Cinsiyet: Kişinin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleridir. Toplumsal Cinsiyet: Kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorunluluklarını ifade eder.
Toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir kavramdır. Bu terimin kapsamı ilk ortaya çıkışından beri, yalnızca bireysel kimliği ve kişiliği değil, sembolük düzeyde erkekliğin ve kadınlığın kültürel idealleri, yapısal düzeyde ise kurumlar ve örgütlerdeki cinsel işbölümünü içine alarak genişlemiştir. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları arasındaki farklar: 1- Cinsiyet doğaldır, toplumsal cinsiyet sosyo-kültüreldir, insan icadıdır. 2- Cinsiyet biyolojiktir. Buna bağlı olarak üreme işlevindeki farklılıklara işaret eder; toplumsal cinsiyet sosyo-kültüreldir, eril ve dişil niteliklere, davranış modellerine, rollere, sorumluluklara vs. işaret eder. 3- Cinsiyet değişmez, her yerde aynıdır; toplumsal cinsiyet değişkendir, zamana, kültüre hatta aileye göre değişir. 4- Cinsiyet değiştirilemez. Toplumsal cinsiyet değiştirilebilir. Toplumsal cinsiyetçilik terimini sosyolojiye sokan Ann Oakley’dir. Feminist akademisyen Ann Oakley; “Toplumsal cinsiyet bir kültür meselesidir, erkek ve kadınların ‘eril’ ve ‘dişil’ olarak sosyal sınıflandırmasına işaret eder” demektedir. Ann Oakley; “Toplumsal cinsiyet rolünün biyolojik kökleri yoktur, cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki bağlantılar gerçekte hiç de ‘doğal’ değildir. Kadın biyolojik olarak erkekten daha güçlüdür” şeklinde değerlendirmektedir. Ann Oakley; “Kadın ve erkek arasındaki kromozom, yapı farklılığıyla doğrudan ilintilidir. Vücudu enfeksiyonlara karşı dayanıklı kılan mekanizmaları kontrol eden genler x kromozomu aracılığıyla taşınmaktadır” demektedir. 1970’lerin tartışmasında toplumsal cinsiyet, başka bir ifadeyle erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıklar ve ayrılıklar biyolojik farklılıklarla açıklanamayacak; erkeklik ve kadınlıkla ilgili kültürel açıdan egemen fikirlerin gerçekliğidir. Bu konuda sosyolojik ve psikolojik çabalar olmuştur. Sosyolojik ve psikolojik çalışmalar, toplumsal cinsiyetle ilgili düşünceler ve erkeklerle kadınların rolleri söz konusu olduğunda çeşitli kültürler arasında muazzam değişiklikler bulmuşlardır; erkek ve kız çocuklarının yetiştirilme biçimi, gençlik kültürü, istihdam kalıpları, aile ideolojisi alanlarında toplumsallaşma süreci, yetişkinlik dönemine ilişkin araştırmalar vs. Davranış farklılıkları biyolojik farklılıktan mı kaynaklanır? Örneğin; erkek saldırgan, kadın edilgen, nazik olarak ele alınır. Kadın ve erkeklerin davranışları arasındaki farklar esas olarak, kadın ve erkek kimliklerinin toplumsal olarak öğrenilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Richard Levvanin bu konuda şöyle demektedir: “Bir kişinin kendi kimliğini birincil olarak erkek ya da kadın diye belirlemesi, bu belirlemeye eşlik eden tutum, düşünce ve istekler toplamıyla birlikte, bu kişiye çocukken hangi kimliğin yüklendiğine bağlıdır.” Dolayısıyla, biyolojik farklılıklar, toplumsal roller arasındaki farklılaşmanın bir nedeni olmak yerine, bir habercisi haline gelir. Her toplum; bir erkek ya da kadını, farklı nitelikleri, davranış modelleri, rolleri, sorumlulukları, hakları ve beklentileri olan bir erkek ve kadına, eril ve dişile yavaş yavaş dönüştürür. Biyolojik olan cinsiyetten farklı olarak erkeklerin ve kadınların toplumsal cinsiyet kimlikleri psikolojik ve sosyolojik, yani tarihsel ve kültürel olarak belirlenmiştir. Aristo, erkeği aktif, dişiyi pasif olarak adlandırmaktadır. Dişi, “sakat edilmiş erkek”, bir ruha sahip olmayan kimsedir. Aristo, “erkeğin cesareti emrederken, kadının ise itaat ederken sergilenir” demiştir. Sigmund Freud, kadınlar için “gövde yapısı (anatomi) kaderdir” der. Darwin, “kadının, en başta derin şefkati ve daha az benciliğiyle zihinsel yapısında erkekten farklı olduğu görünür. Sezgi ya da daha hızlı algılama ve belki de taklit etme güçlerinin kadınlarda erkeklerden çok daha güçlü olarak ortaya konduğu genellikle kabul görür; ama bu yeteneklerin en azından bazıları daha aşağı ırkların, dolayısıyla geçmiş ve daha aşağı bir uygarlık seviyesinin karakter özelliğidir.” Eğer biyolojimiz yalnız başına rollerimizi belirleseydi, dünyadaki her kadının yemek yapıyor, çamaşır yıkıyor, dikiş dikiyor olması gerekiyordu. Fakat bu böyle değil, çünkü profesyonel aşçıların, çamaşırcıların ve terzilerin çoğu erkektir. Biz, kadınlar ve erkekler arasındaki haksız eşitsizliklerden ne cinsiyetin ne de doğanın sorumlu olduğunu söylüyoruz. Tıpkı kastlar, sınıflar ve ırklar arasındaki eşitsizlikler gibi bunlar da insan icadıdır; tarihsel yapılardır, bu yüzden sorgulanabilir, karşı durulabilir ve değiştirilebilir. Dil de cinsiyetçidir. Dil ataerkildir, bu yüzden toplumsal cinsiyete dayalı önyargılar ve eşitsizlik içerir ve bunu yansıtır. Soyut düşünme yöntemi ve bunun ifade edildiği dil, kadının dışlanmışlığını, önemsizliğini sürekli kılacak şekilde biçimlenmiştir. Biz kadınlar, kullanmak zorunda olduğumuz dile yansıyan ataerkil düşünceyle kendimizi ifade etmek zorunda kaldık. Sosyal bilimler, felsefe ve diğer disiplinler de ataerkil olmaya devam ediyor ve kadınları göz ardı ediyor, küçümseyip dışlıyor ya da yanlış tanıtıyor. Eski dilde kadına dair olan birçok kavram vardır. Örneğin; Jinosentrik-kadın merkezli, androsentrik-erkek merkezli, jinarşi-kadınlar tarafından yönetim, jinokrasi-kadınların yönetimi, androkratik-erkek yönetimli, androkrasi-erkek yönetimi, jinelatori-kadınlara tapma, jinosid-kadın soykırımı, jinofobi-kadınlardan nefret ya da korku, androjen-eril ve dişi karekter özelliklerinin aynı kişide bulunması, jinekoloji- kadınların fizyolojik sağlığı, işlevleri ve hastalıklarıyla ilgilenen bilim anlamına gelmektedirler. Ataerkil sistemi anlamak, kadın ve erkek arasındaki günümüz ilişkilerini anlamak açısından son derece önemlidir. Toplumsal cinsiyet ilişkileri, ataerkil sistemin varlığı nedeniyle çarpıtılmıştır. Ataerkil, ‘erkek egemen aile.’ Erkek egemenliğini, erkeğin kadına egemen olduğu güç ilişkilerin anlatmak ve çeşitli yollardan kadınların ikincil konumda tutulduğu bir sistemi nitelendirmek için kullanılıyor. Ataerkil sistem hem toplumsal bir yapı hem de bir ideoloji ya da erkeklerin üstün olduğunu iddia eden bir inanç sistemidir. Toplumun temel kurumlarının –aile, din, hukuk, siyaset, eğitim ve iktisat kurumları, medya, bilgi sistemleri- incelenmesi, bunların tamamının ataerkil bir doğaya sahip olduğunu, ataerkil yapının dayanaklarını temsil ettiklerini açıkça sergilemektedir. Çoğumuz ataerkil sistemin değerlerini içselleştirdik ve henüz ataerkil ideolojiden kurtulmuş değiliz. İdeoloji toplumsal sistemlerin devamlılığında ve insan aklını denetim altında tutmakta önemli bir rol oynar. İdeoloji toplumsal davranışları ve sosyo-ekonomik yapıları haklı gösterecek gerekçeler sunmaktadır. Genellikle eğitimin kendisi de ataerkildir; kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri haklı gösterir, devamlılığını sağlar veya görmezden gelir. Diğer yandan toplumsal cinsiyet ilişkilerinde politika vardır. Güç ilişkisidir. Güç, otorite, denetim. Toplumsal cinsiyet ilişkileri egemenlik ve boyun eğme ilişkileridir. Kadın ve erkeklerin özgürleşme süreci birbiriyle ilişkilidir. Toplumumuzda kadınların ataerkil ilişkiler kıskacını kırması, erkekler de aynı doğrultuda bir hareket başlatmadıkça mümkün değildir. Ataerkil sisteme karşı bir erkek hareketi, yardımsever bir baba hâkimiyetinden değil, kendilerine insani değer ve saygınlığı yeniden kazandırma arzusundan esinlenmelidir. Eğer erkekler kadınlara saygı duymazsa, kendilerine nasıl saygı duyabilirler. Toplumsal cinsiyet ilişkileri hiyerarşik, kadınlar ise ikincil konumda olduğu süre, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için kadınların güçlendirilmesini desteklememiz gerekiyor. Erkeklere ve kadınlara her zaman, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmadan önce bile, eşit şekilde davranılması gerektiğini düşünmek için henüz çok erkendir. Erkekler ve kadınlar arasında eşitsizlikler sürüp gittiği için toplumsal cinsiyetten söz etmekteyiz. Toplumsal cinsiyet tartışması, erkeklere karşı kadınların tartışması değildir. Bu tartışma, eşitliğe inanan ve eşitlik isteyenler ile erkek egemenliğini sürdürmek isteyenler arasındadır. İnanç sistemleri ve ideolojiler arasındadır. Günümüzde birçok erkek hak ve imtiyazlarını, rol ve sorumluluklarını sorgulamaktadır. Erkeklik, erkek iktidar, erkek cinselliği, erkek bilgi sistemleri ve toplumsal ilişkilerin eril düzenlemesi ilk kez eleştirel bir sorgulama için masaya yatırılmaktadır ve sorgulayanlar ise hem erkek ve hem de kadınlardır. Bu yüzden toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadelenin, erkekler ve kadınlar arasında bir mücadele olduğunu düşünmek hem yanlış hem de basit bir düşünce biçimidir. Devam Edecek…


