Kadın en çok da aile içerisinde eziliyor, emeği görülmüyor ve çocuk doğurma makinesi gözüyle bakılıyor. Devletin de bunun üzerine hesapları var.

Erdoğan ‘en az 3 çocuk yapın’ sonra ‘3 değil 5 çocuk yapın’ dedi ve işi buraya kadar vardırdı. Yani kadına biçilen bu rol devlet tarafından korunmak isteniyor, kadının farklı alanlarda yer almasını ve söz sahibi olmasını engellemeye çalışıyorlar. Onlar için önemli olan sadece çocuğun dünyaya getirilmesidir, çocuk dünyaya geldikten sonra hangi koşullarda büyütülür, yaşama alanı ne kadar vardır bu düşünülmez. Mevcut düzende kadın tamamıyla bir meta olarak ele alınmaktadır. Kadın iki defa eziliyor hem devlet tarafından hem de aile tarafından. Önderlik ‘uygarlığın başlamasıyla kadın özünden çıkarıldı’ diyor.  Şehirleşmeyle öbür anlamıyla devletleşmeyle kadın zaten meta konumuna düşmeye başladı, tanrıça analığın tüm değer yargıları elinden çalındı ve köleleştirildi. Her alanda kadının önüne sınırlar konuldu. Bu şimdi dünyanın her yerinde hâkim bir gelenek halindedir, Türkiye metropolleri de böyledir, Kurdistan şehirleri de. Analık en kutsal makamdır ama şimdi kadını aşağılama hat safhadadır. Kadına ve kadın asaletine dair hiçbir şey bırakmadılar ortada. İktidar eliti büyüdükçe kadının önü daha çok kapatıldı. Çünkü kadın toplumda öncüleşirse onların hiyerarşik ve hileli sistemi yürüyemez olur. Kadın üzerindeki en büyük baskı uygarlığa geçiş döneminde oluyor. Özünden çıkarılan toplumda bir kadın biraz kendini özgürlük değerlerine bağlamak istediğinde dışlanır. Önemli sorunlarımızdan biri de cinsiyetçi toplumun nasıl aşılacağıdır. İslamiyet de kadını bir kafesin içine alıyor. Mesela bazı şeyh ve imamlar var kadın üzerinde yaptıkları yorumlar tüyler ürperticidir. Kadın şeytandır, yoldan çıkartıcıdır diye kadına karşı büyük bir nefret oluşturmaya öncülük ediyorlar. Önderlik uygarlık tarihi için kadının kaybediş ve kayboluş tarihidir diyor. Kadının kaybettiklerini biliyoruz, doğal toplum değerleriydi kaybedilen, ahlaktı, politikaydı, eşitlik ve özgürlüktü. Bunlardı kaybedilen. Kadın kendi sistemini insanlık adına kaybetti peki kadının kaybolması nedir? Düşünün Tanrıçalık konumundan gelip 5 bin yıl sonra metaların kraliçesi konumuna indirgendi. Aşama aşama, süreç süreç kadın bu düşüşü yaşadı. Hatta kadın insan mıdır değil midir sorusu bile tartışılır oldu. Kadının karşılaştıkları salt biyolojik olarak kadın olmasından kaynaklı değildi bundan daha çok bir toplumsal olgu olarak kadın saldırıya uğradı. Kadın üzerinde hem bir sistem olarak uygarlığın tahakkümü hem de erkek tekeli vardır. Kadının köleleştirilmesi de ilginçtir, zaten ilk köle ilk sömürgedir. Önderlik kadın en eski ulus ve ilk sömürülendir diyor. Kadının köleleştirildiği bir toplumda erkek özgürlüğünden bahsedilemez. Sen bir cinsi en alt bir düzeye çekersen doğal olarak diğer cins de bozulur. Özünden çıkar, onun özgürlüğünden veya doğallığından bahsedemezsin. Canlılığın ölüme karşı verdiği yanıt üremedir, bunu hayvan da yapar ama hiçbir yerde bu iki cins tatmin için bir araya gelmez. Bu insanda bu kadar çarptırılmıştır. Kadına dayatılan bir tecavüz kültürüdür. Kadına biçilen rol asker ve işçi doğurmasından başka bir şey değildir, bundan daha kötü bir şey var mıdır? İnsanlık zihniyeti başta bunu kabul etmiyor fakat zamanla kayma yaşıyor ve kabul ediyor. Kapitalizmde durum çok vahim bir düzeye tırmanmış. Cinsellik iktidar eksenli olarak kadın üzerinde bir yıkıcı güç olarak kendini dayatıyor. Nerdeyse günün 24 saatine indirgenmiş cinsel ilişki kadın varlığını daha da düşkün bir konuma taşıyor.  Bu tabi ki de büyük bir sorundur. Kadın nereye kadar bunu kaldırabilir. Toplumda bununla daha çok saptırılmaya çalışıyor. Şimdi gençleri siyasetten uzak tutmak için her şeyleriyle buna çekmeye çalışıyorlar. Porno bir sektör olmuş, kozmetik büyük bir sektördür. Bunlar kadın bedeni üzerinde yapılan pazarlardır. Porno satışları rekor kırmış örneğin. İnternet sitelerinin yarısından çoğu cinsellik için çalışıyor. Çok iyi hatırlıyorum 90’lı yıllarda Madam Monokyan diye bir kadın vardı, Türkiye de vergi rekortmeni olmuştu, yani devlete en çok vergi ödeyen kişiydi. Kadın ne yapıyordu biliyor musunuz, genel ev patroniçesiydi. Kadınların bedenini genel evlerde pazarlayarak en büyük parayı elde ediyor, bu paranın da en büyük kısmını devlete ödüyordu, devlet ise bu parayı bize karşı olan savaşına harcıyordu. Devlet bu tür şeyleri destekliyor, bir yandan hem toplumu bozuyor öte yandan da para kazanıyor. İki yönden kar elde ediyor. Toplumun iradesinde olsa toplum izin vermez ama devlet izin veriyor, izin vermekten öteye o açıyor, teşvik ediyor. Şimdi bu büyük bir sorundur. Toplum, özellikle de kadın, bu konularda bilinçli hareket etmedikçe daha kadın üzerinden daha çok kirli hesaplar yapılacaktır. Bahsettiğimiz sorunlar bunlardır yoksa kadın ne varlık ne de cins olarak sorundur. Aileye de ideolojik bakış gereklidir. Aile devletin en küçük hücresidir. Devletin prototipidir. Erdoğan nasıl kazandı, aile olgusuna bağlıdır. En küçük hücrelerde, ailede kendi ideolojisini oturtmuştur. Devlet için kadın çok çocuk doğurmalıdır. Zaten erkek çocuk getirmeyen kadın erkek tarafından yapılacak her türlü muameleyi hakkediyor gözüyle bakılır. Nüfus sorunu gittikçe büyümektedir. Bir şehrin kapasitesi onlarca milyon nüfusu nasıl kaldıracak. Bizim Kürtler çocuk doğunca Allah rızkını da verir diyor, nerden gelecek o rızk, nasıl bir gelecek hazırladın o çocuk için bunlar çok önemsenmiyor. Devlet kendisi için ajan yapar köle gibi çalıştırır, zaten öldürme normalleşmiş. Bunlara karşı neler yapabiliriz, evet aileyi ortadan kaldıralım demiyoruz fakat zihniyetini değiştirelim, demokratik esaslara bağlayalım. Çocuklar ona göre eğitilsin, aile planlaması olsun, kadın kaç çocuk doğuracağına karar versin. Kadın istediğinde boşanma hakkı kadının iradesi dahilinde olmalı. Erkek kadının bu hakkına saygı duymalı, kabul etmeli. Hatta ayrıldıktan sonra dahi yardımcı olmalı,  şimdiki zihniyette bu var mı yok. Şimdi dahi çoğu toplumda boşanma çok büyük bir suç ve ayıp olarak görülüyor. Tüm bunlara karşı başta kadın olmak üzere tüm toplumun bilinçlendirilmesi başat görevimizdir.