Doğu Kürdistan’da Kadın   

Kürdistan’ın 1639 yılında yapılan Kasr-ı şirin antlaşması ile ilk olarak parçalanması, Doğu Kürdistan’ı ülke bütününden ayırmıştır. Bu süreçten itibaren diğer parçalar Osmanlı hâkimiyetinde kalırken Doğu Kürdistan Fars egemenliğine girmiştir.

Bu süreçten günümüze kadar Doğu Kürdista’a yönelik özgün uygulamalar gelişmiş, resmi olarak Kürt kültürünü geliştirme esas alınmamışsa da kültürel anlamda bir yok etme yaklaşımı gelişmemiştir. Rejim değişiklikleri başta azınlık olarak görülen halkları etkilediğinden Kürtler bu alandaki değişimlerden oldukça etkilenmişlerdir. Teokratik İran rejimi, toplumu denetimde tutmak, kitlelerin özgür yurttaş bilincinin gelişmesini ve sistem dışında düşünmesini engellemek için kitleleri kulluk kültürüne tabi kılmaya yönelmekte, bunun esas yolu olarak, islami ideolojiyle politik savaşımı toplumun en ücra köşesine yaymayı temel strateji olarak belirlemektedir. Yaratılmak istenen tek renkli, tek sesli insan tipi rejimin ideolojik kimliğini de göstermektedir. Nüfusu 60 milyonun üzerinde olan İran’da 7 milyondan fazla Kürt yaşamasına rağmen dinsel ve etnik farklılıklar, Kürtlerin dışlanmasını ve yok sayılmasını getirmiştir. Şii İran’da Farslar ve Acemlerden sonra gelen Kürtler üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmektedir. Şahlık rejiminde Kürtlerin ulusal inkârı, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması ile tek renkli, tek sesli bir toplum öngörüsüyle tam bir cendereye girmiştir. Kadının Humeyni darbesi ardından düştüğü durum, Aryen kültürünün Fars ve Kürt kollarının tarihsel köklü kültürünün inkâr edilmesi biçimindedir. İran sisteminin dışa kapalılığı cins olarak kadını tahakküm altına almaktayken Kürt ulusal gerçekliği de bir bütün izole edilmektedir. Baskıcı İran rejimi Kürt toplumu içinde dine eksenli kapalı ilişki tarzını ayakta tutarak mevcut hastalıklı aile şekillenmesini sürdürmeye çalışmaktadır. Rejim toplumun en dinamik kesimi olan gençlerin başkaldırılarını aileleri devreye koyarak sindirmeye ve bu yolla gençliği teslim almaya yönelmektedir. Manevi değerlerini ayaklar altına aldığı maddi olarak da kendisine muhtaç hale getirdiği Kürt toplumunda ailenin kutsallığını koruduğunu iddia eden sistem, istediği zaman kutsal değerlerin temsili ailelere siyasal tecavüzlerde bulunmakta ve bu mahremiyeti de çiğnemektedir. Toplumsal özgürlük sağlanmadan ailenin kutsallığı ya da mahremiyeti bir kandırmacadan ibarettir. Bu gerçek bilinmesine rağmen aile ilişkileri düşünmekten, sorgulamaktan ve iradi olarak kavramaktan uzaklaştırılmakta ve sahte bir duygusallığa mahkûm edilmektedir. Bu yaklaşım toplumu teslim alırken bir yandan da bireyleri tek tek hedefleyerek sisteme tabi kılma amacındadır. İran rejiminin tüm sistem karşıtı mücadelelerde aileyi bir tehdit unsuru olarak kullanması sistemin aile kurumuna ne kadar bel bağladığını da göstermektedir. Doğu Kürdistan Kurmanc, Soran, Behdini olarak üç kısma ayrılır. Ve bu ayrışma kültürel birçok farkı beraberinde getirir. Soran bölgesi kadını, dışa açık olduğundan daha aydınlanmış, Farslaşma ile beraber öğrenim imkânı elde etmiş ve şehirleşmenin yoğun etkisine girmiştir. Bu kesimde şehirleşmeyle birlikte asimilasyonun belli etkileri görülse de temel yurtseverlik değerlerinden köklü bir uzaklaşma olmamıştır. Buna rağmen geri bir uygulama olan kadın sünneti burada kısmi de olsa sürdürülmektedir. Doğu Kürdistan’da yaşayan Behdini kadınların durumu çok daha dikkatli incelenmek durumundadır. Burada sınır kültürünün de belli yansımaları vardır ve kültürel bir dejenerasyon yaşanmaktadır. Her şeyin ticaret konusu olması ve metalaşması durumunda kadın, kendini meta olmaktan kurtaramamıştır. Bu kapalılık Doğu Kürdistanlı bireyde yalnız ve toplumsal dayanaktan yoksun olma düşüncesini getirirken kadın bunu daha derinden yaşamaktadır. Tarihe uzanan bir hüzün, yitiklik ve tek başınalık düşüncesi vardır. Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yıkılıp önderlerinin katledilmesi, sistemin tek renkliliği, egemen ulus ve cins yaklaşımı, Doğu Kürdistanlı kadını sonu gelmeyen bir sömürüye maruz bırakmıştır. Kuzey Kürdistan sınırında olan Kurmanc kesimde ise kadın toplumun aktif bir kesimi olmasına, üretimde belirgin bir yer almasına rağmen daha içe kapanıktır. Okuma yazma oranının çok az olduğu bu kesimde kadın geleneklerin, tabuların ve feodal yargıların baskısı altında kendi kimliğinden uzaklaşmayı yaşamaktadır. Tüm bunlara rağmen, sistemin tüm tek tipleştirme uygulamalarına rağmen, sistemin uzağında, dağların doruklarında, orman kuytuluklarında yaşayan kesimler vardır. Bu kesimler sistemdışıdır. Ne hâkim ulus özelliklerini ne de hâkim din özelliklerini kabul etmişlerdir. Tamamen Fars ve Müslüman kimliğinden uzak yaşayan bu kesimler, etnisite yaşam özelliklerini korumaktadırlar. Sistemin hiçbir maddi manevi etkisi altında olmadan yaşamını hala sürdüren kesimler bulunmaktadır ve bu topluluklar yerleşim durumlarına göre dil, inanç, kültür renkliliğini yansıtmaktadırlar. Hewraman bölgesi İran rejiminin tamamen dışında olan özgün bir bölgedir. Burada şehirden uzak, kısıtlı bazı ihtiyaçlar dışında şehrin ürünlerinin dahi kabul edilmediği bir yaşam vardır. Kendi giysilerini, ayakkabılarını ve buna benzer birçok ihtiyaç malzemelerini kendileri yapan Hewramilerde dengbejlik önemli bir kültürel öğedir. Burada analık olgusu önemli olsa da kadının durumu çok geridir. İslam’a uzun süre direnen yöre halkı sonunda egemen dini kabul etmişse de Enel-Hak tarikatıyla Hallac-ı Mansur kültürünü yaşamaktadırlar. Şehirlerden uzak, dağların doruklarına yakın kalmalarının sebebi İslamiyet’ten korunmaktır. Yaşanan kapalılık içte gericileşen yanları da derinleştirmiştir. Tutuculuk, bir yandan bu kesimleri koruyan ve süreklileştiren bir özellik olurken diğer yandan da içte gericileşmeyi de getirmektedir. Tarihin bir zamanında çakılı kalmış olma gerçeğini tam olarak yaşamakta olan bu topluluklarda kadının yaşadığı ezilme, yok sayılma ve baskılar bunun örneğidir. Bir bütün olarak Doğu Kürdistan’da dinsel ve toplumsal geleneklerin bastırmasının getirdiği yozlaşmalar, özelde aile içinde çarpıklıkların ortaya çıkmasına yol açar. Kendi rızasıyla evlenen kadına rastlamak zor olduğu gibi evleneceği kişiyi seçmek de ayıplanan, tabulaştırılan bir durumdur. Bu durum kendisiyle beraber süreğen bir mutsuzluk, bunu kabulleniş ve kader olgusuna teslim olmayı getirmektedir ve toplumsal karmaşa kendi içinde kendini tekrarlamaktadır. Kadının erkekle birlikte yemek yemesinin, bir erkeğe selam vermesinin ayıp hatta suç olduğu kesimler çok fazladır. Ekonomik yaşamda tarım, halı dokumacılığı gibi iş sahaları tamamen kadının emeğine dayalı olarak yürütülmektedir. Buna rağmen kadının cins olarak bir bütün inkârı, bu emeği de egemen erkek ürününe tabi kılmaktadır. Kadın günlük olarak gördüğü bu emek ve değer hırsızlığı karşısında hiçbir şey yapamamanın acısını, çaresizliğini yaşadıkça, boyun eğdirilen, iradesizleşen bir konumu daha derinden yaşamaktadır. Kadın şairlerin en çok buradan çıkması ve aşk temasının ele alınması mevcut yaşamın çok uzağında bir yaşam hayaliyle oluşturulan edebi eserlerin yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Yasalarla davranış kalıpları dahi belirlenen Kürt kadınının ulusal yönden ezilişi, egemen ulus kadınının haklarına dahi sahip olmayışı ya kadını sessizliğe ya kısmi edebiyata yöneltmiş ya da intiharı tek kurtuluş kapısı olarak bırakmıştır. Kürt kadını Fars kadınına oranla çok daha geri bir düzeyi yaşar. Fars kadınlarının meclise girme, öğrenim görme, meslek edinme, spor ve sanat faaliyetleri yürütme gibi sosyal ve siyasal hakları varken Kürt kadını bu haklardan yoksundur, dahası kadının bu haklarından bihaberdir. İran sisteminin ülke sınırları içinde yaşayan kadınlarda yarattığı ortak etkilerden biri, sistemin çok yüzlü insan tipini yaratmasıdır. Özellikle yaygın ve yoğun baskı altında olan kadın, içte bunu kabullenmemenin, farklı yaşam biçimlerinin ve kendini sürekli gizlemek durumunda olmanın yarattığı bir ikililiği yaşamaktadır. Yasaklanmış o kadar çok şey vardır ki gizli olarak yaşananlarla bu yasaklar arasında kadının kişiliği ve kimliği ağır bir tahribata uğramaktadır. Dinin, törelerin baskılarından çok bunların yozlaşmış yansımalarından söz etmek Doğu Kürdistanlı kadını anlamak açısından önemlidir. Çarpık cinsel ilişkiler bu baskıların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Çözümsüz kalan kadında sorgulama gelişmediği gibi özellikle kendini yakma yoluyla intihar gelişirken toplumsal (dinsel-aşiretsel-ailesel) yozlukları ve kirlilikleri, kadının katledilmesi, yakılması yoluyla temizlemek, kadın katliamlarının intihar süsüyle örtbas edilmesini getirmekte, sistem ve onun en sadık savunucusu olan erkek bu sayede huzurlu bir yaşam sürmektedir. Kadın, alım-satım konusu olduğundan çocukluktan itibaren genç kızlara bu gözle bakılmakta, her baba kızına sermaye gibi yaklaşmakta ve ekonomik geleceğini güvenceye alacağı bu sermayenin bozulup deforme olmaması için kızının bekâretini namus adına korumaya büyük çaba göstermektedir. Beşik kertmesi, berdel ve başlık parası yoluyla kadını mülk gibi satma yaklaşımları oldukça yaygındır. Aile içi şiddet ve kadının cinsel istismarının artmasında bir faktör de kaçakçılık kültürü ve eroin ticaretinin toplumda yarattığı yozlaşma ve bu yozlaşmanın egemen sistem tarafından Kürtlere bırakılan sınırlı kapılardan olması sayılabilir. Kadının direnişçi yönü ön plana çıkmış olsa da buna karşı sistem kadını kısıtlayıcı tedbirler alarak bu dinamiği söndürmüştür. İdam kararları en çok kadınlar hakkında alınmakta ve topluluk önünde yapılan idamlar kadında bir korku yaratmaktadır. Kocasına karşı gelen kadın toplum tarafından suçlu görüldüğünden erkek reisin hâkimiyeti yasalar kadar toplumsal yapı tarafından güvenceye alınmıştır. Özellikle bilinçlenen kadına yönelen saldırılar taciz, tecavüz ve öldürme şeklinde yaygınlaştırılarak kadının mevcut çağın gerisindeki konumu korunmaktadır. Aile sorunu Doğu Kürdistan’da devlet sorunundan daha köklüdür. Sistem, özellikle dışarıdan farklı kültürlerin etkisinden iletişim araçlarının engellenmesi ve kısmi iyileştirmeler yoluyla koruyup dokunulmazlığını sağladığı aile sayesinde kendini güvenceye almaktadır. İslamiyet’in yoğun baskısıyla kapalı bir biçim varken alttan alta bunun tam tersini yaşama vardır ve bu durum kadında yaşama karşı bir ikiliği getirmektedir. Doğu Kürdistan kadını, nereye gitse de sistemin onu bulacak kadar güçlü olduğunu içselleştirerek egemenlik karşısındaki köle duruşunu kanıksamıştır. Tüm bunlarla kadında kendine karşı güvensiz, iradesiz, çaresiz bir yapılanma geliştirildiğinden Doğu Kürdistan kadını erkeği güç olarak görmektedir. Mevcut sistem ve erkekle olmazsa yaşayamayacağı düşüncesi kadında tüm baskılara katlanmayı getirmektedir. Kadın, özgürlük inancı ve bilincinden uzakta, sistem içinde ölüm-yaşam arası bir konumda korkuyla durmakta tüm bunlara rağmen çözemediği cinsellik konusunda erkeğe bağımlılıktan kurtulamamaktadır. Sistemin devlete, aşirete, aileye, dinsel geleneklere, bir bütün erkek egemenliğine bağımlılaştırdığı Doğu Kürdistan kadınının durumu Lut kavminin öyküsünü hatırlatmaktadır. Bırakıp giderken dahi, taş kesilme pahasına da olsa, kölece bağımlı olduğu yaşam tarzına, geriye dönüp bakmak, onun bu sefer taş kesilmesini değilse de yakılmasını, taşlanmasını ya da ıssız bir köşede öldürülmesini getirmektedir… 

Devam Edecek… 

 Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi Yayınlarından