Bugün yaşadığımız toplumda kaos diyebileceğimiz çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kadın sorunundan tutalım, toplum sorunlarına, ekonomik sorunlardan, ekolojik sorunlara kadar yaşamın her alanında bu sorunlarla karşı karşıya gelmekteyiz.

Bu sorunlar gelişen erkek egemen zihniyetle daha da derinleşirken, bugün kendiyle beraber toplumsal krizleri de büyütmektedir. Yaşanan bu sorunların ana kaynağında ise kadının yaşadığı özgürleşme sorunu vardır. Ulus devlet anlayışı ile daha fazla gelişen ve toplumun tüm hücrelerine yayılan toplumsal cinsiyet sorunu ise gelişen tüm sorunların ana kaynağıdır. Cinsiyetçilik bir kanser gibi toplumun tüm hücrelerine yayılmıştır. Bunu aşmanın yolu ise güçlü, örgütlü, cins mücadelesi geliştirmekten geçer. Cins mücadelesi nedir? Nasıl gelişir? Bunları anlamak ve tartışmak önemlidir. Ama cins mücadelesinden önce cinsler arasında, toplum ve doğa arasında ilk çelişki nasıl oluşturuldu bunları kısaca anlatmak ve tartışmak konumuzun anlaşılması açısından önemli olacaktır.

Tarihi sorunlar doğaya müdahale ile gelişmiştir. Ne zamanki dışardan yanlış bir müdahale geliştiğinde ve gelişimini etkilediğinde bu bir çelişkiye dönüşür ve kendi ile beraber sorun oluşturur. Cins çelişkiside bu çelişkiler üzerinden gelişir. Doğal olan bir olaya dışardan yapılan müdahaledir. İktidar anlayışı ile gelişen bu müdahale kendi ile birlikte sorunlarda geliştirir. Toplum, doğa ve cinsler arsında ezen ezilen, egemenlik anlayışı geliştirerek sorunlar yaratır. Bu durumu bir çelişki olarak ele alıp değerlendiririz. Neden çelişkidir çünkü kadınlık, erkeklik doğal bir özelliktir. Fiziki farklılıklar bir ezen-ezilenin yaratılmasının, ya da egemenliğin bir gerekçesi olamaz. Bu durum doğal olmayan bir gelişimken doğada böyle bir durum yaşanmaz. Önderlik savunmalarında doğanın kendini iki şey üzerine oluşturduğunu belirtir. Doğa yaşamın devam edebilmesi için kendini ikililik üzerinden oluşturur. Doğada çeşitlilik vardır, bu yaşamın sürmesi içindir. Egemenlik anlayışı doğada bir kimlik olarak bulunmaz.  İnsanlıkta bu durumun gelişmesinin nedeni dışardan yapılan müdahaledir. İnsanlık yaşamının yüzde doksan sekizini büyük bir uyumla doğal toplum sürecinde yaşamıştır. En uzun süredir bu. Beşbin yıldır da gelişen iktidar egemen anlayışı ile yüz yüze kalmıştır. Bu durum şunu gösteriyor ki doğa ve insan en uzun sürecini özgürlük içinde yaşamıştır. Eğer kadınlık ve erkeklik bir sömürülme, ezilme gerekçesi ise o zaman insanlığın yaşadığı doğal toplum sürecinde özgürlük ve eşitlik olmazdı. Var olan sürece iktidar anlayışı ile bir müdahale gelişmiştir. Bu müdahale doğal bir müdahale değil ideolojik bir müdahaledir.  Kadın ve erkek arasında fiziksel, hormonsal ve toplumsallaşmada bazı farklılık vardır. Kadında sezgi, duygusal akıl daha öndedir ama bu durum kadının analatik zekasının gelişmediğinide göstermez. Bunlar olumlu özelliklerdir. Duygusal zeka toplumsallığı, paylaşımı, ilişkilenmeyi geliştiren duyguları açığa çıkarır. İnsanlık, yaşamının yüzde doksan sekizlik sürecini kadının bu sezgileri ve duyguları ile öncülük yaptığı bu süreçte özgür bir şekilde yaşar.  Bu süreçte egemenlik, iktidar anlayışı yoktur. Önderlik insanlık eliyle yaratılan çelişkilerin yine insan eli ile çözülüp yıkılabileceğini belirtir. Önderliğin bu belirlemesinden şu sonuçları çıkarırız.

1) Cins celişkisi gelişen doğal bir durum değildir.

2) Bu durum belirli bir kesim tarfından müdahale ile geliştirilmiştir.

3) Kendiyle beraber beşbin yıllık bir iktidar anlayışı geliştirmiştir.

4) İnsan eliyle oluşturulan bir sistem ezel ve ebed değildir bu yıkılabilinir, değiştirilebilinir. Önderlik Uygarlık adlı savunmasında Sümer Rahip Devleti’nden maskeli tanrılar olarak bahs eder. Çünkü iktidar kendini yalanlar üzerine oluşturur. Kendini ezel ve ebed olarak, iktidarı, egemenliği ezen ve ezilen ilişkisini doğal bir özellik olarak görür. Kadını zayıf olarak gördüğü için onun ezilen, erkeğin ise ezen olmasını, egemen olması gerektiğini belirtir. Kadın aracılığı ile erkeğide kendi kölesi yapar bu durumu günümüze kadarda sürdürür. Yaşamın akışını böylece olumsuz açıdan etkilerler. Bir örnek verirsek daha anlaşılır olacaktır. Örneğin; akan bir suyu düşünelim bu sudan herkes faydalanıyor. İnsan, doğa ihtiyaçlarını burdan karşılıyor. Eğer bu suyun doğal akışını engellersek, önüne set koyarsak bir müdahalede bulunuruz. Bu su olduğu yerde biriktiği zaman etrafında bir bataklık, çamur oluşturur. Yanlış gelişen müdahale ciddi bir soruna neden olurken insan ve doğa bundan olumsuz etkilenir. Kadın ve erkeğe, özelde kadına geliştirilen müdahale budur. Kadın yaşamın öncüsüydü, yaratıcılığı, duygusal zekası toplumun uyum içinde yaşamasını sağlıyordu. Ne zamanki kadın üzerinde bir müdahale gelişti, kadın hapsedildi, düşünceleri karanlıklaştırıldı, kötü özellikler ona ait kılındı. Yaşamı oluşturan, geliştiren özellikleri bu defa yaşamın yok olmasına, yıkılmasına neden oldu. Bunlarla birlikte kadına yalancı, iftiracı, dedikodocu vb. gibi isimler takılmaya başladı. Kadın yaşamın kaynağı iken, etrafında yaşamı yeşertirken birden etrafında çamur oluşturan bir bataklığa dönderildi. Niteliği, özellikleri değiştirilirken böylece, anlamı, değeri ve misyonuda değiştirilmiş oldu. Tabi bu durumu ezel, ebed bir gerçeklik olarak ele alıp, değerlendiremeyiz. Kadının varlığı dinlerde söylendiği gibi ne erkeğin kaburgasından, ne de erkeğe köle olmak için oluşmamıştır. Bu bilimsel bir durum bile değildir.

Bilimin de kadının özgürlüğüne yaklaşımı yanlış ve yanılgılıdır. Özellikle Darwin’in öncülük yaptığı bakış açısı ile doğayı ele alan bilimin kadına olan yaklaşımını da iki noktada ele alabiliriz. Bir, doğada güçlünün güçsüzü yediğini belirterek, bunun doğanın bir kanunu olduğunu belirtir. Bundan yola çıkarak kadının zayıf, erkeğin fiziki güçlü olmasından kaynaklı erkek ezen, kadınsa ezilendir. Kadının edilgen, pasif olduğunu, erkeğin aktif olduğunu belirtir. Doğayı örnek olarak böyle bir belirleme yapmak gerekçe olamaz. Doğada diyalektik bir ilişki gelişir. Her canlının doğada bir görevi vardır. Bu egemen, iktidar ilişkisi olduğunun bir göstergesi olamayacağı gibi fiziksel güçte geçerli bir etki değildir. Doğada bu durum gelişmezken aynı zamanda insan içinde bu durum geçerlidir. Ayrıca insan düşünme yetisine, karar verme yetisine sahip bir varlıktır. Onu diğer canlılarla bu açıdan kıyaslamak doğru bir yaklaşım değildir. İki, erkekte hormon olarak saldırı, şiddet özellikleri olduğunu, kadında ise daha fazla duygusal zekanın ağır bastığını belirtir. Şiddetin daha baskın olduğunu, canlı ve değişken olduğunu, duygusallığın ise daha kırılgan olduğunu bundan dolayı erkeğin aktif, kadının ise pasif ve edilgen olduğunu belirtir. Bilim, bilimcilik gerçekleri çarpıtır ve yanlış bilgi yayar. İnsanın yaşam değerleri en fazla neolitik süreçte yaşanmıştır. Önderlik şimdiye kadar insanlığın neolotik süreç düzeyinde devrim değerinde bir değer yaratmadığını belirtir. Doğal toplumda iktidar ilişkisi gelişmemiştir. Doğa yaşamını sürdürebilmek için iki cinse de ihtiyacı vardır. Kadının ezilmesi, tahakküm altına alınmasının nedeni fiziki özellikleri olmadığı gibi, erkeğinde ezen, tahakküm kuran, egemen olma nedeni fiziki güçlülüğü değildir. Bunlar insan eliyle yaratılan ve topluma kabul ettirilmeye çalışılan yalanlardır. Çelişki burda başlar. Doğal olan bir durumun tam tersi geliştirilerek bir çelişki yaratılmak isteniliyor, bu da gelişen sorunların kaynağı oluyor. Erkek iktidar yaklaşımının kadına müdahalesi gelişir. Bu haklı ve gerekli bir müdahale değildir.

Diğer eleştirdiğimiz bir konu ise Marksizm’in bu konuya bakış açısıdır. Marksizm kadının bir dönem toplum içinde etkili olduğunu ama gelişimler karşısında alışkanlıkları nedeni ile bu gelişime direndiğini belirtir. Toplumun gelişime ihtiyaç duyduğunu bundan kaynaklı erkeğin kadını aşarak toplumu geliştirdiğini belirtir. Geliştirilen bu yaklaşım hiçbir gerçekliği kendi içinde barındırmaz. Önderliğin bu konudaki yöntemi ve yaklaşımı ise bir bütünen farklıdır. Önderlik yöntem olarak her konuda ilk olarak tarihe döner. Önderlik her konuda ilk olarak sorunun kaynağına inmek gerektiğini belirtir. Bir sorunun kaynağına inmedikçe ve onu doğru tanımlamadıkça hiçbir sorunun çözülemeyeceğini belirtir. Bu bizim aynı zamanda esas aldığımız yöntemdir. Karşılaştığımız her sorunda ilk olarak tarihe dönerek sorunun kaynağına inmek ve orda çözüm aramak gerekir. Neden, niçin sorularını sormak önemlidir. Bu sorun neden gelişti? Nasıl gelişti? Geliştiği koşullar neydi? Kime, nasıl hizmet ediyor? Çıkardığı sonuçlar nelerdir? Bunları sormak daha objektif, daha net olaylara bakmamızı anlamamızı sağlar. Cins çelişkisi beşbin yıl önce gelişti, ama hala bizleri de etkiliyor. Cins çelişkisine bu şekilde bakmak gerek, hala kendimizi tanımlamakta zorlanıyorsak bunun nedeni geliştirilen cins çelişkisidir. Önderlik, “doğanın var oluşunda ikililik vardır, bununla beraber kadın ve erkek arasında anlamlı bir ilişki, uyum gelişmiştir. Ne zamanki iktidar yapıları gelişti, bu ikililik arasında çatışma, çelişki oluşmaya başladı. Cinslerin varlığına, cinsiyetçilikle farklı anlamlar verildi. Bu tarihin seyrinin, tanrılara doğru evrilmesini gerçekleştirdi. Erkek kendi varlığına karşı bir yabancılaşma yaşarken yüzünü maddeye çevirerek kendi varlık gerekçesinide anlamsızlaştırdı. Erkek bu yaklaşımı ile hem kadının hemde kendi etrafında bir iktidar halkası oluşturdu.” Kadın sınırsız bir şiddetle karşı karşıya kalmış oldu ve bu saldırı günümüze kadar artarak devam ediyor. Önderlik, kadın ve erkek ilişkisinin bozulmasıyla, toplumun sosyal dokusununda bozulduğunu belirtir. İnsan ilişkilerinde eşitlik, özgürlük, paylaşım özelliklerini kaybederek , daha fazla merkezi iktidar yaklaşımları gelişti. Erkek kendini merkezleştirdikçe etrafını da o kadar fazla anlamsızlaştırdı. Toplumun tüm değerlerini kendine ait kılan erkek, bunları kendi çıkarı içinde kullanmaktan geri durmadı. Erkek, etrafında kaleler oluşturarak yaptığı gaspın haksız olduğunu bilerek sürekli olarak kendini koruma, savunma pozisyonuna girdi. Bunun için sürekli olarak çatışmalar, savaşlar yarattı. Böylece kadının varlığını saldırı, şiddet ve tecavüzlerle ele geçirdi. Cinsel iktidar bu şekilde yaratıldı, kadını erkeğin bir parçası olarak gördüler. Kadının varlığı sadece erkekle tanımlanır oldu. Kadın erkeğin zorbalığı ve saldırılarına karşı ne kadar dirense de bir süre sonra buna daha fazla güç getiremeyerek kırılma yaşadı. Kadın ilk süreçlerde dayatılan kölelik özelliklerini kabul etmez ama zamanla geliştirilen kadınlık olgusu ile bu köleliği içten kabul eder duruma gelir. Önderlik buna köleleğin kodları der. Bu kodlarla kadın sadece fiziki olarak yaşamda görünür duruma gelir. Kadın kendi varlığı, gerçekliği hakkında herhangi bir bilince sahip olmazken, anlamsızlığa mahkum edilmiştir. Önderliğin de belirttiği gibi her iki cinsin varlığına ideolojik bir müdahale geliştirilmiştir. İdeolojik olarak iktidar amaçlanırken, tolumsal olarak kadınlık ve erkeklik yeniden tanımlanmıştır. Kadını, erkeği ve toplumu kendi iktidar ilkelerine göre tanımlayarak oluşturmuşlardır. Erkek iktidarı, kendini organize ederek devlet oluşturmuş ve kadını siyasi ve toplumsal alandaki yönetimden uzak tutmuştur. İktidar kültürü ve karılık kültürü oluşturulmuştur. Bununla birlikte gönüllü kölelik gelişmiştir. Bu bir bütünen doğa ve insanlık gerçekliğinin tersine çevrilmesidir.

Devam edecek

PAJK Özgür Kadın Akademisi Dersinden Derlenmiştir.