ŞEHÎD MELSA MÛŞ
Tarihsel olarak uygar toplum sosyal, siyasal, ruhsal anlamda toplumda ve kadında yoğun parçalanmalar yaratmıştır. Kadın yalnızca boyun eğen değil, en alçaltıcı hakaretlere maruz kalan durumuna getirilmiştir.
Yeni sisteme insanları bağlamanın yolu olarak kadının cinselliği kullanılmış ve kutsal ana musakaddimlerde fahişeleştirilerek cinsel obje halini almıştır. Artık fiziksel ve biyolojik farklılıklar karakter ve kişilik özellikleri durumuna getirilmiştir. Erkekler, bu süreçten itibaren, kadınların fiziksel olarak zayıf olduklarına, yaşamlarının erkeğe bağlı olduğuna inanmaya başlamıştır. Toplumda yaşamın her alanı kadınca ve erkekçe olmak üzere ayrıştırılmıştır. Savaş, politika ve siyaset erkeğe ait kılınırken yemek yapmak, çocuk bakmak kadına ait görülür. Doğal toplumun değer olarak gördüğü kadınca özellikler itaate, aşağılanma aracına, erkeğin de cesareti saldırganlığa, gücü tahakküme dönüşür. En kötüsü de kadının kendine bakış açısının giderek erkeğin bakış açısına doğru kaymasıdır. Esas düşüş erkeğin kadını sömürü ve hükmü altına almasına dayanmıştır. En önemli yönelim de kadının ruhsal dünyasına olur. Kadınla erkeğin dost olduğu, ilişkisinin iş paylaşımına dayandığı toplum, kadın ve erkeğin ilişkisinin ikinci gün cinsel skandala dönüştüğü duruma düşürülür.
Dolayısıyla uygarlık sisteminde kadının içinde bulunduğu statü çözümlenmeden ne egemenliğin ne de köleliğin dayanakları izah edilebilir. Tüm kölelikler kadın köleliğine bağlı olarak geliştirilir. Bu kölelik doğaya, insana yaklaşımda değişimler yaratmıştır. Doğa kadın arasındaki benzerlik ve ilişki kadını doğaya hem mekânsal olarak hem de ruhsal olarak yakınlaştırmıştır. İlk tanrıçaların dağ tanrıçaları olması kadın ve özgürlük, kadın ve doğa arasındaki tarihsel beraberliğin ifadesidir. Bu ilişkinin tarihi arka planı dağ tanrıçalarıyla şehir krallarının arasındaki savaşlara dayanır. Devletçi toplumla beraber doğa üzerindeki sistemli hâkimiyet insana, en başta da kadına hâkimiyet biçimine dönüşmüştür. Baş eğdirilen doğa baş eğdirilen kadın olmuştur. Çarpıtılan doğa dengesi çarpıtılan insan ruhu ve zihniyeti olarak karşımıza çıkacaktır. Bu çarpıtma ve özden uzaklaştırma eylemi, kadın şahsında daha sistemli ve bilinçli bir biçimde derinleştirilmeye başlanmıştır. Her şeyi canlı olarak algılayan zihniyetten en küçük olguları bile sınıflandıran bir zihniyete gidilmiştir. Uygar toplum gücünü doğal toplumdan almakta, doğal toplumla çelişerek büyüyüp gelişmektedir. Büyüyüp gelişmesi doğal toplumun özelliklerini yok ettiği anlamına gelmemektedir. Bugün sınıflı toplum aşamasında dahi doğal toplum ve değerleri yok olmamıştır. Doğal toplumun etkileri binlerce yıl sonrasına kadar bile tamamen bir kenara bırakılmamıştır. Bu topluma ait değerler dönüşmüş, değiştirilmiş, hatta özünden de uzaklaştırılmış ama egemenlik sistemini tehdit edici bir güç olarak varlığını hep korumuştur. Ezilen toplumların, kadınların halada uygarlık karşısındaki özgürlük duruşu buna bir örnektir.
Doğal toplumun birçok değeri uygarlık tarafından çalınmış, aşındırılmış ya da yerini uygarlık değerlerine bırakmıştır, ama öz yitirilmemiştir. Ana kök hücre olan doğal toplum da yok edilememiştir. Toplumsal sistemlerde de bir sistem tümden bir diğer sistemin inkârı reddi üzerinden diğer bir sistemi yok sayarak var olamamaktadır. Doğal toplumdan uygar topluma geçiş, kadın cinsinde, kadın kültünde ilk kez bir kırılma, çözülüş yaratmıştır. Bu nedenle Önderliğimiz bu dönemi, bir bütünen birinci cinsel kırılma olarak adlandırmaktadır. Eşitsizlikle ve baskıyla bir cinsin tutsak edilmesi özünde tüm toplumun tutsak edilmesidir. Çünkü doğal toplumun yaratanı, örgütleyeni ve en temel yaşam gücü kadındır. Kadın cinsinde yaşanan kırılma tüm toplumun yaşamında kültürel bir kırılma yaratmıştır.
Rêber Apo bu süreci kadına yönelik kültürel soykırım süreci olarak ifade eder. Doğal toplumun kadın cinsinin aleyhine bozulmasıyla birlikte başlayan kaos, uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır. Zaman zaman erkeğin zaman zaman da kadının lehine gelişen hiyerarşik geçiş süreci erkek üstünlüğü ve egemenliğiyle sonuçlanmıştır. Böylelikle erkek cinsi lehine yaratılan bu kırılmalar toplumsal cinsiyetçiliğin de başlangıcını oluşturmuştur. Toplumda yükselen hiyerarşik ve devletçi iktidar kadın köleliğini derinleştirmiştir. İktidar özgürlüğü kendine dayanak yaparak gelişemediğinden doğası gereği köleliği dayanak yapmakta ve kölelik üzerinden gelişmektedir. Bu anlamda kadın tüm bedeni, ruhu, düşüncesiyle köleleştirilmiştir. Sınıflı toplum iktidarının kadın cinsi üzerindeki tahribatı insanlık tarihinde benzeri olmayan bir biçimde yaşanmıştır. Kadının bu yenilgi üzerine toplumsal statüsünde büyük kırılmalar görülmüştür. Kadının cins olarak yaşadığı iradi kırılma, neolitik sistemin kültürel kırılmasına yol açmıştır. Artık kadın etrafında toplananlar onun bilgeliği, gizemliliği ve toplumsal yaşam gücü olmasından kaynaklı toplanmayacaktır. Kadına cinselliğini, kendi fiziğini kullanmaktan başka bir yol bırakılmadığından, kadın en basit istemlerini gerçekleştirmek için bile kendi cinselliğini kullanmaya başlamıştır. İnanna’nın yaşamı düzenleyen me’lerini Enki’den geri almaya çalışırken kullandığı yöntemler, kaybeden kadının çığlığı, can çekişmesidir. Kadın, özgürce yaşadığı doğal topluma her zaman özlem duymaktadır. Cennet ütopyasının ortaya çıkması neolitiğe duyulan özlemden kaynaklanmıştır. Doğal toplumun özgür kadını zincirlerle bağlanan tutsağa dönüşmüştür. En kötüsü de bu zincirlerin kader olduğunun kadına benimsetilmesidir.
Kadın, kişiliğini bütünüyle kıran her türlü yönelime maruz kalmıştır. Özgür yaşadığı doğal toplum öyle kolay bırakabileceği bir yer değildir. Doğal toplum onun yaşamıdır, onun eseridir. Kadını doğal toplumdan koparmak, yaşam damarlarını kesmek demektir. Yaşam damarları koparılan kadın, beyni, yüreği ve fiziğiyle başkalarının olmuştur. Tanrıça ve tanrıların savaşı öyle acımasızdır ki kadının doğal yaşamla kurulan dünyasını yıkmıştır. Büyük ve yaratıcı doğal toplum üzerine derin bir dogmatizm ve kadercilik yerleştirilmiştir. Kadının yarattığı icatlar kullanılarak kadın köleleştirilmiştir. Hiçbir dönemde görülmeyecek gelişmeleri yaratan kadın, en cahil ve en çaresiz hale getirilmiştir. Büyük kutsallık kirletilmiş yerine lanetlenen varlık olmaktan çıkarılan bir gerçeklik yerleştirilmiştir. Kadın kimliği yok sayılmıştır. Kadının kaybedişi çok derinlikli olmuştur. Yaşanan zihinsel, anlamsal kaybediş, yaşamsal kaybediştir olmuştur. En anlamlı varlık, anlamsız varlık halini almıştır. Eşitsizliğin, köleliğin, tahakkümcü zihniyetin ortaya çıkışından sonra özgür olanın yitirilmesinin ruhta yarattığı boşluklar büyük kırılmalara yol açmıştır. Doğal toplumun çözülüşü ve kadın merkezli sistemin sarsılmaya başlamasıyla birlikte özünde yitirilen özgürlük olmuştur. Doğal toplumun en temel yaşam ilkesi olan özgürlüğün, pratik yaşamda uygulaması da somut olarak görülmüştür. Doğal toplumun çözülüşü bu özgürlük ilkelerini zayıflatmıştır. Bunu yerine erkeklik kültürü inşa edilmiştir. Bu kültürle birlikte ilk ve temel operasyon ideolojik ve zihinsel alanda kadına karşı geliştirilir. Kadın bilgeliğine bilimine karşı bir operasyondur. Kadın biliminin tekelleştirilmesi gasp edilmesidir. Kadın köleliğinin ilkin zihinsel alanda geliştirilmesinin esas amacı kadını yaşam bilgisinden uzaklaştırmaktadır. Kadın bilgi, bilim, zihin alanında uzaklaştırılarak dışında bırakılması zihinsel kölelik daha derinleştirilmiştir. Buna karşı tutum belirlemek, bilgiyle yeniden ilişkilenmek özgürlükle ilişkilenmektir.
Kadın açısında bu süreç önemlidir. Çünkü bilgiye el konulduğunda esasta kadın bilgeliğine ya da bilimine el koymadır. Çünkü bilgiye, bilime öncülük yapan kadındır. Bu nedenle bilgi iktidarın eline geçerek tekel yarattığında ilk işi kadının zihinsel ve ruhsal dünyasına saldırıdır. Mitolojide 104 Me esasta toplumun hafızasıdır. Toplumsal bilgi birikimidir. Dolaysıyla yaşam bilimidir. İnana ile Enki arasında savaş dolayısıyla kadın uygarlığı ile erkek uygarlığı arasında yürütülen 2000 yıllık savaş ve mücadele özünde bu süreci ifade etmektedir. Bilgi ve bilimin tekelleştirilmesi kadına karşı bir savaş ve saldırı aracının nedeni olarak değerlendirilebilir.
Bilgiyi tarihin ya da toplumun hafızası olarak yorumlanabilir. Bilginin niteliği toplumsaldır. Bilginin amacı bilgiye ulaşmak ve yaşamı ilerletmektir. O zaman yaşamı ilerleten bilgi değerlidir. Bilgi erkek aklının ürünüyle gelişen bir olgu değildir. Bilgi yaratıcılığın, arayışın ve sorgulamanın sonucudur. İnsan, arayışı ve yaratıcılığıyla kendisini bilgiye ulaştırabilir. İnsanın kendisini tanımlama arayışı doğayı evreni anlama çabası bilgiye ulaşmanın arayışlarını gösteriyor. Bilgiye ulaşmada soru sorma bilgiye ulaşma arayışı özgürlüktür. Arayış ve soru sormalar kendisini en özgür bir şekilde açığa çıkarabilir.
Bu nedenle beş bin yıldır söylenen yalanları bir kenara bırakmak gerekmektedir. Bilginin dayanacağı zemin özgürlük zeminidir. Bunun ispatı doğal toplumdur. 14 bin yıl yaşayan anacıl toplumda zihniyet, toplumsallık, yaşamın devamı için ahlaki ölçüler kurallar yaratıldı. Toplumun ihtiyaçları belirlenerek karşılandı. Doğal toplumda hem maddi hem de manevi dünya bunun üzerinden gelişti. Neolitik toplumda gelişen üretim sanayi devrimiyle kıyaslanacak düzeydedir. Bu muazzam bir düşünceyi gösteriyor. Dolayısıyla anacıl toplumu sadece duygusal akla bağlamak yetersizdir. Ya da kadının kaybedişini sadece buna bağlamak yanlıştır. Esas yanlışlık nerede açığa çıktı. Bilginin iktidarca gaspıyla el konulmasıyla gelişti. Esas sapma buradan başlıyor. Esas düzeltilmesi gereken alan bu alan olmaktadır. Bilgi iktidar ilişkisini, bilgi özgürlük ilişkisini doğru temellere dayandırmak gerekmektedir.
Bilimcilik bilginin iktidar perspektifiyle kullanılmasıdır. Bilginin karakterinde iktidar yoktur. Tersine bilginin kullanım biçimi kendisiyle iktidarı doğuruyor. Ya da iktidar amaçlı kullanılan bilgi yaşamdan, toplumdan kadından koparılırsa tekel haline getirilirse özünden boşaltılır. Erkek aklının geliştirdiği esasta bilgi tekelciliğidir. Bu anlamda beş bin yıllık iktidar tarihi bu gelişmelere el koyma kendine mal etme tarihidir. Toplum hafızasını toplumdan koparmak gasp etmektir. Bilginin iktidarlaştırılması ya da iktidarlarca bilginin kullanılması esas sorunu yaratmaktadır. Özgürlük sorununu ele aldığımızda temel olarak ele alacağımız nokta bilginin özgürleştirilmesidir.
Kadının kaybediş nedenlerini bilimciliğin tespitlerini aşmak gerekiyor. Bu süreçleri kadının pasifliğine ya da kadının doğurganlık özeliğine dayandırılarak kadının kaybediş nedenlerini objektif olarak konulamaz. Bu tespit yanlıştır. Yine analitik zekayı erkeğe mal etmek kadını bundan kopuk ele almak doğal toplumu ana toplumunu tanımamaktır. Yine şiddet ve sömürü rolünü yeteri kadar görmemek eksiktir. Bunlarla bağlantılı olarak bilgiyle bilimle ilişkilerimizim sağlıklı yorumlamak gerekiyor. Kadına karşı uygulanan operasyonları ele almıyoruz. Oysa kadın bilgeliğine el konulması erkeğin iktidar aklının bir operasyonudur. Bu süreç bugüne kadar da devam ediyor. Birinci cinsel kırılma ve 2000 yıllık savaş ve mücadele gerçekliği bunun sonucudur. Mitolojide kadına ait 104 Me’nin ele alınması boşuna değildir. Bunların hepsi kadınla bilginin arasındaki bağı koparma operasyonlarıdır. Öncülük bu şekilde el değiştiriyor. Bu bir iktidar yöntemi olarak geliştiriliyor.
Bundan çıkarılan sonuç bilgiye el konulması, tekelleştirilmesi kadına karşı açık bir düşmanlığın geliştiriliyor olmasıdır. Demek ki bilgiye el konulması iktidar karakteri üzerinden geliştiriliyor. Bu süreç sadece doğal toplumla sınırlı bir süreç olmamakla birlikte beş bin yıldır devam eden bir süreçtir. Bu nedenle tarihe bakışımızda bilgi nerede nasıl gelişti. Yaşam değerini geliştiren bilginin kullanım tarzı nasıldı. Doğal toplum kendisini bunun üzerinde nasıl oturttu. Bu anlamda kadın tarihini ele alışta daha doğru bir yoruma ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu nedenle Rêber Apo nasıl ki ahlaki ve politik toplumu demokratik modernitenin bir boyutu olarak ele alıyorsa esas ahlaki ve politik toplumu doğal toplumun ilk modeli olarak ele alıyor. Doğal toplumun kadın bilimi bilgisi ve bilinciyle ilişkisi yaratıcılık ve özgürlükle çok fazladır. Çok bilinçli bir şekilde kadının bu süreçle ilişkisi ortanda kaldırılıyor. Bu nedenle kadın fikri gücünü kaybediyor. Ya da pasifize ediliyor. Kadın köleliği bunun sonucu açığa çıkmıştır. O zaman özgürlük diyalektiğinin geliştirilmesi bilgiyle doğru bir bağın geliştirilmesiyle ve tekrardan yaratılmasıyla ilgilidir. Bu anlamda kadının bilgiyle ilişkisini stratejik bir ilişki olarak sağlamak ve geliştirmek gerekiyor. Bu anlamda bilgi toplumsallaştırılmalıdır. Bilginin toplumsallaştırılması toplumun özgürleştirilmesi önceliğidir. Bilginin toplumsallaştırılması yeni sosyal bilimin kendisidir. Bu anlamda sosyal bilime öncülük edecek olan kadın olmalıdır. Neden çünkü kadının bilgiyle ilişkisi ortadan kaldırılmıştır. Eğer tekrardan ahlaki ve politik topluma dönmek istiyor ve özgürlüğü kurumsallaştırmak istiyorsak mutlaka yeniden bilgiyle bilimle ilişkinin geliştirilmesi gerekmektedir. Böylelikle bilgiyi toplumun hizmetine koymak ve toplumsallaştırmak gerekiyor.
İktidar uygarlığın gelişmesinden sonra bilginin açığa çıkarılması için kullandığı mitolojik, dini, felsefi ve bilim yöntemlerini geliştirerek sonuca varmak istedi. Belki ihtiyaçlar üzerinden bu yöntemler geliştirildi. Fakat bu yöntemler kendisini iktidar tekelinden kurtaramadığı için sonuç olarak hakikate ulaşmadı. Bütün yöntemlerin kusurlu yönü hakikate ulaşmada oluşturulan engellerdir. Bütün yöntemlerde esas kusur kendini hakikate ulaştıramamadır. Kullanılan yöntemler her ne kadar bilgiye ulaşmada kendisini esas yöntem olarak gösterse de aslında iktidar kaynağı karanlığa boğuyor. Bu nedenle geliştirilen bilim esasta bilginin çarpıtması olmaktadır.
Kadın için ele alınan nokta duygusal zekasının ön planda olması aklının gelişmeye yetmediği yani anacıl toplumun üretim araçlarının geliştirilmesinde aklı yetmediği için üretim araçları el değiştirdi. Kim üretim araçlarına sahip olursa gelişmenin öncülüğünü o yapar. Yine Darwin doğa kanunlarında olduğu gibi güçlü olan güçsüzü yener. Kadın sosyal fiziksel olarak edilgendir. Erkek gücü daha aktif ve baskındır bu nedenle kadın köleliği bilimsel bir sonuçtur. Ya da kadın gerçekliği biyolojik sınırlara hapsedilerek kadındaki duygu hormonunun baskın olmasını kadının edilgen olmasının nedeni olarak bakılmakta. Bu nedenle kadın köleliği bilimsel bir gerçektir denilerek kadın köleliğini meşrulaştıran bir yaklaşım söz konusudur. Özgürlük eğilimi olan halklara yaklaşımda bunun üzerinden geliştiriliyor. Bu yaklaşım ne ideolojik ne de siyasal sosyal yönü olan yaklaşımdır. Erkek aklının amaçlı bir şekilde geliştirdiği bu teoriyi özünde gerçeği perdeleyen, karanlıkta bırakan bilinçli geliştirilen bir algıdır. Gerçekleri saptıran bilim iktidar ilişkisi bir sapma olarak geliştiriliyor.
Böylelikle bilginin toplumsal niteliği ortadan kaldırılıyor. Bu niteliği ortadan kaldırmak demek ahlaki ilkenin de yitirilmesi anlamına gelmektedir. Bilim adına belki birçok şey geliştirildi fakat bilimde ahlaki ilke yoktur. Ahlaki ilkeyle ilişkisi ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla bugünün bilimi insanlığın başına felaketleri doğurmuştur. Bu anlamda bilginin, bilimin yeniden ele alınması ve düzeltilmesi gerekmektedir. Sadece yöntemde değil bilgiye bilime bakış açısında bir düzelteme ihtiyacı açığa çıkmaktadır. Bu alanı iktidardan kurtarmak gerekiyor. Rêber Apo sosyal bilimleri yeniden ele alarak demokratik uygarlığı sosyal bilimlerin bahçesi şeklinde yorumlamaktadır. Bilimin iktidardan ayıklanarak toplumsallaştırılması gerekmektedir.
Kadının yeniden bilgiyle bilimle buluşması gerekmektir. Bu anlamda Jineoloji yeniden kadın ile bilginin ilişkisini geliştirmektir. Kadın bilgi ilişkisi aynı zaman da kadın toplum ilişkisidir. Bu ilişkiyi geliştirmek sosyal bilimlerin öncelikli adımıdır. Özgürlük arayışı kendisini özgür bir bilinç üzerinden örgütleyebilir. Kadın devrimi, kadın özgürlük devrimi de kendisini bu şekilde örgütleyebilir. Bu nedenle özgürlük bir bilinçlenme sürecini de ifade etmektedir. Özgürlük bilinç kazanmayla ilgili bir durumdur. Toplumsal bilimde toplum bilimini ele alırken kopuş nereden sağlanmışsa oradan tekrardan bağlamak ve oluşturmak lazım. Bunu da sosyal bilimin geliştirilmesinin temeli olarak ele almak gerekiyor. Bu anlamda da bilimin cinsiyetçi yönünü ele almak ve erkek iktidarının elinden kurtarmak gerekmektedir. Bilgi toplumun ortak aklıyla gelişen bir durumdur. Bilimcilik kadına karşı çok acımasızca yaklaşmış. Özelikle mitolojiler döneminde dile gelen 2000 yıllık süreç muazzam bir direniş, mücadele ve savaş olarak yaşanıyor. Doğal toplum tarihi 14 bin yıllık bir süreçtir. Kadın aklı, bilinci ve bilgisiyle gelişen bir süreci kapsamaktadır. Bu süreçler muazzam bir tecrübe olduğu kadar derin bir bilinçle örülen bir süreç olmaktadır. Bu zaman ve mekânda toplumsal hafıza nasıl ortadan kaldırıldı köleliğe gidiş nasıl bir süreci ifade ediyor bunu bilmek anlamak önemlidir.
Bu nedenle Rêber Apo özgürlük için yaptığı şu belirleme önemlidir. ‘’Aklın yoğunlaştığı alanlar özgürlüğe en hassas alanlardır’’. Demek ki bilgiyle özgürlük ilişkisi doğrudan bir ilişkidir. Bu ilişkiyi kadın adıyla yeniden düzeltmek ve yaratmak temel bir ihtiyaç olarak açığa çıkmaktadır. Bunun üzerinden doğru bir özgürlük adımı atılabilir. Bunun üzerinden kadın devrim geliştirilebilir. Devrimde özgür insanı yaratmanın sınırları genişlemelidir. Özgür insanı ve toplumu yaratmak devrimin temel perspektifi olmalıdır. Özgür toplumu ve kimliğini temel perspektif haline getirmek gerekiyor. Doğru güzel ve iyi yaşamı ancak özgür toplum ve insan kimliği ile yaratılabilir. Özgürlük sosyolojisinin esas perspektifi budur. Kişi ve toplum diyalektiği buna oturmalıdır. Toplumsal parçalanmayı bu şekilde ortadan kaldırmak ve varlık sorununu bu şekilde ortadan kaldırmak lazım.
Şimdiye kadar tarihi ele alıştaki ezberleri bozmak gerekiyor. Tarihe daha objektif bakmak doğrulara göre ele almak önemlidir. Gerçek nasıl yaşandı ve kadın nasıl kaybetti. Bu kaybedişi sadece kadının pasif duruşuna bağlamak bu anlamda bir yoruma gitmek kaybedişi meşru kılmak anlamına gelmektedir. Oysa 2000 yıllık bir direniş süreci var. Bu kadar uzun bir mücadele sürecini pasif bir mücadele biçimi olarak ele alınamaz. Bu anlamda kadın olarak tarihi toplumu ele alışta cinsiyetçiliğin kadına öğrettiği, kanıksattığı bilgi yapılanmalarının genel geçer yaklaşımını aşmak kadın zihinsel dinamiklerini yaşamsallaştırmak gerekmektedir. Tarih belli bir zaman içerisinde insanın maddi düşünsel oluşturuculuğunun sonuçlarıdır. Zamana mal olmuş sonuçtur. Tarih insan eylemidir. Tarihi, insanı, toplumu ve kadını birbirinden koparmak köklerinden koparmaktır. Kadın olarak tarih bilinci olmazsa bu gözle tarihe bakılıp ele alınmazsa ana toplumuyla ilişkilenemez. Kadının bu günkü durumunu ele almak için köklü bir tarih yorumuna ihtiyaç vardır. Sosyal bilimler tarihi ve bugünü birbirinden kopuk ele aldığı için kadının kölelik durumunu bugünle izah ediyor. Bu durum kendisiyle sorun kaynağını ortadan kaldırıyor. Eğer kadının durumunu sadece yaşadığımız çağla ele alınırsa kadının kölelik tarihi köklü bir analize tabi tutulamaz. Dolayısıyla tarihi toplumdan koparmak tarih sosyoloji ilişkisini ortadan kaldırmak iktidar yaklaşımıdır ve amaçlıdır. Bu amaç sorunların kaynağını karanlıkta bıraktığı gibi kendi alternatifinin önünü almaktadır. Bu anlamda tarih toplumsallaştırılmalıdır. Tarih sosyolojikleştirilmelidir.
Kadın devrimini geliştirmenin esas halkası bilinç geliştirmektir. Bilincin oluşabilmesi içinde doğru bilgiye ihtiyaç vardır. Bilginin özümsenmesi için bilinç gerekiyor. Bu bilinç yaşam ve özgürleşme yolunu doğrultusunu belirler. Toplumsal cinsiyetçilik fark edildiği oranda özgürlük eğilimi daha güçlü kendisini yansıtır. Farkındalık ya da fark etmek özgürlük eğilimini gösteriyor. Fakat bunun yol ve yöntemlerini iyi koymak lazım. Bunun siyasal sosyal kimlik boyutu nedir nasıl geliştirilir. Bu anlamda bunun içeriğini doldurmak önemlidir. Kadın özgürlüğü açısından genel doğrular yetmiyor. Mücadele kapsamının genişlemesi kurumlaşması ve nitelik kazanması özgürlük mücadelesinin radikalleşmesi gerekmektedir. Bu durum özgürlükle ilişkiyle ilgili bir durumdur. Özgürlükte netlik, kararlılık radikal bir mücadele duruşuyla ilgilidir. Kadında özgürlüğe ulaşacak bir bilinç yaratılmalı. Demokratik uygarlığın öncü gücü olarak kadının, sosyal bilimin geliştirilmesiyle, radikal özgürlükçü bir mücadeleyi geliştirebilir. Radikal bir mücadeleye yetecek bir bilinç, toplumsallığı yaratacak oluşturacak bir bilinç, özgürlük anına yaratım anına devrime yetecek bir bilinç ihtiyacı var. Bu yaklaşım kadının özgürlükle ilişkisini zayıf kılıyor. Öğrenmek aktif bir eğilim olarak açığa çıkmalıdır. Yine kadının düşüncesine güvenerek tarihi toplumu yorumlaması saptırılan hakikati açıklaması deşifre etmesi buna göre yeni yaşam perspektifini oluşturması önemlidir. Kadında gelişen güvensizlik kendi bilincine karşı şüpheye duymayı açığa çıkarıyor. Bu yaklaşım özgürlüğü zayıflatan bir durumdur. Yaşadığın ana sıradan yaklaşmak devrimcileşememenin en temel sorunudur. Kadın olarak bilinç kazanmaya ihtiyacımız var. Bu bir özgürlük ihtiyacıdır. Bunun farkında olmak gerekiyor. Yaşadığımız zamanla aramızda kopukluk var. Yaşanılan ana sıradan yaklaşmamak gerekiyor. Tarih yaratacak gücümüz zayıf bu yaşadığımız zamana, an’a olan zayıf bağımızdan ileri geliyor. Yaşadığımız zamanla doğru bağlarımız gelişmezse yaratım anlarını dolayısıyla devrim anlarını kaybedebiliriz. Bunun farkında yaşamak bir bilinç sorunudur. Doğal toplum bilimiyle bilinciyle canlı doğa anlayışıyla yaşamak önemlidir.
Bilimin bir yönü de anlam üzerine olmalıdır. Anlam kişinin taşıdığı niteliktir. 17. Yüzyıldan sonra bilim ve anlam birbirinden koparıldı. Anlamını kaybetmiş bilim yaşamı ilerletemez. Yine ahlaktan kopan bilim anlamdan kopan bilimdir. Özgürlük sorunu ise anlamla ilgili özgürlük ahlakıyla ilgili bir durumdur. Özgürlük aynı zamanda özgürlük ahlakının yaşam biçimidir. Özgürlük bilimle izah edilemez anlamla izah edilebilir. Bu anlamda özgürlükle bilinç ve anlam direk ilişkilidir. Anlamı bundan koparırsan insan bilincini özgürlükten koparırsın ve özgürlük imkanlarını insanın elinden almış olursun. Hem bilinci özgürlükten koparıyor hem de özgürleşme koşullarını ortadan kaldırıyorsun. Anlamla bilincin birbirinden koparılması insan açısından köleliğin zeminini daha da derinleştirdi. İnsan doğa ilişkisi de buna göre düzenlendi. Çünkü bilim evrendeki aklı red etti. Oysa evrende ve tüm canlılarda içgüdüsel bir akıl vardır. Deneysel bilim yöntemi bunu red etti. Deneysel yöntem insan ve doğa ilişkisini de ortadan kaldırdı.
Sosyolojik bir gözle tanrıça kültürünü ele almak gerekiyor. Toplumsal değerlerin korunmasında tanrıçalık kültürü belirleyicidir. Özgürlük eğiliminin ortadan kalkmamasında tanrıçalık kültürü belirleyicidir. İnsan doğa ilişkisi hala sürdürülüyor olması bu kültürle ilişkilidir. Kadının özgürlük arayışı bilgiyle bilinçle ilişkisi bununla alakalıdır. İnsanlık en uzun süre doğal toplumu yaşamıştır bu nedenle doğal toplumun düşünce yapısının hala da etkisi vardır. Fakat ilk sürecindeki gibi değildir.
(BİTTİ)


