Yaşadığımız çağ 21.yüz yıl, bulunduğumuz coğrafya ise lanetin ve kutsalın en derin haliyle yaşandığı coğrafya Ortadoğu coğrafyası. Ortadoğu’nun özgürlüğe ve aşka susamış topraklarından kadının emekle, emeğin yaşamla, yaşamın ise özgürlükle, hakikatle ifadesini bulduğu bu çağda, tanrıların lanetinden ve tarihin karanlık sayfalarından sıyrılarak yeni bir gün doğumuna kapı aralanmaktadır.

Özgürlük tutkularımızı kucağımıza alıp, özümüzü ifade eden bu topraklarda güneşe doğru yürüyoruz. Aşka ve özgürlüğe susamanın, özgürlüğe dair yürek toplamanın adımlarını atıyoruz. Varlığın oluşa, oluşun ise kendini bilmeye, bilince adadığı, bilgeliğin hakikat ile buluştuğu bir yolda ilerliyoruz. Özürlüğe gebe olan kadınlığın güneşle mayalandığı sonsuz yürüyüşün bilinci ile yürüyoruz. Bu yolda kaybolan benliğimizi, tarihimizi, toplumsallığımızı tutku düzeyinde arıyoruz. Tarihin karanlık sayfalarında kaybedilen, perdelenen, görünmez kılınan, her türlü zor ve şiddet aygıtına kurban edilen özgürlük hazinemizi arıyor ve açığa çıkarıyoruz. Kadın olarak yaşadığımız bu coğrafyada karartılan yolumuzun, dünyamızın, bilincimizin, duygularımızın, yeniden aydınlatılması ve gün ışığına çıkarılması için bilgeliğin sınırlarında seyreden özgürlük mücadelesinin somut adımlarıyla yürüyoruz. Elimize aldığımız özgürlük meşalesi ve özgürlük ateşi ile kendini yeniden yaratmanın küllerinden kendini var etmenin zamanını yaşıyoruz. Kendini bulma, bilme ve kendini var etmenin Xwebun olmanın anlamı ile buluşuyoruz. Bu bir özgürlük yürüyüşü, devrim yürüyüşü, eril tarihin kadına ve onun toplumsallığına reva gördüğü her türlü insanlık dışı muameleye karşı direniş ve başkaldırı yürüyüşüdür. Kadının emek değeri ile buluşan, yaratılan ahlaki ve politik toplumun devrim yolu ve yürüyüşüdür. Kadının özgürlük bilincine dayalı, toplumsal devrimin, bilgeliğin altın çağlarının yaratıldığı devrim yürüyüşüdür. Kadın olmanın, kadınca yaşamanın, yürümenin, görmenin, dokunmanın, duyumsamanın, hissetmenin, sevmenin ve yola girmenin yürüyüşüdür.. Bu yürüyüşü kutsal tanrıça kültürü ve yaşam değerleriyle buluştuğu Zagros Toros coğrafyasında tekrardan gerçekleştirmek yaşamak, yaşatmak belki de tarihin en anlamlı, en diri en canlı zamanlarıyla buluşmaktır. Binlerce yıla dayanan kadın eksenli devrim yürüyüşünü ne tanrıların tanrısı zalim Zeus’lar, ne ölüm tanrısı Hadesler ne de fırtına ve tufan tanrısı Marduklar durdurabildi. Lanetin ve istismarın, her türlüsüyle karşı karşıya kalan bu devrim yürüyüşü yeniden Mezopotamya coğrafyasında dağlı kadın olmanın erdemi ve gururuyla tarihi ve toplumsallığıyla buluşuyor. Bu anlamda Mezopotamya coğrafyası kırılan yaşam ve özgürlük umutlarının yeniden filizlendiği, yeşerdiği, boy verdiği ve Star kültürüyle buluştuğu bir coğrafya olmaktadır. Bu gelenek bitip tükenmeyen özgürlük geleneği ve yürüyüşüdür. Bu gelenek yukarı Mezopotamya da dağlı kadın, dağ Tanrıçası olup tüm kainata analık yapan, yaşamın ve ölümün sırrını bilen, bereket tanrıçası olma ünvanına sahip Ninhursak’la başlayıp,  bolluğun, bereketin ve bilgeliğin simgesi olan İnana ile devam eden bir gelenektir. Devamla Güneş tanrıçası olup hem evrenselliği hem de tekilliği temsil eden, yaşamı yaratan, iyi anlamın sahibi, doğru yaşamın temsili, savaşkan ve direngen özelikleriyle Zerdüştün baş meleği olan Anahita geleneğidir.  Yine evrensel niteliğe sahip, doğanın canlılığını temsil eden savaşın ve zaferin tanrıçası olan Kibele ile devam eden bir gelenek. Bu devrim ve direniş geleneği, kültürü bu gün yaşadığımız 21.yüzyıl gerçeğinde aynı coğrafyada kadın öncülüğünde tüm görkemiyle adeta tarihin lanetli gerçeğine meydan okuyarak kendisini görünür kılmaktadır. Bu gün bunun en somut ve yaşanılır kılındığı mekanlar ise Tanrıça İştar’ın taht kurduğu Mezopotamya’nın Zagros dağları olmaktadır. Bu anlamda tarihsel gelenek itibariyle dağ ile kadın gerçeğinin kopmaz bağları devam etmektedir. Ninhursag’dan İnanaya, Kibele’den Anahita’ya Anahita’dan Zilan’a Dağlı Kadınların Devrimsel Özgürlük Yürüyüşü. Dağ ve Kadın, Dağ ve Devrim, Dağ ve Özgürlük ikilemlerinin neden kadın gerçekliğiyle bu kadar iç içe bir bütünselliği taşıdığı önemlidir. Yine tanrıça kültürünün, özgür düşünceye dayalı devrimsel niteliğinin en somut haliyle yaşanılır olmasının perspektifi, temeli, kaynağı neydi nasıl yaşandı. Neden dağ, neden dağ ve kadın. Bu gün hala aynı coğrafyada tarihi bu günle, bu günü ise dünle buluşturan, dağlı kadın olma erdemiyle özgürlük arayışı ve mücadelesini veren binlerce kadının dağ başlarında gerçekleştirdikleri özgürlük yürüyüşleri tesadüf değildir. Tarihin dün olduğu kadar bu gün de olduğu gerçeğini bir kez daha görebiliyoruz. Peki bizi bu tarihle tekrardan buluşturan neydi. Aynı havayı solumamıza, aynı hissiyatla, tutku düzeyinde yaşamamıza, dağlara sarılmamıza, bunun heyecanını, coşkusunu, mutluluğunu yaşamamıza neden olan neydi. Biz kadınları bu sırla bu gizemle buluşturan neydi. Belki de sıralanacak onlarca yüzlerce soru yumağı. Dağlar özgürce yaşamayı bilenler açısından bağımsız ve özgür düşünmenin ve özgürce yaşamanın mekanıdır. Dağlar en derin özgürlük arayışlarının yaşandığı, somutlaştığı mekanlardır. Dağlar Tanrıça kültürüyle beslenen, anasoylu erkek ve kadınların yaşam barınaklarıdır. Direnişin ve kahramanlık öykülerinin, cesur savaşçılığın, korkusuzluğun, Agitliğin yaşandığı mekanladır. Dağlar emeğin, sevginin, saygının erdemli kılındığı kutsallaştırıldığı, yüceltildiği mekanlardır. Dağ ve kadının kopmaz tarihselliğini Reber Apo şu cümlelerle anlamlandırmaktadır. Bu dağlarda özgür kadın gruplarını hep tanrıça esiniyle selamlayıp öyle anlamlaşmaya çalıştım. Benim için kadın ya tanrıça kutsallığı içinde olacak, ya da hiç olmayacaktı. Rêber Apo’nun tanrıça esiniyle kucakladığı özgür dağ kadınlarını öz iradeye, öz bilince kavuşturmanın en özgür mekanları olarak dağ mekanlarını seçmesi tanrıça kültürünün dağ gerçekliği ile buluşturup, kadın eksenli toplumsal ve tarihsel gerçekliği yeniden canlandırması ifade edilen tarihsel gerçeklikten kopuk olmamaktadır. Ana tanrıça kültürüyle beslenen ve bu kültüre sırt çevirmeyen kadınla özgür yaşam ve özgür ilişki felsefesiyle yaşayan tarihsel ve çarpıcı birçok örnek bulunmaktadır. Bu örneklerden biri Yunan mitolojisinde Şarap tanrısı olarak adı geçen Diyonsos olmaktadır. Doğu kökenli olan Diyonsos Anadolu’da en çok sevilen tanrılardan biridir. Diyonsosin temel özelliği kadınları dağlara çekmesidir. Bakka kadın alayları olarak tarihe adını yazdıran ve ortak hareket eden bu alaylar Anadolu dağlarında sanat ve müzikle uğraşan kadın alaylarıdır. Uygarlaşmanın ve devletleşmenin merkezi yapısı olan şehir yaşamına karşı çıkarak şehirden esasta iktidarın boy verdiği uygarlık merkezlerinden uzak dağlarda yaşamayı tercih ederler. Hakeza devletin kök hücresi olan aile düzenine de karşı çıkarlar. Bakka kadın alayları şehir yaşamına karşı oldukları gibi şehir erkeklerine karşı sürekli savaş halinde olurlar. Erkekler bu kadınlar için tunç ve demiri elleriyle kıran kadınlar olarak tarif ederler. Bilindiği gibi tunç ve demir ataerkilliği temsil eden sembollerdir. Bu nedenle ataerkil kültüre karşı koyan direngen, güçlü ve savaşkan özelliklere sahip kadınlardır. Bakka kadın alaylarının dağlara dayalı özgür yaşam tercihinden yaptığımız çıkarsama şudur. En özgür kadın dağlı olan kadındır. ÖNDERLİK bu kadınlara sanatkar kadınlar, dağlı kadınlar demektedir. Bakka kadın alayları özgür kadın sembolleri olarak anlam bulmaktalar. Diyonses etrafında kadına dayalı bir toplumsallaşma gelişir ve kadınlar Diyonsesin etrafında toplanırlar. Bunun nedeni ise Diyonses dağ perileri içerisinde büyür ve yaşar. Kibelle benim anamdır der. Tanrıçalık kültürüne dayalı dağ ve kadın kültürü var. Bu anlamda Diyonses kültürü Kibelle kültürünü temsil eder. Bu kültür kadın kültürü olduğu kadar dağlı kadın kültürünü de temsil etmektedir. Diyonses aynı zamanda estetik ve güzellik ilkesini esas alan kadındaki güzelliği fark ettiği için etrafında o kadar birikmiştir. Diyonses Yunan tanrılar meclisinde yer almasına rağmen kadın kültürüyle büyüyüp tanrıçalık kültürüne bağlı kalmaktadır. Giyiminin kadın giyimine benzemesi diğer Yunan tanrıları arasında alay konusu haline getirilir. Fakat toplumcu özellikleriyle halkı tarafında sevilen ve tutulan biridir. Diyonses’te öne çıkan temel özelliklerden biri donmamış, form ve biçim kazanmamış akışkan enerjisidir. Bu enerji toplumsal enerjiye dönüştüğü kadar özgür yaşam ve özgür ilişki tercihine dayalı bir özelliği açığa çıkarmaktadır. Bilindiği gibi Altın Hilal olarak da ele alınan Zagros Toros dağ silsilesi insanlık tarihinde devrimsel çıkışlara beşiklik yaptığı gibi toplumsal yaşamın gelişmesi açısından da tüm ilklere kaynaklık eden bir coğrafya olmaktadır. Bu anlamda özgürlük tanımını koyarken devrimsel niteliğe sahip kadın özgürlük mücadeleleri Zagros Toros coğrafyası ve dağ gerçeğinden kopuk ele alınamaz. Özgürlük tanımıyla birlikte, özgürlük tarihimizi, neden dağlara çıkışın, dağlarda kalışın anlamıyla ele alıyor ve kadının varoluş kaynağını arıyoruz. Bunun tanımını koymak tarihsel diyalektiği açıklamak açısından önemlidir. Aradığımız bilginin, bilimin, yaşam ve özgürlük bilincinin kadın eksenli toplumsallıkla iç içe gelişen süreçleri ana eksenli tanrıça kültürüne dayanmaktadır. Düşüncenin, bilginin, bilimin ve özgür yaşam felsefesinin belki de en diri, en canlı ve form kazanmadan akışkan haliyle toplumsallıktan bağı kopmadan toplumla iç içe gelişim sağlayan mekân dağ mekânları olmuştur. Kuşkusuz insanlık özgürlük tanımına daha teorik bir kavramsallaştırma getirmeden özgürlüğü bir yaşam biçimi olarak yaşamıştır. Toplumsallığıyla kendini var kılma biçimi, yaşam mücadelesi, doğanın tüm canlı dinamikleriyle uyum içerisinde olması, tahakküm, mülkiyet ve sahiplik duygularına yabancı olması özgür yaşam niteliğini göstermiştir. Amaç endeksli yaşam ön planda olmuştur.