Önceki bölümdeki yazımızda “mitolojilerden, içselleştirilmiş kölelikten ve egemen aklın geliştirdiği tecevüz kültürüne” kısaca değinmiştik. Konumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bu yazımızda ben kimim sorusunun önemi ve örgütlülüğün gerekliliklerinden kısaca bahsedeceğiz.

  Birinci ve ikinci cinsel kırılmadan sonra kadınların yaşadığı temel sorunlar aynıdır. Kadının kölelik biçimleri ülkelere göre değişsede öz itibari ile kadın için değişen pek birşey olmaz. Batı’lı bir kadında, Ortadoğu’lu, Asyalı bir kadında erkek egemenlikli sistemde yaşamaktadır. Ülkeler, coğrafyalar arasında sosyolojik farklılıklar olabilir. Her coğrafyanın sosyolojik yapısıyla birlikte sorunlar farklı olabilir ama kadın için bu çok büyük bir farklılık yaratmaz. Bir ülkedeki kadınlar başka bir ülkedeki kadınlara göre özgür değildir. Yada şöyle örneklendirebiliriz; Batı’da yaşayan kadın Ortadoğu’da yaşayan bir kadına göre çok özgür değildir. Batı’da yaşayan bir kadını özgür görmek kendini kandırmaktır. Çünkü en tehlikeli yaklaşım kendini kandırma yaklaşımına girmektir. Liberalizm ve kölelik arasında öz olarak hiçbir farklılık bulunmaz. İkiside aynı kaynaktan beslenir. Bu yüzden herkesi kapsayacak bir çözüm perspektifi geliştirilmelidir. Cins sorununu ele alırken ben kimim sorusunu sormak önemlidir, bu arayışın başlangıcıdır. Cins konusunu anlayabilmek içinde bu soruyu kendimize sormalıyız. Düşünme tarzında felsefe önemlidir. Önderlik pekçok yöntem kullanır ve anlamı yorumlar. Özgürlük Sosyoloji’sinde Önderlik kendi yaşamını anlatırken iktidar karşısındaki mücadalesinde kendi kişiliğini netleştirdiğini ve anlamlandırdığını belirtir. “Bu iktidar karşısında ben kimim sorusunu sorduğum anda sistemin oyunlarınıda boşa çıkardım”der. Önderliğe karşı uluslar arası komplo geliştirildiğinde hegemonik güçler Önderliği bir kişi olarak, temsil ettiği toplumdan bağımsız olarak ele alıp yargılamak istediler. Oysa Önderlik bir halkın, kadınların temsiliyetini ve mücadelesini yürütüyordu. Önderlik ben kimim sorusunu cevaplayarak aslında gerçekleştirilmek istenilen politikayı boşa çıkardı. Önderlik ben kimim sorusuyla kendi kimliğini netleştirirken aynı zamanda sen kimsin sorusunu kapitalist uygarlığa, beşbin yıllık erkek egemenlikli uygarlığa sordu. Bununla birlikte Önderliği yargılamak isteyen sistemi Önderlik yargıladı. Bizimde kendi kimliğimizi netleştirme tarzımızda bu şekildedir. Neden bu tarzı ele alırız. Çünkü Önderlik şu belirlemeyi yapar bir insan toplumundan ve kimliğinden uzaklaştırılmışsa o kişinin varlığı anlamsızlaşır. Önderliği örnek vermemizin nedenide Önderlik kadın özgürlük çizgisini yaratan bir öncüdür. Kadının kimliğini netleştirmiştir. Bizleri geleceğimizle ve geçmişimizle, köklerimizle ilişkilendirmiştir. Yine varlığı bile tartışılan Kürt kimliğini tanımlamış ve bu topraklarda eskiden beri var olan kadim bir halk olduğu gerçekliğini açığa çıkarmıştır. Yine Ortadoğu hegemonik zihniyetler tarafından küçük görülen, yok sayılan ve geri görülen bir coğrafya olarak ele alınıyor. Önderlik insanlığın köklerinin bu topraklarda atıldığını yine insanlık yaşamının gelişimini etkileyen herşeyin ilk bu topraklarda geliştiğini belirtir. Aynı zamanda Ortadoğu’nun insanlığın beşiği olduğu gerçekliğiyle Ortadoğu’nun tarihsel kimliğini netleştirir. Hegemonik güç olarak kendini var eden Avrupa devletlerinin nasıl geliştiğini, nerden geldikleri gerçekliğini açığa çıkarmışlardır. Önderliğin tarzında kişi ve toplum birlikte ele alınınca hakikatin kaynağına  ulaşılır. Kadınlar olarak kendimizi nasılki toplumdan ayrı ele alamıyorsak aynı şekilde cins sorununuda ayrı ele alamayız. Cins sorununu ele alırken tüm kadınları ele alıyoruz, daha öncede belittiğimiz gibi bu konu tüm kadınları ilgilendiren bir sorundur. Bizlerde kendimizi anlamlandırmak ve kimlikleştirmek istiyorsak ben kimim sorusunu doğru bir şekilde cevaplandırmamız gerekir. Bilincimiz geliştikçe daha geniş ele alarak hakikate ulaşmamız ve kendimizi tanımlamamız kolaylaşır. Kadınlık bizim toplumumuzdur. Bunun farkında olmakta cins bilincinin geliştiği anlamına gelir.  Tüm kadınlar cins olarak aynı kimliğe sahiptir ve bu bizim toplumsallığımızı oluşturur. Ulus, din, sınıf bunlar sonradan kazanılmış kimliklerdir. Fakat cins kimliğimiz doğuştan beri var olan bir durumdur. Kültürümüzü değiştirebiliriz. Doğal toplum kültürünü esas alıyoruz. Günümüzde gelişen tecavüz kültürünü red ediyoruz. Biz özgür kimliği savunuyor onun için mücadele yürütüyoruz. Demokratik ulus paradigmamızda, tüm uluslarla özgür bir şekilde ilişkilenmeyi ve her ulusun kendini özgür ve demokratik bir şekilde ifade edebilmesini ve yaşamasını amaçlar. Cins olarak aynı sorunları yaşıyoruz ve hepimizin özgürlük sorunu var. Bunu fark ettikçe cins bilinci, toplum bilinci geliştikçe, kabul ve red ölçüleri kesinleşir. Kendini, kimliğini fark ederek bilincini geliştiren birinde cins sevgiside gelişir. Kimlik bilinci insanda sevgiyi geliştirir. Birinde kendi cinsine karşı bir sevgisizlik varsa demek o kişi kendi kimliğine yabancıdır ve kendini tanımıyordur. Erkek kadına nasıl yaklaşıyorsa oda öyle yaklaşıyordur. Cins sevgisinin emekle ilişkisi vardır. Doğal toplumda kadın emekle toplumunu yaratmıştır. Bilinçle verilen emek, kadının yarattığı yaşamı anlamlaştırmıştır. Emekten uzak bir yaşam her türlü yozlaşmaya açıktır. Emeğin olmadığı yerde insan kendi kimliğinide fark etmez çünkü bireysel bir yaşam geliştirir. Cins bilinci direkt özgürlükle ilişkilidir. Cins sorununu çözmedikçe özgürlükte gerçekleşmez. Önderlik; “Cins sevgisi ruhta ve bilinçte gelişmelidir. Çünkü sizler ruh ve bilinç olarak cins sevgisinden koparılmışsınız. Üçü arasında bir uyum sağlamak zorundasınız. Bunlar bir kadın için yaşamsaldır” der. Cins sevgisi bize ruh kadar bilinç kadar gereklidir. Tabi burada ilkeli bir sevgiden bahsedilebilinir. Duruşuyla, bilinciyle kadın erkeği kendine biçim vermeye zorlayabilir. Erkek kendi isteğiyle iktidardan vazgeçmez ama kadınlar mücadeleleriyle erkeği kendisini değiştirmeye zorlamalıdır. Erkek iktidarının geliştiği alanları mücadele ile daraltmalıyız. Bilinçli ve güçlü birşekilde mücadele edebilmek için mücadeleyi içselleştirmeliyiz. Bunun içinde örgütlü bir mücadele gerekir. Oluşumumuz ancak kendimizi kimliğimiz üzerinden örgütleyerek gelişebilir. Fakat bilinç gelişmezse örgütlülüğün gerekliklerinide bilemeyiz. Bu yüzden örgütlülük oldukça önemlidir. Bir amaç için bir araya gelerek ideolojik bir duruş sergileyen ve bireyler arasında ilişki oluşturarak ortak bir tutum açığa çıkaran yaklaşıma örgütlülük deriz. Örgütlülüğün ilkeleri vardır. Örgütlülük sadece bir araya gelmek değil aynı zamanda amacın ve görevlerin gerçekleşmesi için esas etkendir. Cins bilincinin yaşamsallaşması için örgütlü bir kadın gücüne ihtiyaç vardır. Erkek egemen iktidar anlayışına, kurumlarına, inancına, beşbin yıllık gelişen zihniyetine karşı, yaşamın her alanında örgütlü bir mücadele yürütmek ögürtlülüğün gerekliliklerindendir. Örgürtlülük bir kimlik üzerinden oluşur. Örgütlülük kendini ideoloji üzerine geliştirir ve bir amaç uğruna oluşan ideolojiyi o amacın gerçekleşmesi için organize eder. Örgütlülük mücadele yöntemini belirlerken kendiside mücedelenin bir aracıdır. Örgütlülük kolektif bir kimlik oluşturur. Erkek egemenlikli sistem beşbin yıldır kendini devlet olarak, kadın erkek kimliğinde, okullarda, askeri alanda en önemliside zihniyette kurumsallaştırmıştır. Eğer erkek egemen zihniyete karşı mücadele etmeyi esas alıyorak o zaman ilk olarak idelojik alanda bu zihniyete karşı güçlü mücadele edilmeli. Yine bu zihniyetin kendini kurumsallaştırdığı her yerde kendini örgütlemek gerekir. Örgütlülük, örgütlü olmak oldukça önemlidir. Eğer erkek egemen zihniyete karşı bir mücadele yürütmek ve başarı elde etmek istiyorsak örgütlü bir güç haline gelmek gerekir. Bireysel bir mücadele tarzı hiç bir başarı ve çözüm getirmez. Devlet kendini yaşamın her alanında organize ederek kurumlaştırmıştır. Böylesi bir kurumlaşma karşısında bizlerde ancak güçlü bir örgütleme oluşturarak başarı elde edebiliriz. Erkek egemen iktidarın diğer bir özelliği saldırgan olmasıdır. Karşısında kendi için tehdit olarak gördüğü herşeyi yok etmeye endekslidir. Bu saldırganlık karşısında kendini korumak ancak örgütlenmekle gelişebilir. Örgütlülük kendini savunmaktır. Ataerkil olan bu zihniyeti ve ona ait herşeyi red etmek bizlerin yeni örgütlü toplumunu ifade eder. Birey ve örgüt arasında simbiyotik bir ilişki vardır. Birey örgütü, örgüt birey korur. Önderlik kadının örgütlenmesindeki engeli bu sözlerle tanımlar; “Kadınların birbirini kabul etmemesi kölelik anlamına gelir. Kendini örgütlemeyen halk ne kadar köle ise bir cins olarak kadının kendini örgütlememeside o kadar kölelik anlamına gelir. Örgütlü olamayan kadın mücadele edemez. Erkek egemenlikli sistem kadını kadına kırdırmaya çalışarak onu parçalar ve güçsüzleştirir. Böl-parçala ve yönet politikalarıyla büyümüşsünüz. Kendinize karşı bile tahammülünüz kalmamıştır. Neden? Çünkü eril zihniyet sizden birbirinize karşı saygısızca ve kıskançla yaklaşmanızı ister. Yine toplumun ilişkilenme tarzı, ahlakı, var olan yaklaşımı böylesi bir gerçekliği açığa çıkarmıştır. Cins olarak ortak sorunu görmemek bunu fark etmemek ve buna karşı kendini örgütlememek ve erkek egemen sistemin yaşamına doğru koşmak kölelik anlamına gelir. İlişkilerdeki bu kadar kör bağlanmanın nedini, kendi kimliğine değer vermemek ve tanımamakla bağlantılıdır.” Örgütlülük bir yaşam tarzına dönüştümü erkek egemen zihniyete karşı güçlü bir mücadele verilebilir. Böylece günü birlik bir mücedele değil sürekli bir mücadele gelişir. Örgütlü bir bilincin oluşması bu yüzden oldukça önemlidir. Örgütlülük cins sorunun çözümünün en temel aracıdır. Cins sorunu ancak bu yöntemle kesin bir çözüme ulaşabilir. Devam edecek Şafak Aryen’in PAJK Özgür Kadın Akademi Dersinden Derlenmiştir.