KADIN KIRIMI: Sistemin kriz oluşturduğu tüm alanlar aynı zamanda kadın kırımına da yol açarken hegemonik temelde inşa edilmiş kadın erkek ilişkisi de adeta kadınlara dönük ilan edilmiş bir savaşa dönüşmüştür.

Tüm iktidar ilişkilerinin, militarizmin, milliyetçiliğin erkek egemenliğinden kaynaklanıyor olmasından dolayı bu sorunların kadınlar üzerinden derinleşmemesi düşünülemez. Ataerkil baskı sistemlerine eklenen ve onu derinleştiren kapitalist sömürü düzeni daha incelmiş ve çeşitlenmiş yöntem ve araçlarla kadını metaların kraliçesihaline getirmiştir. Kapitalizmin kadın üzerindeki geleneksel baskı sistemlerini ortadan kaldırarak kadınların özgürleşmesine yol açtığı söyleminin gerisindeki bu metalaştırmanın biçimlerinin açığa çıkarılması önemlidir. Oy hakkı mücadelesinden, eşit işe eşit ücret, boşanma, miras ve çocukların velayeti gibi hukuki haklara kadar birçok kazanım kadınların kıran kırana mücadelesi ve bedellerle elde edilmiştir. Ancak kapitalizm kadınların birey olma, ekonomik özgürlük, kadın bedenini denetleyen geleneklere karşı mücadelesini kadın enerjisi ve bedeninin piyasalaştırılmasında suiistimal etmiştir. Doğanın, emeğin, insanın metalaştırılma süreçleri her zaman şiddet yöntemleri ile gerçekleştirildiğinden kadının metalaştırılması da şiddet yöntemleriyle gerçekleştirilir. Fiziki, ekonomik şiddet yöntemlerine, kültür endüstrisi ve medyanın eşlik ettiği yeni şiddet biçimleri eklenmektedir. Kadınları kendi bedenleri ile sorunlu hale getiren reklamlar, diziler, filmler aracılığıyla kadınlar yoğun bir psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar. Kapitalist güzellik standartlarıyla kadınların ten renkleri, göz yapıları, kiloları, yaşları, boyları, saçları, burun şekillerine kadar her zerresini sorunlu ilan etmektedir. Yaşlanma etkilerini ortadan kaldırma adı altında bedene zarar veren, insanların mizaçlarını değiştiren müdahaleler giderek yaygınlaşmaktadır. Üstelik sadece gelir düzeyi yüksek olan kesimler değil, orta düzeyde ya da daha az gelir sahibi olmalarına rağmen kredi çekerek, borçlanarak ya da farklı alanlardan kısıtlamalar yaparak kadınların bedenlerine yatırım yapması teşvik edilmektedir. Hem sisteme muazzam kazançlar sağlamakta hem de yeni tarzda metalaştırma araçları ve kadın kırım yöntemleri olarak işlev görmektedirler. Son yıllarda daha da görünür hale gelen kadın kırımı ise kadınların ilişki içinde oldukları erkekler tarafından katledilmeleridir. Erkek egemen ideolojinin şekillendirdiği aile ve kadın-erkek ilişkisindeki kriz olarak yansıyan bu durum bir savaş bilançosunu andıran düzeylere ulaşmıştır. BM’nin yayınladığı verilere göre sadece bir yılında kendi yaşamları hakkında karar aldıkları için kocası, sevgilisi, kardeşi ya da aileden bir birey tarafından öldürülen kadın sayısı 50.000 civarıdır. Üstelik bunlar sadece kayıtlara geçen rakamları ifade etmektedir. Bir savaş bilançosu olacak sayıda ölümün nedeni aşk, sevgili, evlilik, aile adı altındaki kadın erkek ilişkilerinin sonucudur. Kadınları öldüren, tecavüz eden, şiddet uygulayan erkeklerin devlet hukuku ile korunmaları erkek egemenliği ile devletlerarasındaki varoluşsal bağın bir diğer ifadesidir. Günlük olarak kadınlara yönelen şiddet, taciz ve tecavüz rakamları her geçen gün katlanarak artmakta ortalama düzeyde kadınların evlerde uğradığı şiddet oranları dünyanın birçok ülkesinde %25 ile %40 arasında değişen oranlarda artmıştır. Kapitalist sistemin ama esasta 5000 yıllık erkek egemen uygarlığın krizlerinin yoğunlaştırdığı sorunlar geçen yüzyıllarda emek sömürüsünün yol açtığı yoksulluk, ezilen ve sömürgeleştirilen halkların sorunları ve demokratikleşme biçiminde yansımaktaydı. Kadın özgürlük sorunu, ekolojik sorunlar ise bu temel sorunlarla bağlantılı çözümlenecek konular olarak görülürdü. Ancak finans kapital dönemiyle birlikte yoksulluk, kültürel, dini etnik kimlik sorunları ve demokratikleşme sorunları daha da derinleşirken ekolojik kriz, kadın kırımı ve hepsinin zirvesi olan toplum kırımından bahseder durumdayız. Ekolojik kriz birinci doğayı geri döndürülemez yıkımlarla karşı karşıya bırakırken, kadın kırımı ve toplum kırım ikinci doğayı mümkün kılan ahlaki-politik yapıyı ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Rêber Apo bunu toplumsal sorunlardan daha ağır durum olan toplum kırım olarak tanımlar. Toplumun varoluşunu mümkün kılan dokuların tahribi çağın filozoflarının deyimiyle esasta “insanın ölümüdür”. Rêber Apo toplum kırımın yürütülüş tarzını ve sonuçlarını şu sözlerle ifade eder; “Toplum kırımı iki yolla yürütür. Birinci yol, ulus-devlet ideolojisi ve iktidar kurumlaşmasıyla kendisini toplumun tüm gözeneklerine kadar militarizm ve savaş olarak dayatmak. İkincisi, 20. yüzyılın ikinci yarısında patlama yapan ‘medya ve bilişim’ devrimiyle birlikte yaratılan sanal toplumu hakiki toplum yerine geçirmektir. Son yarım yüzyılda toplumlar bu ikinci savaş biçimiyle başarıyla yönetilmektedir. Toplum sadece sorunlarla değil, kırımla karşı karşıyadır. Eskinin daha sınırlı uygulanan soykırımlarıyla birlikte, bu yeni toplum kırımlar daha yoğun ve sürekli halleriyle toplumsal doğanın sonunu hazırlamaktadır. Belki insan türüne benzeyen yaratıklar var olmaya devam eder: Ama sürü kitle, faşizm kitlesi olarak. En ağır toplumsal ve ekolojik felaketlerde bile sorumluluk duymayan insan yığınları bu gerçeği kanıtlar. Bunalım ve kriz ötesi bir durumun yaşandığı inkâr edilemez.” Sistemsel bunalımın derinleşerek kapitalizmin sonunu getireceğini öngörmek toplum kırımın sonuçlarını doğru tahlil edememek olur. Bu açıdan kapitalist modernitenin derinleştiği toplumsal yapılar sistemin alternatifinin gelişme imkânlarını büyük oranda kaybeden alanlardır. Sistem karşıtı mücadele ve alternatif sistemin kapitalist kültürün en az zarar verdiği alanlardan gelişme ihtimali daha yüksektir. Devam Edecek.