabiliyor. Arjîn arkadaşın var olan fedai katılım tarzının Girê Cudî gibi tarihi bir savaş alanının içerisinde sıradan olması asla düşünülemez. Gökyüzündeki güneşe merdiven dayanmışsa eğer ve bu merdivenin her bir basamağı şehit arkadaşların yaratımları ve emekleri ile gerçekleştirilmişse Arjîn arkadaş bu basamaklarda yürümesini bilen ve yeni basamaklar ekleyerek mücadeleyi büyüten olmuştur. Hakikat Savaşçısı Arjin arkadaşın yoğunlaşmaları ve düşünceleri de karakteri ile bağlantılı olarak anlamlı ve derinlikliydi. İnsanı anlama çabası içerisinde olan bu temelde tarih, felsefe ve bilim başta olmak üzere birçok sosyal bilim alanında okuyan, düşünen ve yoldaşlık ilişkileri geliştiren, pratikleşme çabası gösteren anlam dünyası büyük olandı. Hallacı Mansur ile ilgili eline geçen bütün video, kitap ve belge ne olursa olsun mutlaka alıp incelerdi mesela. Nietzche'nin Zerdüşt felsefesini tartışandı. Buda'nın inancını ve yaşam biçimini anlatandı. Maria Cruie’den Hypatia'ya bilim alanındaki kadınların en meraklı insanıydı. Evrenin yaratılışına ilişkin olarak mekân ve zaman boyutunu anlama çabası ile kuantum ve evrim felsefesinin tarihsel ve güncel bilgi ve yorumlarını analiz eden, bilinçlenen yine tüm bunları Apocu felsefe temelinde temellendiren bir savaşçıydı. Kadın, aile ve toplumsal sorunlar gibi temel özgürlük problemi kapsamındaki tarihsel ve güncel problemler hakkında da düşünen, araştıran ve tartışan bir aydındı. 15 yıl sistem okullarında okuduktan sonra asimilasyon ve soykırım politikalarına karşı anlamlı ve soylu bir yaşam için gerilla mücadelesine katılan, gerillada sağlık çalışmalarından teknik-bilim çalışmalarına, sabotaj alanındaki uzmanlığına ve eğitmenciliğine, istihkam çalışmalarından tüm yaşamsal pratik, eğitim ve hassas çalışmalara hakkı ile katılan çok yönlü, esnek bir zihniyet dünyası ve el becerisi ile bulunduğu tüm alanlarda, çalışmalarda farkını ortaya koyan Arjîn arkadaşın yürüyüşü, katılımı ve parti içerisindeki her anı anlamla yüklüydü. Arjîn arkadaş sistemin ona verdiklerini, vaat ettiklerini kendisi için, toplum için yeterli görmedi. Tersine tüm bunları sistemin afyonları olarak değerlendirdiyse parti içerisinde de kendisine sıradan bir katılımı değil fedai bir katılım biçimini tercih etti. Bir fanusun içerisinde ölü bir kelebek olmak ona göre değildi. Her anını dolucasına yaşamak ve sürekli ateşe doğru gitmek, ki kendisi buna güneş ışığı diyor onun için esas olandı. Eğitimlerdeki konuşmalarını geçmişe dönüp baktığımda anımsadığımda o zaman içerisinde yapmış olduğu değerlendirmeleri çoğu zaman hakkı ile anlayamadığımı fark ettim. O zamanlar yapmış olduğu değerlendirmelere çoğu zaman takılıp espri konusu da yapardık. Hallacı Mansur'un düşüncelerini Nietzche tarzı aforizmalarla dile getirirdi. Aslında Önderliğin felsefesinde yaratmış olduğu derinleşmesinin ve tarihsel süreçler içerisinde hakikat kişiliklerinde vücut bulmuş kimi özelliklerin kendisinde olan yansımasıydı bunlar. Küçük kara balık böylece okyanusa açıldı. Sınırsız bir gelişme istemi, anlama ve görme-şahit olma amacı ile. Tarihi direniş içerisinde silahı elinde, sağlık çantası yanında ve mevzide kimin ne ihtiyacı varsa tecrübe ve yetenekleri ile orada bulunarak. Onu ve yoldaşlarını yutmak isteyenlerin karınlarını delecek kılıcı sürekli olarak yanındaydı. Korkusuzca, fedakârca ve maneviyat doluydu bu yürüyüş... Arjîn arkadaş tarihte böylesi zor koşullarda gerçekleştirmiş oldukları ile anılacak. Yarınlar için destan niteliğindeki bu mücadelede Arjîn arkadaşta yerini alacak. Zor zamanlarda ve yaratım anlarında büyük çıkışlar için sosyalizm mücadelesinde herkese büyük ilham kaynağı olacak...!  

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 26 Haziran 2025
Görüntüleme: 169

İLKENİN VE BÜYÜK DURUŞUN SAHİBİ KOMUTAN ZÎLAN AMED

Özgürlük isyanlarının hiç bitmediği, nice acılara tanık olan ihtişamlı bir ülkedir Kurdistan. Bağrında Şêx Saidleri, Seyit Rızaları büyüten ve onların direniş miraslarının tohumlarının atıldığı bu topraklar öyle kahramanlıklara beşiklik etti ki. Bu yüzden tüm yıkımlara, katliamlara inat dimdik ayaktadır hala. Birde Dicle’nin bereketli sularının kenarında onurun ve direnişin kadim şehri, Kurdistan’ın kalbi Amed vardır. Dağlarını nice kahramanlara mekân eylemiş, yıldızlı geceleri ile gerillaya ışık olmuş, onun inancına sahip çıkmış destanların ve inancın, isyanın şehri Amed… Zulüm cenderesinden geçmiş, yakılıp yıkılan, katledilen insanların intikam yemini olan serhildan şehri Amed… Acılarından beslenip başı dik duran direnç şehri ve onun bağrında büyüyen yiğit evlatları var. Tarihi yeniden yazan evlatları bir daha kılıçlardan, tanklardan, toplardan, idam sehpalarından geçmesin diye bir ülkenin, bir halkın tüm umudunu sırtladılar. Zîlan arkadaş Amed’in Licê ilçesinde açar gözlerini. Yurtseverlik duygularının en güçlü, en diri halini yaşayan, mücadeleden kopuk olmayan bir ailede büyümek, şekillenmesinde nasıl belirleyici olduysa, ileride Zîlan arkadaşın geleceğini de şekillendirecek temel nedenlerden biri olacaktır. Bir de gördüğü ve tanık olduğu zulüm, kararlaşmasında ciddi bir rol oynar. Asimile merkezleri olan sisteminin okullarına gitmez. Düşmanın asimilasyon politikalarına verdiği en anlamlı ve ilk cevap bu olur. O hep sade ve temiz kalmayı başarmıştır. O insana ait güzel olan ne varsa ona inanandır. İnsanca yaşama onuru o kadar güçlüdür ki onda, özgür ve anlamlı bir yaşam uğruna bir ömür feda etmeye hazırdır. Bir kadın olarak içinden geçtiği çağ onu hiçleştirmek üzerine ant içmiş bir çağdır. Yok sayılan, görmezden gelinen bir kadın gerçeği vardır. Ona reva görülen bu yaşamda kalmaya ne niyeti ne de sabrı vardır. Alması gereken bir intikamı, kini, öfkesi vardır. Halkının ve ülkesinin umudu olmak ona hep daha anlamlı gelmektedir.  Başka türlü bir şeydir onun aradığı. Daha yalın, daha sade, kendini daha rahat ifade edebileceği bir yer tüm ezberlerinin bozulacağı bir yaşam. Bir yer var, dağların koynunda, ormanın içinde. Yeni bir yol aralayan, yaşamın ne kıyısında ne de köşesinde olunduğu bir yer. Yani tam ortasında hayatın ve zamanın. Dağlıların, dağları yüreğine nakşedenlerin mekânı… Dağlar ve gerilla onun için özgürlük sevgisidir, güzelliktir. Dağ demek kadın demektir, yaşam demektir, sırra ermek demektir. Dağları da yüreğine sığdırır Zîlan. Artık nerde ne nasıl yaşamak istediğine karar verir ve 2004 yılı Eylül ayında hakikat savaşçısı olmak için kararlaşır. Yönünü de yüreğini de dağlara çevirir. Hiç tereddüt etmeden bir kere bile acaba duygusunu yaşamadan. Yaşam mücadeledir, mücadele etmeden özgürlüğe erişilemeyeceğini iyi bilenlerdendir. Ondandır bu güçlü duruş. Ondandır bu heyecan. Ondandır bu yola çıkış… Dağları da Yüreğine Sığdırır Zîlan O, her yönüyle iyi bir gerilla olma adayı. Disiplinli, hızlı, tempolu, yaratıcı, girişken, eylemci ve savaşkan. Çabuk yetkinleşir bu savaşta Zîlan. Özgürleşmenin ancak Önderliğin etrafında olduğunu bilir. Bildiği bu çetin gerçek içinde soluksuz savaşır. Adını aldığı, ardılı olmak istediği Zîlan onda can bulur. O, anılarını her daim yaşatmaya yemin ettiği yoldaşlarına bağlılığın ifadesidir. Halkı ve değerleri için savaşıp ve böylelikle yeniden dirilişe anlam atfeder. Savaş gerekçelerini ortaya güçlü koyar. Yüreği sadece amaçları için çarpar. Önder Apo’nun paradigmasına en doğru katılımı sergilemek adına, hareketin en donanımlı, en güçlü akademilerinden geçer. Sadece bununla yetinmez bireysel olarak da kendini eğitmekten asla geri durmaz. PKK’ de her gün yeni bir şey öğrenir insan. Günlük yaşamı bile bir akademi gücündedir. Kendini bildikçe öğrenme istemi daha fazla artar. Öğrenmek onu daha fazla sade ve özlü kılar. Bin yılların öğretilmişliklerinden, çarpıklıklarından kurtulmak adınadır kendini eğitmek. Zihniyet savaşımını verirken fikir-zikir-eylem bütünselliğine ulaşabilmek adına daha çok çaba sarf edip mücadele eder. Kadın Kurtuluş İdeolojisinde derinleşerek kendini yeniden yaratmak onun vazgeçilmezi olur. Sıradan bir kadın olmak istemez, sıradanlık bitirir insanı.  Sıradan olmak istemediği gibi yoldaşlarının da gelişiminden kendini sorumlu görür. Yoldaşları geliştikçe düşmandan bir kez daha intikamını alacaktır. Eğitimleri özümseyip yaşamda pratikleştirebilmek; kimliksizleştirilmek istenen bir halk, bir kadın gerçeğine en büyük cevaptır. Kadın ve yaşam diyalektiğini en iyi bilenlerdendir ve bu uğurda savaşan ve savaştıkça da güzelleşenlerinin geleneğinden beslenip gelmektedir Zîlan. Hayali sürekli bir gün doğup büyüdüğü o efsane topraklarda yani Amed’de gerillacılık yapmaktır. Fakat örgütün nerede ihtiyacı varsa oraya yol almaktan da asla geri durmayanlardandır, o olgunluğa erişenlerdendir. Ülkesinde ki iç sınırları yıkarak, Zap’tan, Garê’ye, Heftanîn’e, Rojava’ya, Qendîl’e ve son olarak Metîna’ya yani mücadelenin en yoğun, savaşın en kızgın yaşandığı tüm zamanlarda öncü düzeyinde kaygısız ve hesapsızca katılır tüm süreçlere. İçindeki ülke sevgisi Onu hep bir adım öteye taşır, dur durak bilmeden soluksuzca… Yükü omuzlayandır, öncüdür, ön açandır, düşmanın üzerine korkusuzca gidendir. Bin yılların “savaş erkek işidir” bakışını değiştirmek için gecesini gündüzüne katandır. Bağlı olduğu Önderlik ideolojisinin savunma gücüdür, komutanıdır Zîlan yoldaş. En zor koşullarda mücadele etmeyi ve kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrenmiştir. En çokta özgürlüğü için savaşmayı ve komutanlaşmayı öğrenmiştir. Yüreği Dicle Nehri Kadar Coşkundur Zîlan demek hesapsızca yoldaşlık demektir. Her bir yoldaşının ruhuna dokunabilen, her birinde iz bırakan asil bir kadındır. Sevdiği yoldaşları tarafından sevilendir, özlenilendir. Berraktır yüreği Zîlan’ın, durudur. Coşkundur Dicle nehri gibi. Onun olduğu her mekân güzelleşir, anlam dolar. Yoldaşlığın güçlü bağları ile çepeçevre sarılır. Herkes kendinden bir parçayı bu asil kadında bulur. Sırtını dayayabileceğin dağ yürekli bir yoldaştır, sınanmış yoldaşlıktır onunkisi. En zorlu zamanlardan onu çıkaran tek bir gerçek vardır Önderliğe olan bağlılığı ve yoldaşlarına duyduğu sevgidir. Coşkuludur, asidir ama en önemlisi de güler yüzlüdür. Tüm zorluklara rağmen ağız dolusu gülümsemesini eksik etmeyendir. Zorluklarla çevrili yaşam ve mücadele gerçeği onda ciddi bir tecrübeye dönüşmüştür. Mütevaziliği ve samimiyeti ile tecrübelerini paylaşmayı eksik etmeyen bilge bir kadındır artık.  Girdiği tüm savaşlardan aldığı yaralar olsa da asla yürüyüşünde engel olarak görmeyen, olmasına da izin vermeyendir. Anlamlı yaşamda ısrar edendir Zîlan, kendini adanmışlığın ifadesine kavuşturandır. Adının anlamını bir an bile unutmayan ve sürekli tekrarlayandır. Mücadele gerekçelerini asla unutmayan, zafere kilitlenmiş bir özgürlük komutanıdır. Pusulası Önderlik’ tir, Önderlik O’nun özgürlük çağrısıdır. Kulağında sürekli sevdiği bir ezgi gibi dolaşır bu çağrı, dinledikçe vazgeçilmezi olur. Bir Eylül ayında başlayan, 20 yıl soluksuzca süren özgürlük ve hakikat yürüyüşünün sahibidir. YJA-Star temsiliyetini şahsında somutlaştırandır, hakkı verilmiş bir yaşamdır onunkisi. Bir Anka kuşudur şimdi o. Yaşamı ve duruşuyla özgür kadın kimdir ve nasıl yaşara cevaptır. 2022 yılından şehit düştüğü ana kadar Metîna eyalet yürütmesinde yer alır Zîlan arkadaş, 8 Nisan 2024 tarihinde Metîna’da gerçekleşen düşman saldırısında Şahan Amed ve Serhed Çarçella yoldaşları ile beraber ölümsüzleşir. Mücadele Arkadaşları  

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 19 May 2025
Görüntüleme: 150

YÜREĞİYLE KAVGALARA TUTUŞTU

“Yüreğimi alıp kavgaya yürüdüm Yürüdüm, dağların doruğuna eriştim Kurumasın diye sevda fidanı Canımı alıp canan ile bölüştüm…”  (Mizgin Umut) İnsan yüreği bir hazine gibidir, her insan kendi yüreğini değerli mücevherlerle doldurur. Kiminin özlemi, hasretiyle dolar. Kimininse umudu aşk ile yeşerir yüreğinde. Kimisi yüreğinin peşinde; yol boyunca tüm zorlukları sırtlar, kimisi de sessiz sedasız hayatı seyreder. Sistem yaşantısının bunaltıcı havasından yüreğine sığınan ve arayışlar içerisinde olan gençlerden biriydi Mizgîn. Rojhilatê Kurdistan’ın Ûrmiye şehrinden olan yurtsever ve kendi geleneklerine bağlı bir aile içerisinde büyümüştü. PKK’yi tanıyan, seven ve destekleyen aile ve çevresinden küçük yaşta hareketi tanıma fırsatı bulmuştu. Sistemin yaratmak istediği insan modelini ve dayattığı yaşam şeklini kabullenmekte güçlük çekmişti. Sistem okullarında liseye kadar okumuş ve eğitim sisteminin dayattığı tekçi, kalıpçı ve baskıcı devlet düşüncesini reddetmişti. Bu nedenle sürekli bir arayış içerisinde olan Mizgîn, PKK ideolojisine yakınlık duymaya başlamıştı. İran devletinin erkek egemenlikçi sistem kurallarının özellikle kadınlar üzerinde uyguladığı baskıları ve yarattığı toplumsal algıları kabul etmeyip her zaman asi bir duruşun sahibi olmuştu. Bir kadını var eden değerlerin yasaklanması ve ortadan kaldırılmaya çalışılmasına karşı onu yaratan değerlere olan inancıyla tüm baskılara rağmen değerlerine daima sahip çıkmıştı. Hırçın, asi ve mücadeleci karaktere sahip olan savaşçılardan, Kurdistan Özgürlük Hareketinde mücadele eden kadın gerillaların heybetli, güçlü ve kendinden emin duruşlarından çok etkilenmişti. Kadın gerillalara olan merakı onun partiye olan yakınlığını, bu yaşama olan merakını arttırmıştı. Bu temelde PKK yaşamı hakkında arayışlar içerisine girmişti. Arayışlarının sonucunda bazı çalışmalarda yer almaya başlamış, Önderlik ve hareket hakkında merak ettiği birçok konuya cevap bulabilmişti. Yer aldığı çalışmada hem gördüğü bazı kadrolar şahsında hem de parti materyallerini okuyarak hareketi, ideolojisini ve amacını daha iyi tanıma fırsatını bulmuştu. Her geçen gün Önder APO’ nun yaratmak istediği yeni yaşama ve özgür insana hayranlık duymaya başlamış ve yaşama bakış açışı değişmişti. Kendi yaşamına Önder APO’nun ideolojisi sayesinde yön veren Mizgîn, yürütülen mücadelenin kalbinde yer almak isteyerek gerilla saflarına katılma kararı almıştı. Yol boyu gönlündeki umudu yeşerten Mizgîn, hayallerindeki aşka kavuşmanın heyecanıyla yürüyordu şimdi. 2006 yılında katılım yapmış, büyülendiği kadın gerillalarla buluşmuş ve hep aradığı yaşamın kaynağına kavuşmuştu. PKK mücadelesi hakikatin kazanılmasında ilerlenen zorlu bir mücadele sürecidir, bir bütün olarak gerçek ama acı veren türden bir gerçekliktir. Bu yüzden Mizgîn “Bu yaşam sıradan bir yaşam değil kimse oyun sahnesinde değil burası gerçekliklerin diyarı, insanlığın mekânı hani hep derler ya gerçekler acıtır fakat şu bilinmeli gerçekler acıttığı kadar da büyütür” demişti. Mizgin, şimdi dağlardaydı ve karanlığın içinden umut ışığı gibi aydınlanan Önder APO’nun yarattığı, o özgür yaşamın içindeydi. Ve PKK’nin bu emsalsiz yaşamı insanı adeta cezbediyordu. Mutluluğunu gizleme gereği duymadan büyük bir istek ve arzu ile gittiği yeni savaşçılar eğitiminde var olan yoğunlaşmalarını derinleştirmişti. Daha önce çalışmalarda yer aldığından dolayı PKK’ye, yoldaşlık ilişkilerine ve komünal yaşama yabancı olmayan azimli savaşçı kısa sürede dağ yaşamına uyum sağlayarak aktif bir katılım sergilemişti. Mizgîn, dağın çetin koşullarına hemen adapte olmuş ve yaşamdaki dürüst, samimi, moralli ve coşkulu katılımı ile yoldaşlarınca sevilen biri olmuştu. Eğitimden sonra Qendîl alanında pratik yürütmeye başlayan özgürlük yolcusu, yoldaşlarının yardımıyla gerilla yaşamına daha çabuk adapte olmuştu. Çalışmaların yoğunluğuna rağmen hiçbir zaman kendini Önder APO çözümlemeleri ve savunmaları ekseninde eğitmeyi ihmal etmemişti. Bu yüzden her zorluk karşısında çok anlayışlı yaklaşmış ve yeni olmasında rağmen gösterdiği anlam gücü ve direnç sayesinde örnek bir militan olmuştu. Onun için zorluklar olmadan insan özüne, özgürlüğüne kavuşamazdı. Bu yaklaşımla kolaylıkların ardındaki tehlikelerden sürekli uzak durduğu gibi zorlukların ardındaki güzelliklerin peşinden de aşkla koştu. Gerilla Mizgîn, günden güne ivmesi artan bir gelişim temposunu yakaladı. O yalnızca iradi anlamda ve ideolojik boyutta değil şimdi askeri anlamda da profesyonelleşmiş, örgütsel boyutuyla da büyük tecrübeler edinmişti.  2015 yılında DAİŞ’in başlattığı vahşice saldırılara karşı savunmasız kalan halkını korumak için dağlardan inen gerilla kuvvetinin içinde Mizgîn de vardı. Gözünü kırpmadan yedisinden yetmişine kadar insanları katleden ve kadınlara tecavüz edip köle pazarında satışa çıkaran canilerle savaşıp destansı direnişin sahibi olmuştu. Mizgîn de artık küçük yaştan beri hayranlık duyduğu, hep hayalini kurduğu cesur ve yiğit kadın savaşçılardan olmuştu. DAİŞ’e karşı yürütülen savaş mevzilerinde yaralanan Mizgîn, gördüğü tedaviden sonra mevziisine geri dönüp yoldaşlarıyla omuz omuza gece gündüz düşmanla çarpışarak DAİŞ’i yenilgiye uğratmayı başarmıştı. DAİŞ çetelerine karşı verilen mücadelede kadının öncülüğünde zaferler elde edilmiş ve çetelerin işgal ettiği alanlar özgürleştirilmişti. Bu savaş bir anlamıyla 5 bin yıllık erkek egemen sistem ile kadın savaşçıların varlık ve yokluk savaşıydı. Mizgîn ve yoldaşlarının insanlığa armağan ettiği bu zafer bin yıllara bedel bir zaferdi. Savaş ortamı insanı olgunlaştırır, çeliğe su verme misali insanı daha dayanıklı hale getirir. Tüm yaşam gerçekliklerine şahitlik ettiği mevzilerde Mizgîn de bu yaşam alevlerinin içinde yeniden doğmuştu. Tarihi bir direnişte yer alıp büyük tecrübeler edinmiş ve tekrardan dağlara dönmek için yola koyulmuştu. O, bambaşka duygularla Medya Savunma Alanları’na dönmüştü, bastığı topraklar, soluduğu hava, tenine değen güneş, öten kuşlar, yeşeren ağaçlar, açan çiçekler ve baktığı her yüz Mizgîn’e daha anlamlı gelmişti. Çünkü yaşam uğruna savaşmış ve bu yolda yüreğini ağır bedellerin acısıyla doldurduğu kadar dişi ve tırnağıyla verdiği savaşın mutlaka zafere götürdüğünü de bizzat görmüştü. Büyük bir sorumluluk duygusuyla yaşama daha fazla sahip çıkmış ve şehit yoldaşlarının bedenleriyle siper olduğu bu yaşamın en belirgin savunucusu olmuştu. Günlük ve hatta anlık olarak kendini eğiterek öz gücünü en azami şekilde açığa çıkarıyor ve mücadelesinin hizmetine sokuyordu. Kadın özgürlük çizgisinde benliğini yeniden gözden geçiriyor ve daha güçlü bir karaktere ulaşarak komutanlığın büyük görev ve sorumluluğunu üstleniyordu. Askeri anlamda yetkin olan ve ideolojik bir donanıma sahip olan Mizgîn, kadın özgürlük mücadelesinde zaferlerin sahibi olmayı başarmıştı. Komutan Mizgîn, 4 Ekim 2018 günü faşist Türk devletinin gerçekleştirdiği saldırılarda şehadete ulaşmış, bedeni korumakta olduğu vatan toprağına karışmıştı. Mizgîn, mücadele içerisinde Apocu felsefe ışığında kendini arındırmış, özgürlüğü tatmış ve herkesle paylaşmıştı. Her solukta özgürlük için mücadele vermiş, silahıyla destanlar yazmıştı. Hakikate biraz daha ulaşmıştı. Ve Mizgîn büyük bedellerle ekti yarınlara umutları, fidanları büyük emeklerle büyüttü. Anısı her daim mücadeleyi büyütme gerekçesi olacak... Mücadele Arkadaşı

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 22 Nisan 2025
Görüntüleme: 145

ÖZGÜRLÜK YOLUNU AYDINLATAN BİR MEŞALE ESER WARŞÎN

“Yeter ki istesin insan, sever. Görmek isterse yıldızları, Dokunmak isterse kaleme, Bağırmak isterse gerçeği, İnsan isterse sever. İlk canlıyı düşleyip, bilinci muğlaklıktan sıyırmak, Gülüşlerin perdelerini kaldırıp, mutlak yalnızlığı parçalamak, Yaşamın en doğru tanımıysa farkına varmak Yeter ki istesin insan sever. Evren insan ise, anlaşılmak önemli ise, Yaşam enerjinin akışkanlığı ise, Hakikat, anlam gücü ise, Her şey canlı ise, Kendini aşmak isterse insan, sever…”             Böyle dökülür yüreğinden dizeler Eser Yoldaşın. Tıpkı şiirinde de dile getirdiği gibi sever Eser Yoldaş. Sevdikçe daha da büyütür yüreğini. Çünkü sevginin fedakârlık olduğunu bilir ve doğru sevebilmek için kendinden vermesi gerektiğini anlar tüm benliği ile. Taşkın ırmaklar gibi sevilmek için önce taşkın ırmaklar gibi sevmek gerektiğini öğrenir erkenden. Öğrenir ve sever. Önderliğimizin ve kutsal şehitlerimizin yarattığı değerleri beyniyle ve yüreğiyle anlayıp hisseder, hissettikçe gerçek sevginin hakikatine erişir. Yaratılan tüm sevgi değerlerine iman edercesine katılır özgür yaşama. Ayrılıklar da sevdadandır deyip sonrası olmayan ayrılıkları da göğüsler. Zaten sonrası yok ki bu sevginin. Gerillada ki bu sevgiyi tarif etmeye kelimeler yetmez, sadece yürekler yeter. Ki yürekte kavramlarla, tanımlarla sınırlamaz. Bir şeyi tanımlamak ona sınırlar yaratmak değil midir zaten? Bu sevginin bir kalıbı yoktur ki tanımlanabilsin. Tanımlamak eksik bırakmak gibi, hakkını verememek gibi… Mücadelenin en kızgın olduğu demlerde bile kaygısızca, hesapsızca severek, sevginin timsali olan Eser Yoldaş sonbaharın en güzel ayı olan Eylül de İstanbul da açar gözlerini yaşama. Aslen Ardahan-Göleli olsa da hiçbir zaman görmez kutsal topraklarını. Bunun eksikliğini her zaman yüreğinin en derinlerinde hisseder. Yurtsever olmayan bir aile ortamında doğup, büyüyen Eser Yoldaş kendi kültür ve dilini hiç bilmez. Bildiği tek şey, Kürt olduğudur ama bunun ötesi yoktur. Büyüdükçe kimlik arayışı daha da çok gelişir. Kürt halkının bir ferdi olmasına rağmen kendi gerçekliğinden bu kadar uzakta yaşamış olması Eser Yoldaşı belli sorgulamalara sürükler. Yaşadığı sorgulamalardan ve çevresindeki kimi yurtseverlerle yaptığı tartışmalardan yavaş yavaş Kürt ve Kurdistan gerçekliğini bilince çıkarmaya başlar. Her ne kadar soykırımcı Türk devletinin uyguladığı politikalar sonucu kimliğinden, dilinden ve kültüründen uzaklaşmışsa da özünü yitirmemiş bir Serhat kadını olarak özüyle buluşmak için büyük bir çabanın sahibi olur. Eser Yoldaş bu konudaki hislerini şu sözlerle yansıtır; “Hiç köyümü görmedim, bu hep içimde kaldı. Kendimi Serhat topraklarında arayabilmek istemişimdir hep.” Yaşama dair yaptığı sorgulamalarda aynı zamanda toplumun kadına biçtiği rolün de ayırdına varan Eser Yoldaş, bir kadın olarak kendisine dayatılan geri geleneksel yaşam biçimini hiçbir şekilde kabul etmez. Kapitalist yaşam içerisinde hiçbir zaman var olanla yetinmeyen Eser Yoldaş hep bir alternatif yaşam arayışında olur. Tam da bu süreçte tanışır Önderlikle. Önderliği araştırıp incelemeye başladıkça her geçen gün özüne bir adım daha döndüğünün farkına varan Eser Yoldaş, bir kadın olarak özgürlük umudunu daha da güçlendirir. Önderlik gerçekliğinde doğru sevgiye nasıl ulaşacağını görür ve buna ulaşır. Önderliği ilk okuduğu zamanki duyguları şöyle dile gelir yıllar sonra; “Önderlik çok çekiciydi aslında. O’nu tanıma istemim, felsefesini öğrenme hevesim her gücen gün artıyordu. Önderliği okuduktan bir müddet sonra farkında olmadan seni doğruya çekip, seni sana tanıtıp özünle buluşturuyor. Ve yaşamına anlam katmaya çalışıyorsun artık.” Artık daha fazla bu şekilde yaşayamaz Eser Yoldaş. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak ister. Çünkü bir Kürt kadını olarak, birden fazla ve kendisinin olmayan, gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşımak sıkıntılı bir yük gibidir artık... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Bu soruların cevabını bulduğu Önderlik felsefesinin doğru katılımcısı olabilmek için kendisini özgürlüğe çağıran sese kulak vererek, 2014 yılında yönünü özgür dağlara döner. Gerilla saflarında ilk olarak dürüst, açık, samimi ve istekli katılımıyla dikkatlerini çeker yoldaşlarının. Bir gün bile olsun yaşam heyecanını yitirmeden katılımını güçlendiren Eser Yoldaş Önderliği tanıdıkça daha da çok sahiplenir bu yaşamı. Yıllardır aradığı kökleriyle buluşmadır bu onun için. Eser Yoldaş öyle derinden sever ki bu yaşamı, yoldaşlarını ve kadınları, bütün insanlığın sevgisi onun ruhunda can bulur sanki. Rüzgârda savrulan saçının her telinde Kürdistan’ın karış karış toprağı konuşur. Önderlik felsefesinde, Sara Yoldaşın yolunda öyle güzel büyütür ki yüreğini Eser Yoldaş yeniden kavgayı öğretir gibidir yaşamıyla. Açık ve kaygısız olmak, en çok sevdiğini eleştirmek, ruhunu dağlarla yoğurmak, Kürdistan’ın her karışında mayalamak… İşte bunlar ifade bulur onda. Ne güzeldir ki ona dost olabilmek… Eser Yoldaş asla yaşamının basit, kuytu köşelerde geçmesine izin vermez. Ne kolay ve sıradan yaşayacaktır ne de bu şekilde bir mücadelenin sahibi olacaktır. Savaşa dair yoğunlaşmalarını her geçen gün derinleştiren Eser Yoldaş, Kürdistan’da zaferin ancak fedailik çizgisinde bir mücadele ile mümkün olduğu sonucuna varır. Bunun da Önderlik felsefesinde ve binlerce yoldaşın emek ve kanlarıyla yarattığı kutsal PKK yaşamında kendini eritmekten geçtiğinin bilincine varır. Profesyonel bir özgürlük gerillası olmayı hedefleyerek kendisini askeri taktik ve teknik açısından sürekli geliştirir. Düşmana ağır darbelerin vurulduğu birçok sürpriz eylemin hazırlanmasında ve pratiğe geçirilmesinde emek sahibi olur. Kendisine öncü bellediği başta Güneş’imiz Önder Apo’nun paradigması ile ilerlerken, fedai yoldaşların yarım kalan hayalleri ile yürür. Her geçen günde kararında net, eylemci kişiliği ile yol alan Eser Yoldaş asla pes etmeden, ısrarla başarıya doğru yürür. Sömürgeci Türk devletinin Kuzey Kurdistan başta olmak üzere tüm alanlarda Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarını yoğunlaştırması ve katliam gerçekleştirmesi Eser Yoldaşın düşmana olan öfkesini daha da biler. Bunun için Kuzey Kürdistan’a geçme önerisinde bulunarak mücadelesini daha da büyütmek ister. Fedai komutan Zîlan Yoldaşın ardılı olarak, büyük bir hayranlık duyduğu Sara Yoldaşın mekânı olan Dêrsîm’e geçmeyi özellikle isteyen Eser Yoldaş, yoğun ısrarları sonucunda bu amacına ulaşmayı başarır. Gittiği Dêrsîm alanında hiçbir zorluğu gerekçe yapmadan içten yoldaşlığa ve derin özgürlük bilincine anlam verir. Apocu özgür bir kadın militan olarak düşman saldırılarını boşa çıkarma ve darbe vurma arayışlarını sürekli kılar. Düşmanın her türlü engelini ve zorlukları aşarak an’a ve döneme cevap olmasını bilen Apocu bir fedai olur. 14 Ekim 2023 günü Dersim’de gerçekleşen düşman saldırısında Edessa Cejna Yoldaşla beraber son nefesine kadar direnerek şehadete ulaşır. Eser yoldaşımız; özgür kadın ilkelerindeki tavizsiz duruşu, direngen ve yılmaz kişiliğiyle her zaman yolumuzu aydınlatan bir meşale olacaktır. Mücadele Arkadaşı

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 29 Mart 2025
Görüntüleme: 145

KIZGIN SAVAŞLARDA BİLENİP GELİŞEN DİRENGEN KOMUTAN; ŞEHİT ONUR ARTOS

Kalmışsa insanın yüreğinde, biraz insanca yaşama onuru, en güçlü dürtüdür onda özgürlük arayışı. Ekmek ve sudan daha acil, hayatındaki tüm sorunlardan daha vahimdir. Onun için yüreğini kopartırcasına ağırdır düşman kafesinde yaşamak ve en ürkütücü şeydir doğru yoldan habersiz yaşamak. Dilinin, kültürünün, varlığının, anne ve babasının dahi hor görüldüğü, emeğinin sömürüldüğü, her sözünün yasaklandığı bir sistemde yaşamak en ağır işkencedir onlar için. Eğer varsa insanın yüreğinde biraz insanca yaşama onuru, Hallac’ca derisi yüzülse de dönmez sözünden, vazgeçmez özünden. Kurdistan dağları yarım asır kadardır sözünün arkasında, hayallerinin ardılı, onurlarının savunucusu olmakta karar kılanların kadim meskeni oldu. Dağlara nice dağlar ekildi, dağ gerilla rengine büründü, gerilla dağ oldu sarsılmaz kayalıklar misali ve dimdik durdu işgalin, işgalcinin karşısında. En cehennemi ateşlerde dahi özünden, sözünden hakikatinden vazgeçmedi. Apoculaştı gerilla, o yüce, o tarihin eşini daha görmediği saf irade, saf onur ve saf kararlılığın gücünü şahsında somutlaştıran Önder Apo’un öğretisinde kendini yeniden yarattı gerilla. Bugün de bu yola giren gerilla kudretinin neleri başardığının eşsiz sahneleri somut bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Tarihi Zap savaşı devam ederken amansız bir iradeyle bir halkın kurtuluş savaşını yürütenler Onur diye haykırıyor. Onur onların tek emeli, onur onların dayanağı ve onur onların umutları oluyor. Kurdistan’lı Yurtseverler Metropollere Göçerken Kendileriyle Birlikte Bir Kurdistan Taşıyordu Şükran Arvas (Onur Artos) Wan’ın heybetli Artos dağının eteklerine kurulan Westan ilçesinde Kürt kültürüne ve yurtsever değerlere bağlı bir ailede dünyaya geldi. Ailesi düşman politikaları karşısında diz çökmediğinden köyleri yakılıp metropollere taşınmak zorunda kalan yüzlerce aileden biriydi. 1993 yılında metropollere taşınan aile tüm baskılara rağmen değerlerine sadık kaldı ve yurtsever özünü korudu. Yurdundan uzakta büyüyen Şükran her daim en derin tarafında, ülkesini beraberinde gittiği her yere taşıdı. İmha ve inkâr zihniyeti Kürtleri Kürdistan’dan uzaklaştırarak onları Türkleştireceğini, Türk milliyetçiliği içerisinde eritip sindireceğini zannederken Kürdistanlı yurtseverler kendileriyle birlikte bir Kürdistan taşıyordu metropollere. Şükran, köylerinin yakıldığı anın annesi tarafından hazinle anlatıldığı hikâyelerle büyüdü. Erken yaşlarda aklı ermişti büyük sorunlara, yaşıtları bez bebeklerle oynarken o hep bir yabancılık hep bir yarım kalmışlık hissediyordu. Bir ülke davası vardı ve bu dava onun zihninde ‘ONUR’ un eş anlamlı kelimesi gibi nakış etmişti kendisini. Onuru için dağlara çıkan, onuru için zindanlarda yatan akrabaları vardı. Sistem okulunda 7 yıl okumak onun için devlet yolunun hiçbir getirisi olmadığını anlamaya yetmişti. 7. Sınıftayken terk etmişti okulu ve kendi emeğiyle yaşama atılmaya o küçük yaşında başlamıştı. Çocukluğundan beri içinde yurtsever özler taşısa da partiyi yakından tanıması 2011 yılında seçim çalışmalarına girmesiyle başlar. Partiyi yakından tanımasıyla beraber hemen mücadelede aktif rol almak ister ve gençlik çalışmalarına dâhil olur. Bildi bileli maruz kaldığı ötekileştirilme ve hor görülme duygularının sebebini bilince çıkarttığında coşkun dereler misali akmaya başlar Şükran. Akar kurutulan tarafının üstüne, besler yurtsuzluğun yarattığı kuraklığı, akar savrulan benliğinin üstünü toplar her bir parçasını sistem kuytuluklarından, akar düşman üzerine en sert dalgasını düşmanın kolluk kuvvetinin suratına vurur. Aktıkça berraklaşır, aktıkça umudu olur bir halkın ve aktıkça bulur kendini ve onurunu. Gençlik çalışmalarındaki faal katılımından kaynaklı 2012 yılında tutuklanır. Yine bir sindirme politikası ters teper, yine ‘ONUR’ en yenilmez, en zapt edilmez bir insanlık değeri olarak kendini sere serper. Şükran zindanda olduğu süreç içerisinde Şehit Viyan Soran’ın, Şehit Andok ve Şehit Êrîş’in fedai eylem raporlarını okur. Viyan Soran arkadaşın mektubunda gördüğü Önderliğe derin bağlılığın sebebini merak eder ve o zaman ciddi anlamda Önder Apo’yu merak etmeye başlar. O Şehit Viyan’ın mektubundan o kadar etkilenmiştir ki o mektupla kalkıp o mektupla yatar. Zindan ortamında doğal olarak artık Viyan adıyla çağırılır. Bu temel üzerinde ilk kararlaşmasını yaşar ve zindanda iken kadro olma sözü verir. Büyük zindan direnişlerinin, açlık grevlerinin olduğu bir süreçte zindanda geçirdiği dönem onun benliğine sarsılmaz bir mücadele aşkı bahşeder. 2014 yılında tahliye olduktan çok kısa bir süre sonra yönünü direkt Kürdistan dağlarına döner. Verili Sisteme Yetinen ‘Şükran’ Değil, Öz İradesini Aramaya Koyulan ‘Viyan’ Oldu Viyan koyar adını, Viyan Artos. Çünkü o metropollerde büyümüş olsa da Artos’ların çocuğudur ve sistem pençesinde açmış olsa da gözlerini Vîn’dir O, Viyandır, ete kemiğe bürünmüş iradedir ve Viyan Soran’ın bir ardılıdır. Dağda geçirdiği her ana büyük anlamlar sığdırır Viyan, Apocu felsefeyi günden güne daha yakından tanıdıkça fikri ve zikri berraklaşır, benliği daha da güzelleşir daha da kendi kılıfını aşar olur. Dağda aldığı ilk gerilla eğitiminden sonra düzenlemesi Basın çalışmalarına yapılır, bu çalışmaları yürütürken derinlemesine yoğunlaşmalar içerisine girer. Basına işlemiş olduğu her bir şehit yoldaşı aslında en çok kendi içine işler. Her şehitte daha da bilenir, keskinleşir irade ve kararlığı. 2016 yılında Şehit Mazlum Doğan Parti Okuluna giderek yoğunlaşmalarını daha kolektif ve daha sistemli bir hale getirebileceği bir ortama girer. Akademi süresi boyunca hemen her konuda kendi benliğine dokunur Viyan. Zaten her şey benlikte başlamıyor muydu? Kendine hâkim olduğun an evrene hakim olduğun an değil miydi? Önderlik felsefesinde derinleşip aydınlandıkça daha da güçlendi daha da güzelleşti Viyan. Akademi sürecinden sonra tekrar basın çalışmalarına dönen Viyan Arkadaş bu defa Xakurkê ve Xinêre alanlarında savaşın içinde yer alarak savaş muhabirliği yapar. Sıcak savaşın yüzünü ilkin orada görür, kendi gözleriyle kendi kamerasıyla şahitlik eder bir tarafı muazzam irade öte tarafı feci bir vahşet olan savaşa. Düşmanın gerçek yüzünü o zaman görür kazan bombaları ve siha roketleri üzerinde. Anlar o zaman, anlar ki savaş yegâne umut yegâne onur kaynağıdır. Her ne kadar kaldığı basın çalışmasının öneminin farkında olsa da kalbi hep ön cephelerde atar, orada bulunmak, orada namlusunun ucundan kinini kusmak ister. Yoğun önerileri üzerine askeri kuvvetlere geçer. Askeri açıdan her zaman bir gelişme gerekliliğini derinden hissedip buna göre kendine bir disiplin kazandıran Viyan Arkadaş bir süre sonra yoğunlaşmalarını tırmandırarak bir zirveye çıkartmaya çalışır ve özel kuvvetlere geçme önerisinde bulunur. 2019 yılının başından itibaren özel kuvvetlere dahil olur ve burada inanılmaz duygular yaşar. Zindandayken mektuplarını okuduğu Şehit Andok ve Şehit Êrîşlerin mekânındadır, Doğaların, Zınarların yoğunlaşmalarını zirveye taşırdığı yerdedir, Şehit Zîlan’ın adını alan Ölümsüzler Taburunun çok yakınındadır. Bu başlı başına onu derin sorgulamalara yönlendirirken benliğinin sınırlarını aşmada da yapıcı bir sorgulama dönemi olur. Adını, tüm hücrelerine kadar uğrunda savaştığı Onur koyar. Onurdur o, onurludur, onuru için göğüslemiştir onca zorlu koşulu, onuru için âşık olmuştur Apocu felsefeye. 2021 yılına kadar da Özel Kuvvetler bünyesindeki çalışmalara dâhil olup buradaki yoldaşlarıyla sarsılmaz güven bağları geliştirir. Onur, derinleştirdiği yoğunlaşmaların meyvelerini pratik savaş sahasında alıp halkına sunmak ister. 2021 yılında düşmanın Garê Siyanê operasyonuyla startını verdiği pençe kilit operasyonuna karşın etkin bir şekilde savaşın içerisine dâhil olmak isteyen Onur Arkadaş önerisi üzerine 2021 yılı sonbaharında Medya Savunma Alanlarına hareketli birim endamı olarak geçti. Zap Vadisinin Tam Kalbinde, Şehit Ümit Direniş Kampında ‘Onur’ Savaşının İçinde Buldu Kendini Zap’ın hareketli birlikleriyle beraber hareket ederken Partiyi tanıdığı ilk yıllardaki heyecan yine sarıp sarmalar yüreğini. Coşkun bir nehir misali akar yine, akar akar durulmaz, akar akar berraklaşır Onur. Birçok eylemde rol üstlenir, birçok mevzilenme çalışmasına öncülük eder. Her anını savaşa göre düzenler. Kısa bir süre içerisinde hesapsız ve adanmış kişiliğiyle oradaki tüm yoldaşlarının yüreğinde yer edinir, güven verip güven yaratır. Hem eylemlere katılır hem de hazırlıklara öncülük eder. 2022 yılında T.C hükümeti tüm Türkiye’yi borç batağına sürüklemek pahasına olsa da her türlü masrafı göze alarak dünyanın en gelişmiş tekniklerinin elinde bulunmasına duyduğu güvenle Zap üzerine yürüdü. İlk geceden 300’ü aşkın hava saldırısı gerçekleştirmişti. Onlar bu hava saldırılarından sonra zaten savaşacak kimsenin kalmayacağına kalanların da savaşamayacak durumda olduğuna ikna etmişlerdi askerlerini. Tabi Türk askeri Zap toprağına adım atar atmaz hezimete uğruyordu. Direniş kalelerinden çıkıp vuranlar, araziden vuranlar nefes aldırmıyordu Türk askerine. Tarihi bir savaş, eşine rastlanmamış bir iradem sergiliyordu gerilla. Zap yüzyıllarca konuşulacak, örneği verilecek bir destan yazıyordu. Onur bu savaşın tam kalbinde bulmuştu kendini. Kürdistan Halkının kurtuluş ve özgürlük hayalini kendi eliyle resmeder gibi hissediyordu, ülkesine karşı inanılmaz sorumluluk duyguları o savaşta çok daha fazla pekişmişti. Durmuyordu, duramıyordu. Bir şeyler yapmak istiyor, hemen darbe vurmak hemen intikam almak istiyordu. Savaş başladığında Zap’ın hareketli birliğinde yer alıyordu Onur. Sayısız fedakârlığa ve sayısız eyleme katıldı Onur. En çok da Şehit Şahin tepesi üzerinde toplanan düşmana vurdu, en çok onları cezalandırdı. Şehit Avzem ve Şehit Bagerlerin öncülük ettiği direnişe müthiş bir saygıyla bir kutsallıkla yaklaştı ve oradaki fedai arkadaşlarının yükünü hafifletmek için muazzam bir çabanın sahibi oldu. Cihaz üzeri gelen Avzem’in sesinden Onurlar, Onur’un sesinden Avzem’ler güç aldı. Her yerde tek bir ruh olmuştu gerilla. Gerilla her yerde aynı gerilla, düşman her yerde aynı düşman kesilmişti. Onun için her mevzi bir diğer mevziyi derinlemesine hissediyor ve anlıyordu. Onun için yoldaşlık sevgisi, fedailiğe biçilen saygı öyle bir derinleşmişti ki ortaya çıkan sinerji her türlü düşman saldırısını yok sayıyordu, yoktu onlar, olsalar dahi değiştiremezlerdi hiçbir şeyi, edemezlerdi gerillayı dağlardan Kürdü toprağından. Uğruna canlarından çok daha fazla şeyi verecek olanlardan biriydi Onur. Şehit Şahîn Tepesi üzerindeki askerlere yaptıkları eylem sonrası birimleri Şehit Ümit kampına çekilmişti Heval Onur’un. Şehit Ümit kampı Şehit Şahîn tarafından gelindiğinde Çemço’nun girişinde yer alan bir yerdedir. 30 Haziran’dan itibaren onlarca tankları ve yüzlerce askeriyle Çemço alanına girmek isteyen düşmana karşı kendini siper edercesine fedaice bir savaşın ve direnişin sahibi oldu Onur. Sürekli dışarı çıkıp ferdi silahlarıyla yaklaşık 15 gün boyunca çatışarak düşmanın Çemço içlerine kadar girmesini engellediler. En son düşman Şehit Ümit kampı üzerine geldiğinde tüm imkânsızlıklarına ve tüm zorluklarına rağmen amansız bir direniş örneği sergilediler. Komutanını arayan savaş gelip orada onları buldu. Yaklaşık 40 gün boyunca dişlerini tırnaklarına, gecelerini gündüzlerine katarak en büyük adanmışlık timsallerinden biri oldular. Onur yoldaş burada doğal bir komutan rolünü üstlendi. En zor koşulların içlerinde yer almasına rağmen her zaman güç veren, moral veren konumunu korudu. O adına yaraşır yaşayıp savaşanlardan oldu. Ömrünü onuruna adayanlardan oldu, Şehit Viyan Soranların, Şehit Êrîş ve Şehit Andokların, Bager ve Avzemlerin ardılı oldu. Derin bilinci, samimiyeti, mütevazı kişiliği, sonsuz bağlılığıyla yoldaşlarının güven kaynağı oldu. Onurlu bir yaşamın nasıl yaratılacağını cümle cihana gösterdi. Mücadele Arkadaşı

Ayrıntılar
Oluşturuldu: 29 Mart 2025
Görüntüleme: 156

Sayfa 6 / 11

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • İSYANCI VE ÖZGÜR RUHLU BİR KADIN; ŞEHİT DOĞA PÎRDOĞAN

  • Ordulaşma Tarihimizde Ekim Şehitlerimiz

Ana Menü

  • ANA SAYFA
  • ÖNDER APO
  • AÇIKLAMALAR
  • GÜNDEM
  • ÖNCÜLERİMİZ
  • STAR AKADEMİSİ
  • STAR GÜNLÜKLERİ
  • DAĞ DÜŞÜNCELERİ
  • VİDEO GALERİ
  • FOTO GALERİ

Ara Menü

  • Sitede ara