ŞEHÎD MELSA MÛŞ
Neolitik devrimin zihniyet boyutunu ele aldığımızda kadın eksenli zihinsel gelişim tüm toplumsallığa damgasını vurmaktadır. İlk düşünce biçimi olan Animizmin düşünce ve inanç biçimi neolitik toplum sisteminin özgürlük paradigması olarak yorumlanabilir.
Toplum doğayı kutsuyor, kendisi gibi canlı görüyor. Cansız bir doğa anlayışı yok. Kendi içerisinde eşitlikçi, özgürlükçü, adil paylaşımcı, karşılıklı bağımlılık ilkesiyle bunları anlamlandırarak, birbirini tamamlar niteliktedir. Ya hep ya hiç ilkesi birey toplum ilkesinin bütünlüğünü ifade etmektedir. Toplumsal hakikat bu anlamda bütündür. İnsanın doğayı bütünlüklü ele alışı ve kavrama çabası kendisiyle insan doğa arasında bütünsel bir hakikati oluşturmuştur. Doğru bilinen, doğruluğu kabul edilen, değişmez olduğu düşünülen ve varlıkla ilişkilendirilen değerler inancı oluşturmuştur. Son derece demokratik ve özgürlükçü bir temelde işleyen bir toplumsal yapı söz konusudur. İnançların ortak değerler üzerinden yükseldiği, insan türünü düzene, topluma ve toplumu var eden koşullara bağladığı inancın gücünü gösterir. Doğal toplumda her varlığın insan gibi ruhu olduğu, canlıcılık inancı hakimdir. Bu gerçeklik toplumsal zihniyetin şekillenmesinde önemli bir faktör olmuştur. Doğal toplumun zihniyet şekillenmesi toplumun doğa ile bütünlük içinde yaşadığı ilişki ve bu ilişkinin kendisiyle yarattığı bilgi, bilinç ve anlam gücünü oluşturmuştur. Bu anlamda toplumun düşünce yapısını olan Animist düşünce yapısı bir inançtan çok bilinçle, yeni bilgiye ulaşmayla, bu bilgiyle kendisini ve toplumunu var etme ve anlamlandırmayla şekillenmiştir. Yaratılan bu değerlerle ana kadın etrafında gelişen bir toplum, toplumsallık gelişiyor. Ana kadın toplumsal bir olgu olarak öne çıkıyor. Toplumsal bir güçtür, çünkü toplum onun etrafında şekilleniyor ve anlam kazanıyor. Kadın öncülüğünde gelişen bir sistem söz konusudur. Bu sistem özgürlük sistemidir. İçinde adaletin, özgürlüğün, emeğin, sevginin, erdemin olduğu bir sistemdir. Ahlaki güzelliğe ve büyüklüğe sahip bir özgürlük sistemi açığa çıkıyor.
Günümüzde yapılan arkeolojik araştırmalarda Neolitik devrim kültürünün M.Ö 10.000’lerde yukarı Mezopotamya özellikle Zagros Toros iç kavislerinde kalıcılaştığı gözlemlenmektedir. Neolitiğin ana bölgesi olan Orta ve Yukarı Dicle Fırat havzaları insan toplulukların yerleşik yaşam kültürüne geçmesinin ana mekanı olmuştur. Bu coğrafyanın önemi iklim koşullarının elverişliliği, her türlü bitki, hayvan ve canlı türünün hayat bulması, suyun bolluğu, toprağın bereketi, insan toplumsallaşması açısından en uygun koşulları yaratmasıdır. Bu nedenle Reber Apo Neolitik kültür devrimini ‘’Mezopotamya devrimi, Kurdistan devrimi’’ olarak ele almaktadır.
Kadın gerçekliği hem bu toplumsal birikimin ürünü hem de binlerce yılla dayalı açığa çıkan bu kültürel birikimin sonucudur. Yaşanan bu kültürün etkileri, izleri bugün hala yoğun bir biçimde aynı coğrafyada kadın şahsında görmek mümkündür. Aynı coğrafyada kadının varlık ve özgürlük arayışı, mücadelesi ve direnişi sürüyorsa bu yaşanmış ve yaşanan tarihsel, kültürel gerçekliğin köklü kanıtıdır. Aynı coğrafya da tarihsel süreç içerisinde farklı kültürler içerisinde eriyen, kaybolan izlerine bile rastlanmayan binlerce kültür olmuştur. Ancak tanrıça kültürüne dayalı gelişen kültürel devrimin izleri hala da canlılığını korumaktadır. Bunun temel nedeni ise tanrıça kültürünün kök kültür alması sebebiyledir.
Bu anlamda bir toplum tarihsel bir devrimi köklü olarak yaşamışsa o toplumun farklı kültürler içerisin de erimesi yok olması mümkün değildir. Tersine tarihsel süreç içerisinde onlarca farklı kültür ana kadın kültüründen beslenerek günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Kadının uygarlık karşısındaki direnişi yaşadığı ve yarattığı kültürel yaşamı uygarlık yaşamına tercih etmemesi ancak bu gerçeklikle izah edilebilir. Bu anlamda kadının zihniyet ve kurumsal dünyasını işgal eden bu öz devrim, kendi varlığını kültürel karakteriyle koruması dayandığı bu tarihsel kültürün gücünden ileri gelmektedir. Bu gerçeklik neolitik toplumun yaşam formu olarak da gelişim sağlamıştır. Yerleşik yaşamla birlikte bu kültürün ya da yaşam formunun kendisini köye, kıra, dağa ve tarıma dayandırması bu gerçeklikle izah edilebilir.
Mezopotamya coğrafyasında altın üçgen olarak tarihçilerin de hem fikir olduğu Kurdistan coğrafyası tarım köy devriminin ilk olarak geliştiği, yerleşik yaşamın ana mekanı ve merkezi olduğu açığa çıkan bulgu ya da veriler yaşanan tarihsel gerçekliği kanıtlar niteliktedir.
Bunlardan birkaç tanesini sıralarsak. M.Ö 60 bin yıllarına dayandığı söylenen Diyana’ya bağlı Mergesor alanında bulunan Şanedar şikeftidir. Kurdistan’ın Doğu Batı ve Güney üçgeninde olan bu şikefte tarihin en eski eserlerine rastlanmıştır. Burada Îştar kürsüsünün bulunduğu iddia edilmektedir. Yine Şikefta Du Derî Batı Kurdistan olan Efrîn coğrafyasında M.Ö 3000’lere ait bir yer olmaktadır. Şikefta Hezar Mêrd M.Ö 40 bin Silemanî’de bulunmuştur. Şikefta Zerzî M.Ö 25 bin yılla tekabül eden Silemanî’ye bağlı Zerzî suyu kenarında keşfedilmiştir. Girkê Heciyan Amed Farqîn bölgesi Newala Çorî Urfa Siverek, Gengci Dara-Ganjdara Kirmanşan, Qotê Ber Çem Amed Erxenî neolitik döneme ait 9000 yıl önceye ait antik şehir bulunuştur. Qotê Ber Çem Neolitiğin ilk yerleşim alanı olarak da ele alınmaktadır. Çeme Xalan Batman’da ilk neolitik yerleşim alanlarından M.Ö 10 binlere denk gelmektedir. Toplayıcılık ve avcılığın izlerine rastlanmıştır. Til Beyder Dirbêsiye ve Amudê arasında M.Ö 7000 Neolitik döneme ait köy. Girê Moza M.Ö 3500, 3700, Gundê Çermo M.Ö 9000 20 evin keşfedildiği neolitiğe ait köy.
Yine Urfa’da Xirabreşk, Göbekli Tepe kazılarında insanlık tarihine dönük yeni yorumlara yol açabilecek nitelikte açığa çıkan bulgular olmaktadır. Göbekli tepe neolitik öncesine yaklaşık M.Ö 15 binlere giden bir tarihe tekabül etmektedir. Burada 16 tapınağın keşfedildiği, tapınakların Mekke’den 40 kat daha büyük olduğu söylenen doğal toplum inanç merkezi olarak açığa çıktı. Anaerkil değerlerden önce ataerkilliğin hâkim olduğu söyleyen bazı yorumlar olmaktadır. Burada daha çok erkek figürlerinin olduğu sadece doğum yapan bir kadın heykeline rastlandığı iddiaları bulunmaktadır. Yine yerleşim yerleri, kabile sistemi, din ve inanç sisteminin, değiş tokuşun neolitikten önce olduğu tespit edilmiştir. Bilindiği gibi Göbekli Tepe kazı çalışmaları amaçlı bir şekilde durdurularak esasta tarih gerçekliklerin su yüzüne çıkmasına izin verilmedi. Birinci neden olarak Göbekli Tepe bulgularında açığa çıkan erkek figürlerinden yola çıkılarak tarihi kadın aleyhine ters yüz etme gerçekliğidir. Kadına dayalı gelişen toplumsallığı neolitik devrim yorumlarını boşa çıkarma esaslı olduğu söylenebilir. Oysa kadınsız bir yaşamın ya da topluluğun olmayacağı tüm tarih yorumcuları bu gerçeğin farkındadır. Ancak Rêber Apo ‘’Göbekli Tepe açığa çıkan bulgular neolitik yorumumuzu boşa çıkaramaz’’ yorumuyla Neolitikte yaşanan kadın öncülüklü hakikatin inkar edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Bir diğer önemli nokta ise evrensel tarih açısından Göbekli Tepe ile birlikte coğrafya olarak Urfa insanlığın gelişimi açısından önemli bir merkez, istasyon konumundadır. Yüzlerce kabilenin uğrak yeridir. Adeta ortak inancın kültür alışverişinin merkezidir. Kabile topluluklarının bir araya geldiği uygarlık birikiminin sağlandığı, ortaklaştığı, paylaşıldığı, birbirini beslediği ana merkezdir Urfa. Bu anlamda Urfa insanlığın kabile yaşamına geçişin ana merkezi olmasıyla evrensel bir karaktere sahiptir. Bu coğrafyanın altın üçgen olan Kurdistan olması, Zagros Torosun merkezi olması kadın gerçeğini dışında tutması mümkün değildir. Bu coğrafya dağ tanrıçası Ninhursak, görkemli Zagrosların tanrıçası İştar ve İnanaların hüküm sürdüğü coğrafyadır. Bu anlamda Göbekli Tepeyi ele alırken bu gerçeklikten bağımsız ele alamayacağımız gibi erkek aklıyla tarihin gerçek hakikatinin çarpıtmalarına ve manipülasyonlarına gelmemek gerekmektedir.
Bu gerçeklikten yola çıkarak neolitik kültürü ele aldığımızda binlerce yılla dayalı toplumun ruh ve zihniyet yapısının şekillendiği günümüze kadar bu kültürün kalıcılaşarak kendisini sürdürdüğü gerçeğini görebilmekteyiz. Bu veriler bizlere kadın öncülüklü toplumsal yaşama geçişin, ruhsal ve zihinsel şekillenişin hakikatini açıklamaktadır. Kadın gerçekliğinin bu coğrafyada halada bu kültürde diretmesi, büyük bir özgürlük mücadelesiyle direniş geleneğini göstermesi bunun kanıtıdır. Altın Hilal gerçekliğinin, altın üçgen olarak Kurdistan coğrafyasında somutlaşması Neolitik devrimin asıl mekanına işaret etmektedir. Bu anlamda kadın gerçekliği ilk hakikatini bu neolitik kültürle sağlamıştır.
Bu kültürün kurumsallaşarak zirveye ulaşması kendisini Til Xelef kültüründe daha da somutlaştırmıştır. Til Xelef kültürü M.Ö 6.000 ile 4000’lerde Neolitik tarım köy devriminin zirvesi ve yayılması biçiminde gelişir. Til Xelef kültür gelişimine temel taşları oluşturduğu gibi yeni birçok bulaşa imza atmıştır. Bunlara birkaç örnek verecek olursak: Çömlek, Balta, Saban, Yün eğirme, Dokuma, Öğütme, Tekerlek, Köy Mimarisi, Bakır taşından yarı madeni aletler bu dönemin ürünüdür. Tarihçilerin ortak tespiti “M.Ö. 6. ve 4. bin yılları arasındaki buluşlar ancak Milattan sonra 16. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan buluş ve teknolojilerle kıyaslanabilir” düzeyindedir.
Til Xelef kültürü Neolitik kültürle şekillendiği için komünal, ortakçı ve barışçı yönü ön plandadır. Til Xelef tarım ve köy devrimine dayalı gelişir. Bu kültürde düşünce ağırlıklı olarak somuttur. Her şey canlı ve kutsaldır. Duygusal zekâdan kopulmamıştır. Yönetim biçimi doğal otorite ve özyönetim biçimidir. Sınıflaşamaya yer yoktur. Toplumun zihniyet algısını çarpıtan, dogmalara yol açan bir tanırı inşası ve ideoloji gelişmemiştir. Bu anlamda Til Xelef kültürünü kadın önderliğinde bilgi biliminin, bilincinin en zirvede olduğu devrimsel bir dönem olarak ele alınabilir.
Bu sürecin devrimsel gelişmeleri açığa çıkartmasının nedeni, toplumun kendi arasında kurmuş olduğu ilişki, doğal toplumun sağladığı yaratıcılığın ve düşünce zenginliğinin, üretkenliğin açığa çıkması için en elverişli koşulları sunmasıdır. Toplumsal düzenlemenin, örgütlenişin ana kadın öncülüğünde en özgür en yaratıcı halini yaşıyor olmasıdır. Toplumsal enerji, düşünsel enerji toplumsal yarar üzerinden geliştiriliyor. Erkek aklına dayalı bir tekelleşme söz konusu değildir. Üretilen araçlar toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde kullanılır. Sınıflaşma hiyerarşiye yol açan bir düşünce yapısı olmadığı için ürünler ortak bir toplumsal zekanın ürünü olarak açığa çıkıyor. Toplumsal zekâ bir bütün olarak toplum için çalışıyor, toplumsal gelişmeye hizmet ediyor, bu anlamda toplumsal akıl gücünün en yaratıcı ve yararlı gelişen bir süreci ifade ediyor.
Yukarı Mezopotamya ana kadın kültürü olan Til Xelef kültürü gelişirken Aşağı Mezopotamya’da da M.Ö 4200-3200’de ataerkil kültürü temsil eden El-Ubeyt kültürü gelişir. El-Ubeyt kültürü Til Xelef kültür değerleri üzerinden gelişir ve kendisini kurumlaştırır. El-Ubeyt kültürü semitik kökenli bir kültür olmakla beraber avcılık ve çobanlık kültürüyle beslenir. ERÎDU û UR şehirleri etrafında gelişen bir kültürdür. Şehirleşmenin, sınıflaşmanın, ticaretin, ideolojik zor ve askeri mahiyetin geliştiği dönemdir bu dönem. Burada düşünce ağırlıklı olarak somuttan soyuta eviriliyor. Avcılık kültüründen kaynaklı analitik zeka hakim olur. Yönetim biçimi olarak Zigguratlara dayalı tanrılar kurulu olan rahip sistemidir. Aşağı Mezopotamya da iklim ve coğrafya koşullarının toplumsallığa elverişli bir coğrafya olmadığı için kendisiyle avcılık ve çoban kültürünü daha çok derinleştiriyor. Bu nedenle avcılık kültürüyle savaşçı bir toplum ve hiyerarşiye dayalı ataerkil otoritenin kök salmasına yol açıyor. Böylelikle tarihin ilk kırılma noktaları eril bir sistemin temeli atılarak gelişim sağlıyor. Toplumsal yarıklarda kendisini hile, komplo ve tuzakla örgütleyen sistemin çarkını kendi lehine çeviren ataerkil bir sistem örülüyor. Bu anlamda kadın eksenli doğal toplum gerçeğini insan varlığının gelişim aşaması açısından bir tez olarak ele alırsak bu süreçten itibaren erkek ağırlıklı gelişen sistem antitez rolündedir.
Bu kültür M.Ö 4000’lerde Til Xelef kültürün gelişkin olduğu alanlara kadar sızarak etkin hale geliyor. Bu durum kendisiyle birlikte şehir devleti ile Köy devrimi arasındaki çelişkinin çatışmanın baş gösterdiği dönemdir. Esasında ataerkil sistem ile anaerkil sisteminin çelişki ve çatışmasının başlangıcı olmaktadır. Tarihin iki ana nehir ya da kola ayrıldığı tarihsel akışta bir çatallaşma süreci başlıyor. Özünde bu sürecin temel yol ayırımı Demokratik Uygarlık Kültürü ile Merkezi Uygarlık Kültürünün iki ana nehir şeklinde gelişeceği direniş ve mücadelenin de buna göre seyir alacağı bir süreç olmaktadır. Yukarı Mezopotamya kültürünü etkilemeye çalışan El-Ubeyt Kültürüne karşı günümüze kadar süregelen bir çelişki ve çatışma söz konsudur. Bu çatışma dağ ile ovanın köy ile şehrin, kadın ile erkeğin, insan ile doğanın çatışması ve çelişkisi olarak insanlığın gündemine girecektir. Bu dönemin Sümer mitolojilerinde anlatılan Dağ Tanrıçası Ninhursak mitolojisinden bu gerçeklik anlaşılıyor. Yine Gılgameş destanıda, Sümer uygarlaşmasına karşı direnen ve tanrıça kültürünü temsil eden Ninhursak figürü esasta özgürlük ve varlık mücadelesinin direniş sembolünü ifade etmektedir. Gelişen merkezi uygarlığa karşı bir direniş kültürü baş gösteriyor. Tanrıça kültürünü temsil eden tarım köy devrimi olan Neolitik kültür devrimine karşı, bir başkaldırı ve karşı bir devrim hamlesi olarak bu süreç gelişiyor. Yine Sümer mitolojik anlatımlarının temel konusu olan İnanna-Enki çatışmasın da esasta anlatılmak bu kavgadır. Bu kavga ve çatışma MÖ 2.000’lere kadar sürmüştür.
Bu aşamadan sonra doğal toplumda üretim ve paylaşım tüm klan üyeleri tarafından kolektif yürütülürken yeni sistemde ürünler Ziggurat adlı tapınaklarda kurumlaşan rahipler grubunun elinde toplanır ve bu yönetici grup giderek toplum üzerinde kendisini etkin kılar. Zigguratlar yeni ideolojik inşaların ve bilgi istismarının merkezi haline getirilir. Toplumsal bilgi birikimi rahiplerin tekeline alınır. Tekelleştirilen bilgiyi kadının düşürülme aracı olarak kullanılır. Toplumun temel değeri olan bilgiyi istismar eden rahipler tanrıçalığa karşı soyut bir tanrı inancı ve inşasıyla toplumsal değerleri, toplumun varlığı karşısında kullanmaya başlamışlardır. Bu dönemde gerçekler çarpıldığı için doğru ile yanlışın iç içe geçtiği bir dönem olarak da ele alınabilir. Kadın ve erkek arasındaki uyum kaybolmaya başlamıştır. İlişkiler her yönüyle hiyerarşik bir biçime bürünmeye başlamıştır. Böylelikle insanın doğal yaşam statüsünden koparılmasıyla birlikte toplumun kadına kadında topluma yabancılaşmaya başladığı bir süreç başlar. Toplumsal yabancılaşma doğaya yabancılaşmayla paralel gelişir. Böylelikle toplumsal sorunun özünde özgürlük sorunun başladığı süreç olur. Toplumsal zihniyet sorunu olarak baş gösteren bu süreç meşruiyet mekanizmaları oluşturularak sağlanır. Bu meşruiyet olmazsa yeni toplumun yaşama şansı zordur. Yönetilen toplum birimleri sadece zorla ve inandırılmadan uzun süre yürütülemez. Bu anlamda yeni tanrı oluşumları, inanç sistemi geliştirilen köleci sistemin ideolojik argümanları olmuştur. İnanç aracılığıyla doğal bir gereklilik olarak yansıtan, rahiplerin ortaya koydukları köle ideolojisinin dayanağı, yaratılış mitolojisinin yeni şekilleriyle açığa çıkar. Bu dönemi anlatan mitlerin hepsine şiddet ve zor yansımıştır. Özellikle Babil mitoslarında bu şiddet, iki düzenin savaşını somut olarak ortaya koymaktadır. Tiamat’ın, oğlu Marduk’tan aldığı darbe, toplumsal anlamda kadının aldığı darbedir. Kadın bedeninin kullanımı, ilk fahişeleştirme bu süreçte gelişir.
Bu savaşımı en yalın biçimde İnanna-Enki mitolojisinde görmekteyiz. Bereket ve aşk tanrıçası olan İnanna toplumsal yaşam gücünü ifade eden “me”lerini kurnaz tanrı Enki’den alma mücadelesi bu dönemin keskin mücadelesi olmuştur. Bu mitolojide önemli birçok yön vardır. Birincisi güç erkeğin eline geçmiştir. Erkek kadının yarattıklarını çalar, bu çağı kendi çağına erkek çağına çevirir. İkincisi ise burada verilen mücadelenin toplum için oluşudur. Bu mitolojiler kadın tanrıçalığının da sona erdirilmek istendiğinin göstergeleridir. Her şeyin merkezi olan ana tanrıçanın yerini artık erkek tanrı krallar almaya başlar. Bu mitolojiler kadının toplumsal statüdeki düşüşünü ifade etmektedir. Giderek erkekleşen ve tekleşen tanrılarla toplum büyük bir ideolojik ve ahlaki dönüşüm yaşamıştır. Erkek egemenliğinin uygarlık süreciyle birlikte yetkinleşmesi kadının köleleşerek sınıflı toplumun alt ve üst yapı kurumlarından giderek dışlanması ve tamamen tarihin derinliklerine gömülmesine neden olmuştur.
Devam Edecek


