ŞEHÎD ERDAL ANDOK Özgürlüğün Eşitliğin ve Adaletin Memleketi Mezopotamya ve Bunun Kutsal Dağlarında Kutsal Yaşamı Tercih Eden, Tanrıça Kültürünün Takipçisi Kadın Yoldaşlara; Tanrıça kültürünün yaşamsallaşması, bunun yaşama tarzını, ilkelerini, ölçülerini yaşamak ve yaşatmaktan geçer.

Tanrıçaların diyarı kutsal dağlarımızda siz değerli yoldaşlar; Beritanlar, Zilanlar, Semalar ve Gulanlar şahsında kaybolmaya yüz tutan kültürü yeniden insanlığa bahşettiniz. Beş bin yıldır erkek egemenlikli zihniyetin hüküm sürdüğü dünyamızda insanlık; yıkım, talan, gasp, taciz, kölelik, bencillik, yalan, ikiyüzlülük, kıskançlık, umutsuzluk içinde yaşamış ve dünya dediğimiz gezegen bugünkü halini almıştır. Tarihte en eski kölelik, kadın düşürülüşüyle başlarken; en yeni yaşamın da kadın tanrıça kültürünün yeniden doğuşuyla olacağına inanıyoruz. Jin u jiyan (kadın ve yaşam) yani kadına yaklaşımımız, yaşama yaklaşımımızı belirler. Beş bin yıldır, her sistem kendi kadınını yaratmaya, bunu şekillendirmeye çalışıyor. Her biri bir diğerinden beter bir şekilde kadının düşürülüşü üzerinde kendini gerçekleştirmekte. Kadın ne kadar düşürülüp köle kılınır ise o sistem kendini o kadar hakim görmektedir. Hiçbir ideoloji ve sistem, kadına ne istediğini, nasıl yaşamak istediğini sormamıştır. En ileri görülen reel sosyalizmde bile kadın dört duvar arasına geri dönmüş. Şu an içine düştüğü durum da görülmektedir. Hep bu şekilde yap, bu şekilde hareket et, böyle bak, şöyle konuş, böyle yürü, böyle giyin böyle düşün gibi emirler ve kurallar koymuştur. Bu da erkek egemenlikli zihniyetin, erkek sürdürücüleri tarafından yapılmaktadır. Kadının yaşamı, katı kural ve ölçülerle sarılıp sarmalanarak adeta açık bir zindan haline getirilmiştir. Toplumun oluşturduğu örf ve adetler ile okulda, iş yerinde, sokakta, evde görünmeyen, tel örgülü bir yaşamı yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Ve bu da değişmeyecek bir kader gibi binyıllardır süre getirilerek adeta beyinlere kazınarak kanıksatılmıştır. Sokağa çıkmanın yasaklandığı, çıktığı zaman da çevreden bihaber biçimde kafasını yerden kaldırmadığı bir durumda olmak, dünyadan ve gerçekliklerden uzak yaşamak, erkeğin hakaret ve tacizleri karşısında dahi suçlu görülerek ağır cezalar yemek, linçlerden ve katliamlardan geçmek, insanlıktan çok alınıp satılabilinen, üzerinde her türlü tasarruf yapılabilen ve her şeyiyle erkeğe sunulan bir meta, erkeğin cinselliğini karşılamakla yükümlü bir varlık olarak görülmek, mutlaka birine satılmak ve peşkeş çekilmek için cam kafeslerde süs bebekleri gibi büyütülmek, benliksiz, kimliksiz bırakılmak, sanırım kolay kolay kimsenin anlamayacağı kadar ağır bir durumdur. Bunları yaşayan kadın olduğundan, hiçbir erkeğin kadının neler hissettiğini, neler yaşadığını anlayabileceğini sanmıyorum. Bireysel olarak hiçbir zaman kadının kurtuluşu ve özgürlüğü için mücadele ettiğimi ve böylesi bir iddianın sahibi olduğumu belirtmedim. Bunu hiçbir erkek de kolay kolay belirtemez. Kurtuluşa ihtiyacı olan ve kurtarmalık durumundaki biri kurtarabilir mi? Kendi özgürlüğünü yakalamamış birisi, başkasına özgürlük verebilir mi, özgür bir ilişki geliştirebilir mi? Tanrıçalar dokunulmaz ve onlara erişilmez. Onlarla ancak yaşanmaya çalışılır. Bunun da kuralları ve ilkeleri vardır. Özgürlük tanrıçası Zilan’ı anlamak, Zilan’la yaşamak, onun ilke ve ölçülerine göre olmaktan ve Zilanlaşmaktan geçmektedir. Geçmişte, yaşam nasıl ana tanrıça etrafında şekilleniyor ve erkek de onun etrafında toplanıyorsa; bugün de Zilan etrafında yeni bir yaşam doğmakta, erkek de tekrardan ana tanrıçaya yönelmektedir. Ana tanrıçamız Zilan ve bizler de onun özgürlük sevdalısı evlatlarıyız. Bizi var eden O’dur. Savaşı, güzelliği, doğruluğu, dürüstlüğü, sadeliği, fedakârlığı, sevgiyi, aşkı ve bağlılığı bize öğreten O oldu. Yaşamın kurallarını koyan O oldu. Yaşama yeni bir bakış açısı kazandırdı ve Zilan tadında yaşamayı bize sundu. Ana tanrıçanın evlatları olan bizler de buna göre yaşayıp, yaşatıp özgür yarınları kurabiliriz. Unutmamak gerekir ki, gerçek sevgi Önderlik sevgisi, gerçek aşk Önderlikteki bir halka özgürlük bahşetme aşkıdır. Bunun dışındaki tüm aşklar, düşkünce ve sahtedir. Tanrıçanın toplumsallığı yaratma kurallarında vazgeçilmez ilke; özgürlüktür. Zilan’ın tanrıçalığında, Sema’nın bağlılığında, Beritan’ın teslim olmayan direnişçiliğinde, Gulan’ın fedailiğinde şekillenen bunun etrafında toparlanan kadın yoldaşların gelişimi ve özgürlüğü önünde bir engel teşkil etmişsem özeleştirimi veriyorum. Kadının erkeği ya da erkeğin kadını sevmesi doğal bir olaydır. Doğal olmayan ise; bu sevginin yanlış temeller üzerinde geliştirilmeye çalışılmasıdır. Sevginin bir bireyle sınırlı tutulması ve birbirini sahiplenme temelinde metaca yaklaşmaya dönüşmesi doğal olmayan yanıdır sevginin. Geriliklere sevdalanmak, gelenekselliği aşamamış, toplumun değer yargılarıyla erkeğe ya da kadına yaklaşmak özgürlük ilkelerinden ve değerlerinden uzaklaşarak kölece bir yaşamı seçmek demektir. Sevgiyi; ülke, toprak, moral değerler ve toplumdan (halk) kopararak ele almak, güdüsel ve geri zihniyet bakış açısıyla yaklaşmak demektir. İnsanın insan oluşu, toplumsallaşmayla başlarken toplumdan kopmak da öze yabancılaşmayı getirir. Özden kopmak da benlik yitimine ve köleleşmeye gitmek demektir. Sahiplenme temelinde gelişen “sevgi”nin gideceği nokta, güdülerin esareti altına girme noktasıdır. Bilinçten yoksun olan sevgi yaklaşımı, güdüler ve hayvansı yaklaşımlara neden olur. Bilinç, iradedir. İrade sahibi olarak kendini var etme ve sevme gerçekleşebilir. Ancak bu şekilde gerçek sevgi ortaya çıkar. Özgür toprakların var edilmesi, kadına ya da erkeğe karşı sevginin bir ifadesi ve en kutsal olanıdır. Özgür olmayan topraklar üzerinde sevgiyi yeşertmeye çalışmak, çölde Nilüfer yetiştirmeye çalışmaya benzer. Özgürlük ilkeleri dışındaki bir sevgi anlayışı kısa bir süreden sonra yok olur ve sahiplenme kendine aidiyet duygusu gelişir. Karşısındakinin kendi istemlerine göre yaşamasını ve hareket etmesini ister. Bu yaklaşımla karşıdakinin iradesi, düşüncesi ve benliği ortadan kalkarak yok olur. Sevgi de körelip gider. Ortada sadece donuk, soğuk ve bilinçten yoksun olan iradesiz bedenler kalır. Bu da gerçek sevgiyi ifade etmez. İnsan sevgiyi genelleştirebilmelidir. O zaman güzellikler, umutlar, yaratıcılık, bağlılık ve sadelik, inanç ve kararlılık, doğruluk ve dürüstlük özelliklerini ortaya çıkarabilir. Bunları kendinde yaşanılır kılan ve sosyal yaşam içerisinde kendini bu doğrultuda var ederse birey o zaman geniş bir topluluk tarafından sevilir, sayılır ve değer görür. Gördüğü değer karşısında da kendini toplumla daha da bütünleştirir ve onun çıkarlarını koruyup savunur. Bunu da sevdiğinden dolayı yapar. Sever çünkü toplumsallığın erdemliliğini ve yüceliğini biliyordur. Bunu ister ve istediği için de sever. Sevmeyi ya da sevilmeyi bireyle sınırlı tutmaz ve kalbini bir kişiye açmaktansa, milyonlara açmayı, onları sevmeyi, güzelleştirmeyi, yüceltmeyi ve kendisini onlarla bütünleştirmeyi tercih eder. Çünkü en güzel duygular ve düşünceler o zaman açığa çıkar. Ve insan güzelleşir. İnsanın insan oluşu ortaya çıkar. Kapitalizmin “önce kadını vurun” yaklaşımına karşın APOCU hareket ve Önderliği “önce kadını kurtarın” şiarını yükseltmiştir. Yine kapitalizmin insanı-insana, insanı-topluma, doğaya ve evrene yabancılaştırması karşısında insanı özüyle buluşturma her şeyi hak ettiği değeri verme yaklaşımını esas alarak mücadeleyi daha da yükseltmiştir. TANRIÇAM          Seni ve seni sen yapan gerçekliğini anlamak, ancak senin kanunlarınla seni yaşamaktan ve seni anladıkça yaşamaktan geçer. Tanrıça kültürünün sürdürücüsü, kutsal anaların takipçisi… Bu nasıl eylem gerçekliğidir ki; binyıllardır süregelen erkek egemenlikli sisteme darbeyi vurmuş, çalınan me’leri geri almaya çalışmış ve kaybedilen oğul ve kızlar tekrardan kazanılmaya başlanmıştır. Beş bin yıl sonra ana tanrıça tekrardan canlanmış, yitirilen değerleri, çalınan yaşamı bulmuştu. Kurnaz Enki, şaşkın. Enki; kurnaz tanrı, me’leri saklayan, yaşam kanunlarını İştar’dan çalan tanrı. İnsanlığı felaketlere boğan tanrı. Yaşanan dünya gerçekliğini, katledilen milyonların, sömürüde yaşayan insanların, yitirilen benliklerin, felce uğratılan kişiliklerin gerçek yaratıcısı. Umudu yitirten, sevgiyi körelten, güzellikleri yok eden tanrı. Barışı bitiren, eşitliği yok sayan, kadını yaşamda silikleştiren, erkek egemenlikli sistemi ilk var eden onu oluşturan tanrı. Ve kendinden sonra birçok tanrı ve tanrıların felaketlerinin yaratıcısı. Artık sonun geldi. Ve bunu sen de gördün. Tanrıçanın takipçileri, İştar’ın torunları, gerçeğin arayışçıları, adaletin savunucuları, güzelliklerin yaratıcıları senin sonunu getirdiler. Yalanlarına, kandırmalarına son dediler ve sana karşı isyan ettiler. Tanrıçaların mekânlarında, kutsal dağlarda tekrardan var oldular. Belki tapınakları yoktu onların, ama onlar oradaydılar. Orada yaşıyor, orada örgütleniyor, yeniyi yaratıyor, savaşıyor, yeniyorlardı. Gün geçtikçe de daha da çoğalıp büyüyorlardı. Artık topluma inmenin, yaşamı topluma sunmanın, insanı tekrardan mutlu ve umutlu yapmanın zamanıydı. Kimdi bunu yapacak olan? Tanrıça takipçilerinden hangisi bu misyonu oynayacaktı? Bu cesareti kim gösterebilecekti? Kim şehre inebilirdi? Yaşamı kim haykırabilirdi? Kültürü, kim insanlığa taşıyabilirdi? Çıktı içlerinden biri, siyah kıvırcık saçları vardı. Ay gibi parlayan bir yüzü, zeytin büyüklüğündeki siyah gözleriyle çıktı öne. Kimdi bu? Nereden çıkmıştı? Ne zaman katılmıştı topluluğa? Tanıyanlar, anlattılar onu, daha yeniydi. Bir yıldır gelmişti tapınağa. Yaşamı anlamaya, kavramaya ve uygulamaya çalışıyordu. ERKEKÇE YAŞAMAK Erkekçe yaşamak ne demektir? Ne kadar erkekçe yaşıyoruz? Erkeklik derken; referans noktamız nedir? Bakış açımız ve yaşam tercihimiz neyse, erkekliği ele alışımız erkeğe yaşamda biçtiğimiz misyon da odur. Ataerkil gerçeklikte erkeğin yeri gayet net ve belirgindir. Köle dahi olsa, varlığı bir şekilde kabul edilir. Erkek yaşamda vardır ve yaşamın hakimi, doğanın dünyanın evrenin hakimi olur. Bundan dolayı da kadının hakimi erkektir. Erkek hakimiyettir. Bundan dolayı erkekçe yaşamak, hakimiyet duygularıyla yaşamaktır. Temel kural hakimiyettir. Neye nasıl olacağı pek önemli değildir. Bunun için de her yol “mubah”tır. Amaç için her şey meşru ve kuralsızdır. Bu kurallarla hareket edip yaşandığı sürece, kadın ya da erkek olmak fark etmez. Ve şu an erkekçe bir dünyada yaşıyoruz. Bunun acımasızlığı, katlanılmazlığı ile kavruluyoruz. Her geçen gün dünyamızı, insanlığı ve kendimizi kemirip yok ediyoruz. Kendi cinsini öldüren varlık olarak, dünya dediğimiz gezegende “yiyor” yok ediyor ve tüketiyoruz. Bencilliklerle, bireyciliklerle entrika ve komplolarla kendine sevdalılıklarla erkekçe yaşıyor ve tüketiyoruz. Yaşamımızı ve canlı olan her şeyi tüketiyoruz. Her ne kadar tüketirsen o kadar erkeksin… Bir de bundan önce bir erkekçe yaşam vardı. Yani rahip sisteminden, tanrı kraldan önce Zeus daha doğmamıştı. Her şey hak ettiği değeri görüyor. Erkek, yaşamda ne hakim ne de dışlanmış durumda. Yaşam içinde mevcut koşuluna göre yer teşkil edip görev üstlenmekte. Yaşamın bir yarısını kadın tamamlarken, bir yarısını da erkek tamamlamakta. Bireyin hakimiyetine bırakılan bir yaşam yok. Eşitlik hakim. Bireycilikten uzak, tüketimden ziyade bireyin üretiminin esas alındığı, zorbalığın uygulanmadığı bir sistem. Erkek tamamlayan konumda. İnsana insanca yaklaşılıyor. Her ne kadar insanlığın değer yargıları gündemde olmasa da toplumsallık (klan) temel kural. Toplumsallıkta emek ve emekle toplumda yer alma var. Erkekçe yaşamı burada aramak gerek. Toplumun bütününde emek, toplumun bütününde sevgi, toplumun bütününde paylaşım. Özgürlüğü burada aramak gerek. Sadelik ve temizliği burada görüp buna göre erkeğe bir yer biçmek gerek. Erkekçe yaşamak, düşüncede hakim olan sistemle bağlantılıdır. Ne sadece erkek bunu yaşar, ne de kadın. Sistem erkeği de kadını da kendine bağlamış ve kendini yürütüyor. Ağalar ve hanım ağalar türemiş durumda. Birey ya da toplum hangi düşünceyle hareket ederse onu yaşar ve yaşatır.   Geriliklerimin ve yetersizliklerimin temelinde erkek egemenlikli sınıf bakış açısının etkilerini ve özelliklerini görmüyor değilim. Görüyorum ve bununla da sonuna kadar savaşıp Önderliğin kendinde yaşamsallaştırarak somutlaştırdığı yeni insan, özgür insana ulaşacağım. Kadın karşısındaki duruşum yaşama olan saygımı ve insanlığa olan bağlılığımın aynısı olacaktır. Zilan’ın tanrıçalığında, Sema’nın bağlılığında, Beritan’ın teslim olmayan direnişçiliğinde ve Gulan’ın fedailiğinde yeniden doğan kadın benim öncüm ve yaşam ilkelerim olacaktır. Erkek gerilikleriyle kaybetmiştir. Kadın karşısında kutsal ana kültürü tekrardan canlanmıştır. Yeni yaşamı arayan her kes bu kültü saygı duymak ve onun gereklerine göre yaşamak zorunda. Yani kadını eskisi gibi ele alıp 4 duvar arasına koymak, bir meta olarak görmek zorbalığın tarihinde ısrar ve yaşamı söndürme kölelikte inat etmektir. Kendimi bir noktada yeniden ele alıp örgütleyeceğim. Kadın karşısındaki geri yanlarımı atıp onunla özgürce buluşma özgürlük ilke ve ölçüleri temelinde ilişkilenmeyi kendime esas alıp bunun çabası içerisine gireceğim. Gerçek yoldaşlığa ulaşıp kadınla dost olabilmenin erdemi içerisinde yaşamaya çalışacağım. Ne zaman yaşamım son bulur fiziksel olarak bilemem ama var olduğum sürece de bunun mücadelesini ve savaşımını verip daha sonradan geri kaldım, yetersiz kaldım ve keşke daha önceden bu savaşımı vermeye başlasaydım şeklinde değerlendirmelere girmeyeceğim. İçinde yaşadığım anı dolu, dolu ve özgürce yaşayıp Zilan gerçekliğinde erkeğin egemenliğini öldüreceğim. Lale gerçekliğinde aşkı, sevgiyi, bağlılığı, sadakati, intikamı yaşayacağım. Kutsallıklara insan rahat, rahat erişemez ve ulaşamaz. Kutsallık yakıcıdır. Tanrıçalarda kutsaldır ve onlara kimse el süremez. Tanrıçalarla ilişkilenmek yakıcılığı ateşten gömleği giymek demektir. Eğer gömlek yanlış giyilecek olursa yanılır ama doğru giyilecek olursa güzelliklerle buluşur. Ben bu güzelliklerle buluşmanın arayışçısıyım. Lale şahsında kadına daha özgürlükçü ölçülerle yaklaşıp kendimdeki geri ve egemenlik içeren özelliklerimden kurtulmanın savaşımını vereceğim. Ş. Harun, tanrıça Zilan şahsında kadına yaklaşmayı onunla ilişkilenmeyi tercih etti ve bu ölçülerde yaşamaya çalıştı, kendini bu ölçülerde yeniden yaratmanın savaşımını verdi. Kadına yaklaşımımız ideolojik olarak yaşama dünyaya insanı ve kendimize yaklaşımımızı içermektedir. Sorunu temelinde değişim ve dönüşümün kadına yaklaşımımız yatmaktadır. Kadına yaklaşımımızda ne kadar demokrat ve ne sosyalist ne kadar özgürlükçü ve ne kadar kapitalist olduğumuz açığa çıkmaktadır. Kişi kendini sorgulayacak ve değerlendirecek olursa bence bu konu üzerinde derinleşip yoğunlaşmak gerekmektedir. Özgürlük ilke ve ölçüleri bu boyutu ile Zilan’ın tanrıçalığında, Semanın bağlılığında Beritan’ın teslim olmayan direnişçiliğinde Gulan’ın fedailiğinde yatmaktadır. Özgürlükçü bir ilişki aranıyorsa kadında bu ölçüler aranıp ilişkilenmeli, erkekte bu noktada kendinde Mazlumlar Kemaller, Hayriler, Agitlerin gerçekliğiyle kendini donatmak ve yaşatmak bu şekilde kadınla ilişkilenmekle yükümlüdür. Bu ölçülerin dışında kadın ya da erkek arayışçılığı düşkünlüğü içermektedir. Hiçbir şekilde özgürlük ahlak ölçüleriyle bağdaşmayıp tamamen köleci ve hegomanyacı bir karakteri taşımaktadır. PKK buna karşı duruşun adıdır. Ve bizlerde bu duruşa katıldık. Bundan dolayı yaşamamız ve yaşatmamız gerekende bu yaşam olmaktadır. Fedailik bu gerçeklikte saklıdır. Bir atımlık barut gibi bir eylemle bazı şeyleri başarmaya çalışmamız yetersizdir. Militan gerekli gördüğü yerde tavrını, eylemini koyar. Fakat bu her zaman ve her koşul altında geçerli olan tavır değildir. Apocu fedailik komple bir yaşam ve bir duruşu içermektedir. Arayış burada özgürlüktür. Ve özgürce yaşamaktır. Bunun ilkelerinin dışındaki yaşam arayışı yabancılaşmayı içermektedir. İnsana yabancılaşma ideolojide ve fedailikten uzaklaşmadır. Bireysel duygu ve düşüncelerinin esiri olmak güdüsellikte ısrar edip orada takılıp kalmak... Kölelikte ısrardır. Ne kadar özgürlükçüyüm dese de özgürlük ancak kişinin hayal dünyası ve yaşadığı gerçeklik kadardır. Gelişkinliğin kadar özgürsündür. Bağımlılıklarımız aşamadığımız alışkanlıklarımızı aşamıyor ise özgür değilizdir… Devam Edecek