GÜNEY AMERİKA’DA MİLİTAN RUHLU KADINLAR
Güney Amerika’da devrim saflarına kadın katlımı oldukça yoğundur. Ulusal Kurtuluş hareketine katılımın en yoğun olduğu yer ise Nikaragua’dır. Nikaragua’da ağırlıklı olarak işçi ve köylü kadınlar, devrimde yerlerini alırlar. Oldukça geniş tabanlı bir örgüt kuran kadınlar, ulusal, sınıfsal ve cinsel baskı ve sömürüye karşı mücadele ederler. Kurulan bu örgüt geri geleneksel egemen normlara, mevcut toplumun verili kalıplarına karşı savaşmanın yanı sıra devrimi sekteye uğratacak, gerçekleşmesi önünde engel olacak tüm her şeye karşı mücadele etmeyi esas alır. Kitlelerin örgütlenmesini önemli oranda üstlenen kadın, ordu içerisinde yerini alarak, siyasi yaşamda daha etkili olan bir konuma yükselir. Kadınlarda gelişen özgüvenin ve öz iradenin bir sonucu olarak özgür kadın birlikleri doğar. FSLN’de (Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi) aktifleşen kadın militanlar birliklerine AMORGNAC ismini verirler. Devrimden sonra bunun yerini Luisa Amanda Espinoza Nikaragualı Kadınlar Birliği alır. Luisa Amanda Espinoza, Nikaragua devriminin ilk kadın şehididir. Kadınları halk milisliğine yönlendirip, müfrezeler kurar. Savaş gücü oldukça gelişmiştir. Yine Guetemala da ‘Rigoberta Menchu’ savaşı ateşkesle durdurur. Hem sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelelerinde hem de askeri- militarist baskıcı dikta eğilimlerine karşı direnişte, kadının en yoğun aktif ve de ön cephede katıldığı yerlerdendir. Latin Amerika’da ulus, sınıf farkı gözetmeksizin tüm kadınları kapsayacak bir ideolojik bakış açısı yaratılamadığından ve pratik politika, üretilemediğinden militan ruhuna, savaşçı karakterine rağmen egemen sistem yönlendirmelerinden kurtulamazlar. Latin Amerika toplumları ve özellikle de Latin Amerikalı kadınlar, egemen sistem karşısında hemen hemen aynı etkilenmeleri ve belirlenen olma durumunu yaşarlar. Latin Amerika’da gerilla mücadelesi kadının kişiliğinde ve erkekle kurduğu ilişkilerde bir değişim yaratacak cins ve sınıf mücadelesi yaratamadığından özgün bir kadın hareketi de yaratılamamıştır. Faşist- militarist diktatörlüklerin toplumu pasifize etme, iradesizleştirme, robotlaştırma, uygulamalarına karşılık verirler. Latin Amerika kadınlarının direnişleri faşist-militarist rejime karşı örgütlü güç olmayı ifade ettiğinden dolayı, oldukça anlamlı ve önemlidir.
(IRA) İRLANDA KURTULUŞ HAREKETİNDE KADINLAR
Kuzey İrlanda’daki savaş İngiltere’ye karşı neredeyse 400 yıldır sürer ve kadınlar ilk başlangıç gününden itibaren giderek artan bir katılım ve nitelikle İrlanda Cumhuriyet Ordusu içerisinde rollerini oynarlar. Kadınlar, Katolikleri Protestanlardan korumak için Kuzey İrlanda’ya gönderilen İngiliz ordusuna karşı savaşta ellerine silah alırlar. İrlanda Cumhuriyet Ordusunun kadın ve erkek askerleri gün geçtikçe çoğalır. Son yıllarda IRA’ da yer almak isteyen genç kadın ve erkekler arasında adeta yarış yaşanır. IRA liderliğinin Ordu Konseyi kadınları doğrudan eylemlerin tehlikelerine maruz bırakmamaya çalışırlar. Ama bu konuda içine girilen her tutum ya da kadınları eyleme katmada her isteksizlik belirtisi kadınlar tarafından sert eleştirilerle karşılık bulur. Ve bu yaklaşımlar kadınlar tarafından aşılır. Kadınlar her türlü mücadeleyi göze alırlar. Çünkü İrlanda Kurtuluş Hareketi ile kadınlar savaşmak ve özgür olmak istiyorlardır.
ETA’DA KADINLAR
Avrupa’nın en saygı uyandıran ‘şehir gerillası’ hareketi olan ETA’nın açılımı; EUSKADİ TA ASKATASUNA’dır. (ANAVATAN VE ÖZGÜRLÜK) Fransa yönetimi altındaki baskıyla savaşmak üzere 50’li yılların sonunda kurulur. Diktatör, Bask dinini ve kültürünü yasaklar. Bunun nedeni de BASK’lıların iç savaş sırasında cumhuriyetçilerin yanında yer almalarından dolayı onları cezalandırmak ve Birleşik İspanya düşünü gerçekleştirmektir. Fransa’da eğitim kampları kurarlar. Faşizme karşı savaşan bir halka Fransızların duydukları sempati hareketin gelişmesini ve yayılmasını sağlar. Yıllar geçtikçe ETA, Bask anavatanını kurmaya yönelik sosyal demokrat bir grup olmaktan çok Marxist-Leninist bir grup olmaya evrilir. Bu değişim ve şiddet kullanmaya ilişkin tartışmalarda dahil olmak üzere diğer nedenler yüzünden de ayrılmalar ve bölünmeler yaşanır. ETA-M ya da Milo denilen tek bir “SİLAHLI ÖNCÜ” vardır. Sloganlarının “Eylemler birleştirir sözler böler” olduğu söylenir. Zamanla polisin örgütün içine sızmalar göndermesi, “Uyuyan komandolar” adlı yeni bir örgütlenme sistemini kurmalarına neden olur. Uyuyan komandolar toplum içinde normal yaşamlarına devam ederler. Bir memur, garson doktordurlar ama aynı zamanda “uyuyan komandoların” üyesi olarak eylemlerini yaparlar. ETA’nın siyasi kanadı olan HERRİ BATASUNA (Halkın Birliği) 1988’de şiddeti kınayan bir anlaşmayı imzalamayan tek Partidir. HERRİ BATASUNA’ya bağlı kadın hareketi; EGİZAN “Harekete Geçen kadınlar” örgütlülüğü vardır. Bir kadın örgütünün kurulmasında ısrarlı olan ETA olur. Çünkü onlara göre kadınların örgütün içinde değil fakat toplumda özel sorunları vardır. Yaklaşık 500 kadın üyesi bulunan EGİZAN’daki kadınların hayli gelişkin politik düzeyleri vardır. ETA’da ise daha az kadın militan vardır. Çünkü ETA’da da egemen olan anlayış kadının silaha göre olmadığıdır. Ancak istisnalar savaşabilir. ETA’nın aşırı anarşist örgütlenmesi de vardır. (Otonom Anti Kapitalist Komandolar) adıyla örgüt içinde yerlerini alırlar.
EZLN; YA BASTA! ARTIK YETER! “Yaşlandığımızda yaptıklarımızı çocuklarımız şöyle anlatabiliriz. 20 yy. sonunda Meksika için savaştım ve buradan oradaki insanları kolladım. Bildiğim tek şey onların istedikleri şeyin, insan olduklarını unutmayan, tüm insanlığın istedikleri şey olduğuydu. Yani onlar demokrasi, özgürlük, adalet istiyorlardı. Onların yüzünü görmedim ama kalpleri bize benziyordu.”
“Hakikatimiz herkese konuşsun diye, silahlarımız susmayacaktır. Onurla dövüşen onurla konuşur. Bizim, biz sahici insanların yüreğinde yalan yoktur. Bizim sesimiz daha büyük bir sayının takipçisidir. Hiç bir şeyi olmayanların, sessizliğe ve cehalete mahkûm edilenlerin topraklarından ve tarihlerinden egemenlerin hükümdarlığıyla sökülüp atılmış olanları, öfke ve ıstırap dünyasının üzerinde dolaşan değerli kadın ve erkeklerin, terk edilmiş ve yalnız çocukların ve eski ölülerin, aşağılanmış kadınların, küçük adamların sesidir... Bizim sesimizle ölüler konuşacak, ölülerimiz öyle yalnız ve unutulmuş, öyle ölü ve yine de bizim sesimizle ve adımlarımızla öyle canlı... Özür dilemeyeceğiz ya da yalvarmayacağız, sadaka istemeyeceğiz, ya da egemenlerin zengin masalarının artıklarını toplamayacağız. Tüm varlıkların hakkı ve aklında olan şeyleri talep edeceğiz; özgürlük, adalet, demokrasi... Bizim için hiçbir şey, herkes için her şey... Bizim bu toprakların en küçüklerinin yüzü olmayan, tarihi olmayan, hakikatle ve ateşle silahlanan, geceden ve dağdan gelen hakiki kadın ve erkeklerin, dünün ve bugünün ve her zamanın ölüleri olan bizim için, hiçbir şey. Her şey herkes için. Eğer yalan egemenlerin ağzına yeniden düşerse, bizim ateşten sesimiz yeniden konuşacak. Her şey herkes için...”
Meksika’da 1910-1915 yılları arasında Emiliano Zapata, Pancho Villa gibi köylü önderlerin başını çektiği köylü ayaklanmaları olur. EZLN (Zapata Ulusal Kurtuluş Ordusu) ya da daha yaygın ve bilinen adıyla Zapatistalar adlarını 20 yy. başlarında efsaneleşmiş köylü önderi Emiliano Zapata’dan alırlar. Maya yerlileri Neo-liberalizme ve küreselleşmeye karşı direnişin bayrağını kararlılıkla dalgalandırırlar. Maya yerlileri, varlıkları iki bin yıl öncesine dayandırılan ve tarihleri iyi bilinmeyen bir halktır. Zapatistalar adıyla örgütlenen Ulusal Kurtuluş Ordularının lideri Marcos’a komutan yardımcısı derler. Çünkü Zapatistalar efsaneleşmiş Emiliano Zapata’yı halen manevi olarak birinci komutan olarak kabul ederler. EZLN içinde yer alan kadınlar, erkek militanlara kendi kurallarını kabul ettirmişlerdir.
SOVYET DENEYİMİ VE KADIN BİRLİKLERİ
Kapitalizmin yoğun saldırılarıyla karşı karşıya kalan Sovyetler Birliği, kendisini ideolojik olarak güçlendirip yarattığı toplum ve bireyle savunmaktan ziyade, kendini savunmayı yoğun silahlanmada görür ve adeta silah yarışına girer. Silahlanma yarışında amaç toplumu korumadan daha çok, devletin çıkarlarını korumaya yöneliktir. Sovyetlerin günübirlik çıkarları, taktiksel politikalarda yaşadığı yanılgılar, uzun vadede ideallerle çelişir. Çünkü ideoloji, politikaya kurban edilir. Taktik gerilemeler ve günübirlik politikalar, sosyalizmin ilkelerinden zorunlu da olsa verilen ödünler, daha sonraları temel politikalar haline getirilir. Yaşanan sapmalar sonucunda, toplumsal rahatsızlıklar görülmeye başlar. Sovyetler de, bu rahatsızlıkları diğer devletlerden farklılık arz etmeden bastırmayla gidermeye çalışır. Bu dönemden 1905 Devrimine kadar ciddi bir kadın hareketinden söz etmek mümkün değildir. 1905 Devrimi, kadının kendiyle tanışma ve haklarını talep etmeye başladığı süreç olur. Bu dönemde ilk kez değişik Rus kentlerinde, kadın hakları mitingleri düzenlenir. Sovyet Devrim Partisi içerisinde 1901-1916 yılları arasında kadın katılım oranı artar. Militanca eylemler için özellikle kadın militanlar tercih edilir. 1. Dünya Savaşı Rusya’da, kadınlar arasındaki bölünmeyi derinleştirir. Burjuva feministleri ve sosyalist kadınlar arasındaki anlaşmazlıklar artar. Burjuva feministleri, yurtseverlik çerçevesinde çalışmalarını yürütürler. Cephe örgütleme faaliyetlerine katılan bu kadınlar savaş istemini desteklerler. 1915’te kurulan Kadınlara Eşit Haklar Birliği, Rusya’da bulunan kadınları seferberliğe çağırır. Kadınları savaşa çekme isteminde olan bu birlik, ülkeye olan borcun ödenmesi ve Rusya’da zaferden sonra kurulacak olan yeni toplumda, erkeklerle eşit haklara sahip olmanın koşulu olarak savaşmayı öngörür. Savaştan dolayı erkeklerin üretimden uzaklaşmasından dolayı, kadınlar işgücünün yarısını oluştururlar. Rus toplumunda önemli bir gelişmeye yol açan devrimde, Rus kadınları da yerini alır. Ancak kadın sorununa yaklaşım kaba materyalistçe ve genel olduğundan, sınıf mücadelesinin çözümüyle kadın sorununun da çözülebileceğine inanırlar. Savaşta yer alıp daha sonra kadın örgütlemesinde görevlendirilen Jessica Smith durumu şöyle açıklar. “Barış geldiğinde benden kadınlar arasında çalışmam istendi. Herkes güldü. Beni hiçbir zaman köylü bir kadın olarak düşünmemişlerdi. Önceleri ben de hemen hemen aynısını düşünüyordum. Erkek giysileri içinde bir erkek gibi düşman peşinde koşmaya fazlasıyla alışmıştım...” Bu örnekten de anlaşıldığı gibi Sovyet kadını savaş içinde sınırlı da olsa yer almıştır. Ancak cins bilincinden uzak ve kendi rengiyle, bakış açısıyla olmayan bir katılımla bunu gerçekleştirir. 1917 Petrograd kurultayının örgütsel sonuçlarını kadın kitlesine indirgemek için, eğitim vermek amacıyla 1919’ da Parti Emekçi Köylü Kadınlar bölümü kurulur, kurulan bu bölüm ilk özgün kadın örgütlenmesi olur. Kurulan bu örgütlülük, kadınları siyasetle, askerlikle ve eylemliliklerle de tanıştırır. Olağanüstü durumlarda kadınlar cepheye gider, askerlik yaparlar, cephane taşırlar. Askerlikte bireysel anlamda ön plana çıkan kadınlardan söz edilir. İlk kez orduya katılan ve BKC silahını kullanan Anna adlı bir kadın militandır. Ordu saflarında en ön cephede yer alan, ilk kez Anna olur. Daha önceleri kadınların yaptıkları katılım önerileri kabul edilmez. Rusya’nın genelinde talimatla ve zorunlu olarak orduya katılım olurken, kadınlar açısından gönüllü katılımlar gerçekleştirilir. 1920’lerden sonra Stalin başa geçince yeni oluşturulan orduda, yeni kararlar alınır. Kadınlar ordudan çıkarılır. Görevleri sadece geri cephede yer almak olur. Doktor, sağlıkçı, askerlere elbise dikiminde ve cephane taşımada görevlendirilirler. Ancak belli bir süre geçtikten sonra yetenekleri değerlendirilerek, bazı kadınlar orduya alınır. İstisnaların savaşabileceği anlayışı burada da egemendir. İkinci dünya savaşı sürecindeyse kadın ağırlıkta eski konumunu aşamamıştır. Ancak bir suikast silahı olan karnasa hakimiyet konusunda kadınların daha fazla ileride oldukları görülür. Hem fiziki yapılarına hem de kişilik özelliklerine (duyarlılık, hassaslık) uygun bulunur. Kadınlar ordu içinde de ön cepheye gitmeden istihbarat ve bilgilendirme işlerinde çalışacaklardır. Orduya cephane anlamında destek veren fabrikalarda çalışanlar genelde kadınlardır. “Katuşa silahını o dönemde kadınlar yapmışlardır. Yine hava kuvvetleri çalışmalarında ağırlıkta kadınlar yer alır. İkinci dünya savaşı sonrasında elde edilen tecrübelerle ve kadının katılımın yarattığı etkinin göz önüne alınmasıyla, bir taburluk kadın gücü ordu içerisinde özgün olarak yerini alır. Ancak, tabii ki bunlar kadının savaşta kendi özünü açığa çıkarması kendi kimliğiyle, savaşması açısından yeterli değildir. Sovyetlerin yaşadığı yetersizlikler kendini ordu çalışmalarında da gösterir ve ordular sosyalist karakterden uzaklaşır. Kadın açısından da genel içerisinde yer alma yaşanır.
Mozambik
Josina Machel, Portekizli sömürgecilere karşı verilen bağımsızlık savaşında Mozambik Kurtuluş Cephesi’nin (Frelimo) saflarında savaşır. Kanser hastası olmasına rağmen hem kadınların hem de ülkesinin kurtuluşu için, mücadele eder. 7 Nisan 1971’de henüz 25 yaşında iken Tanzanya’da sürgünde yaşamını yitirir.
Mozambik’te Kadınlar Günü, her yıl Machel’in ölüm yıldönümü olan 7 Nisan’da kutlanır.
Filipinler
Maita Gomez, 1967’de Filipinler’de ‘kâinat güzelli’ olarak ülkesini temsil ettikten sonra hayatını devrime adar. Kadınları örgütleyen GABRIELA’nın kurucuları arasında yer alır. WOMB (Women for the Ouster of Marcos and Boycott/Marcos’u Defetme ve Boykot İçin Kadınlar) adlı örgütün kuruluşunda bulunur ve siyasi mahkûmların özgürlüğü için de mücadele eder. 2012’deki ölümüne kadar aktivistliği sürdürür.
Filipinlerde ‘Kumander Liwayway’ kod adıyla bilinen Remedios Gomez-Paraiso da 1940’larda Japon işgaline karşı savaşmış bir kumandandır. “Ben burada kendim olmak için savaşıyorum” diyen Liwayway’ın silah arkadaşlarına sükûnet ve cesaret aşılamak için her muharebe öncesinde dudaklarına ruj sürüp, saçını yaparak, tırnaklarını törpülediği söylenir. Hayatı boyunca kendisi gibi yaşayan Liwayway 2014’te 95 yaşında öldü.
Lucía Topolansky
Uruguay’ın, sempatik eski başkanı José Mujica’nın yanında, kimsenin röportaj yapmayı düşünmediği, hatta medyada çoğu kez adı bile anılmadan kısaca ‘karısı’ olarak tanıtılan Lucía Topolansky, hayatının 14 yılını zindanlarda geçirerek, işkence tezgâhlarından geçen bir Tupamaros gerillasıydı. 1971 Eylül ayında Punta Carretas Cezaevi’nden 100 yoldaşının kaçışını sağlayarak, tarihin en büyük hapishane firarını örgütleyenlerden biriydi.
Japonya
Japon Kızıl Ordusu’nun (JRA) kurucusu olan Fusako Shigenobu, 1960’larda üniversitedeyken öğrenci hareketine katılarak, liderliğe kadar yükselir. 1971’de JRA’yı kurduktan sonra bir yoldaşıyla birlikte Lübnan’a gider. Sonradan örgütle yollarını ayırıp kendi grubuyla Beyrut’ta kalmaya ve mücadelesini orada sürdürmeye karar verir. 30 yıl boyunca burada Filistinli direnişçilerle iç içe yaşar.
2000 yılı ortalarında Japonya’ya döner, dört ay sonra yakalanır. Hakkında yeterli delil bulunamayınca sahte pasaport düzenlemekten 20 yıl hapis cezasına çarptırılır. Karar açıklanmadan önce avukatları, düzenledikleri basın toplantısında Fusako’nun yazdığı şu haiku’yu okur: “Hüküm bir son değil. Sadece bir başlangıçtır. Güçlü irade yayılmaya devam edecek.”
Halen, hastanesinde kanser tedavisi gördüğü Hachioji Cezaevi’nde tutuluyor.
Hindistan
Hindistan’da gerek işgal ve sömürüye gerekse de katı ataerkil şiddete karşı kadın savaşçıların öncülükleri ve liderlikleri tarih boyunca süre gelmiştir. Tarihe adını kadın savaşçı olarak yazdıran Hindistan’lı kadınlardan birisi de Kraliçe Rani Lakshmibai olur. Rani, Hindistan’ın prenslikle yönetilen Jhansi eyalatinin kraliçesidir. 1857 yılında İngiltere sömürgesine karşı başlattığı isyanla Hindistan’ın işgale karşı direnişinin öncü lideri olur. Rani Lakshmibai İngiliz sömürgesine karşı başlattığı direnişle tarihe savaşçı kadın olarak adını yazdırır.
1857-1858 yıllarında meydana gelen Hindistan isyanının lideri olur. Kraliçe Rani çocukluğundan itibaren ata binme ve kılıç kullanma gibi temel savaş eğitimleri alır. Gwalior şehrine baskın düzenler ve şehrin kontrolünü İngilizlerden alır. Bu başarısının ardından emri altındaki ordu ile İngilizlere saldırmaya devam eder. İngiliz General Hugh Rose’un emri altında olan birliklere saldırır ve savaşta bir komutan olarak yaşamını yitirir. Rani Lakshimibai’nin İngilizlere karşı savaşırken erkek kılığına girdiği söylenir.
Kişisel mücadelesi ile öne çıkan ve sesini dünyaya duyurarak Hindistan’lı kadınların sesi olan ve bir tecavüz kurbanı olan Suzette Jordan, (1974 – 13 March 2015) olur. Suzette Jordan uğradığı saldırının ardından tecavüzle savaşan bir aktivist olur. Ömrü boyunca verdiği hukuk mücadelesini ancak yaşamını yitirdikten sonra kazanır ve tecavüzcülerinin suçu (ikisi hala kayıp olsa da) mahkeme tarafından sabit görülür. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden çok sayıda kadın olsa da Soni Sori, Phoolan Devi, Irom Sharmila ve Gulabi Gang’ın kurucusu Sampat Pal Devi öncülük edenler arasında yer alır.
Honduras
Honduraslı çevre aktivisti ve Lenca yerlilerinin lideri Berta Cáceres, yerli halklarının nehirlerini, ormanlarını, dağlarını korumaya çalışmanın bedelini hayatıyla öder. 45 yaşında evine giren silahlı katiller tarafından öldürülür. 2013’te Al Jazeera’ya verdiği bir söyleşide muhtemel katillerine de işaret ederek, şu sözleri söyler: “Ordunun elinde insan hakları aktivisti 18 kişinin ölüm listesi var, en başta da benim ismim. Yaşamak istiyorum, bu dünyada yapmak istediğim daha pek çok şey var ama doğal çevremiz için, onurlu bir yaşam için savaşmayı bırakmak bir kez bile aklımdan geçmedi; çünkü bizimki meşru bir savaş. Bir dizi tedbir alıyorum, fakat mutlak bir cezasızlığın hüküm sürdüğü bu ülkede son derece korumasızım… Beni öldürmek istediklerinde öldürecekler.”


