GİRİŞ
İnsanlık tarihi boyunca özgürlük, bağımsızlık ve ülke uğruna yürütülen savaşlarda kadınlar yer almış olmalarına rağmen özgürlük ve bağımsızlık konusunda en fazla mahrum kalan yine kadın olmuştur.
Emek harcayan, değer yaratan, üreten olmasına rağmen bir o kadar da kaybettirilen, sömürülen, düşürülen yine kadın olmuştur. İnsanlık tarihinin özgürlük savaşlarında ve dünya devrim tarihlerinde kadınlar silahlı savaşlar dahil olmak üzere her alanda mücadelede yer alırlar. Fakat devrimler sonrası kadının özgür yaşam hakkı ne yazık ki tanınmaz. Bunun temel nedenlerinden birisi kadınların ideolojik ve örgütlü bir güç olarak kendilerini organize edememiş olmalarından kaynaklanır. En önemli etkenlerden birisi de mevcut sistem karşısında silahlı ordu gücüne dönüşmemeleridir. Tarih boyunca özellikle ataerkil sistem ve eril akıl tarafından bilinçli olarak kadınlar askeri alanlardan uzak tutulur. Çünkü ataerkil sistemin ayakta durmasını sağlayan en temel sac ayaklarından birisi askeri alan yani ordu gücüdür. Kadının ordu gücüne sahip olması ataerkil sistemin gelişim ve ilerlemesinin önünde bir barikat rolü oynayacağından eril akıl kadını silahlı güç olmaktan alıkoyar. Günümüzde bu durum Kürt kadınlarının mücadelesi ile değişmeye başlar. Kürdistan’da yaşanan zorlu savaşta Kürt kadınları öz değerlerini ve özgürlüklerini yeniden kazanmak uğruna kendi özgün ordularını kurarak büyük bir savaş yürütürler. Kürdistan’da sömürüye karşı kadın ordusu ile karşı koyuş kadınları temel kuvvet haline getirir. Bugün Kürdistan’da yürütülen özgürlük savaşında kadın ordusu öncülüğünde bin yılların lanetli köleliğinden kurtulmanın mücadelesi yürütülüyor. Kürt kadınlarının özgürlük savaşıyla yaşam yaratıcılığına kutsal topraklarda yeniden ulaşmanın temelleri atılır. Dört parça Kürdistan’da kadın ordusu ile özgürlük, bağımsızlık ve var olmak için savaşmak sadece tarihsel anlam kazanmakla kalmaz, aynı zamanda kadınların yeniden doğuşunu sağlar.
Günümüz çağında yaşama dair ne varsa her şey anlamsızlaştırılır, anlamlı değerler kapitalist sistemle yok edilmek istenir. Böylesi bir gidişatta anlam kazanan kadın ordusu bu anlamsızlık ve değerlerin yitimine karşı savaşır. Ataerkil egemen sistemin yarattığı kaos dünyasında kadınlar büyük bir savaş meydanında özgür ve anlamlı yaşamı yaratmanın mücadelesini verirler. Kadın, tarih boyunca mücadelenin her alanında ve her karesinde yer almasına rağmen savaş komutanı, devrim lideri olarak başat rolde olmasına müsaade edilmemiştir. Hep iktidardan, zaferden uzak tutulur. Fakat PKK’li kadınlar ile kader diye belletilenler değişmeye başlar ve Kürt kadınları kendilerini ataerkil yazgıları alt üst edecek güce ulaştırırlar. Savaş onlar için kadını yeniden diriltmenin ve Kürdistan’da yaşamı yeniden yaratmanın adı olur. PKK ile kadınlar tarihteki cins değerlerini unutmadan onların yaratımları üzerinde yükselirler, ordularını kurarlar. Yaşadığımız çağda güç kazanmak, iktidar olmak zaferle tanışmak, kadının kendisine ait olması, ordulaşmakla mümkün olur. Bu nedenle Küba’da Lydıa olurlar, Filistin’de Leyla Xalıt olur, intifada da en ön saflarda taş atarlar, Cezayir’de Cemile ile devrime öncülük ederler. Vietnam’da Lei Thi Rengle kadınlar birliğini örgütlerler, Chıapas’da kadın komutan olan Annıe Maria olurlar. Hindistan’da 1857’de İngiliz sömürüsüne karşı başkaldıran Rani Lakshbai, Kürdistan’da Azime, Zilan, Beritan ve Sara olurlar. Dünyanın her yerinde ataerkil sistemi sorgulayan ve kadın sömürüsünün farkına varan kadınlar artık yeter diyerek mücadele ederler.
Kadınların düzenli ordularda yer almaları ilk başlarda sağlık görevlisi olarak gelişir. İngiltere’de 1560-1650 yıllarında kadınlar askeri hemşireler olarak hastanelerde görev alırlar. Birinci dünya savaşında kadınlar ağırlıkta hemşire ve sağlık personeli olarak görev yürütmelerine rağmen azınlık bir grup ise pilot ve istihbarat gibi çalışmalarda konumlanırlar. İkinci dünya savaşı sürecinde ise kadınlar savaşta daha aktif yer alırlar. Özellikle Sovyet Rusya’da bir milyona yakın bir nicelikle kadınlar savaşta en aktif şekilde yer alırlar. Hava kuvvetlerinde, ağır silahlarda ve Suikast birimleri gibi savaşın aktif yürütüldüğü görev alanlarında yer alırlar. Özellikle birinci dünya savaşı ile birlikte cins olarak kadın düzenli orduda yer almış olsa da ordu içerisinde kimlik olarak tanınmaktan ziyade zayıf cins muamelesine maruz kalırlar. Görev alanlarından statülerine, rütbe kazanmalarından yetki alanlarına kadar her şey ikinci sınıf muamelesi ile gelişir. 20. Yüz yıl ile dünyanın birçok ülkesinde kadın düzenli ordular içerisinde cins olarak yer alır fakat kimlik olarak, irade olarak tanınmaz. Bunun temel nedeni ataerkil düşüncenin hakimiyeti ile ilgilidir. Devrim ordularında dahi kadınlar savaş ve mücadele alanlarında en aktif şekilde yer almalarına rağmen devrimler sonrası kadın kazanımlarının yaratılamamış olmasının temel nedeni ataerkil sistemin hakimiyeti ve özgün kadın ideolojisinin, örgütlenmesinin yaratılamamış olmasıdır. Var oluşu gereği ordular erkek karakterli olduğundan kadın ordu içerisinde kendine özgü sistemini oluşturmadığı için elde ettiği kazanımların sahibi olamamıştır. Devrimler kazanmış olmalarına rağmen devrimin kadın eksenli bir yaşama dönüşümünü sağlayamamışlardır.
VİETNAM’DA KADIN OLMAK
Din ve sömürgeciliğin etkisiyle toplumda en alt konumda olan Vietnam kadını, sınıfsal ve ulusal sorunla birlikte, kadın sorununu ana sorun olarak belirleyen VİETNAM EMEKÇİ PARTİ öncülüğündeki devrimci mücadelede en aktif kesim olmaya başlarlar. Yurtseverlik, toprağa, köklerine bağlılık özü ile devrimde belirleyici rolleri bulunur. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yıllarında toplumun direnişçiliğini kırmak, toplumu yozlaştırmak için sömürgeci güçler özellikle kadına yönelerek dinin etkisinde olan toplumun geleneksel değer yargılarını da dikkate alarak kadını özel savaşın nesnesi haline getirmeye çalışırlar. Buna karşı büyük direnişler gelişir. Bu yıllarda kurulan Vietnam Kadınlar Birliği, Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kazanılması ile birlikte kadın devriminin henüz tamamlanmadığını belirterek, kadının kimlik sorununu çözmesinin, siyasete kendi iradesi ile katılmasının, aile eşitlik düzeyinin oturtulmasının, devrimin gerçekleştiğinin temel göstergesi olduğu tespitini yapar. Bazı hukuki düzenlemeler yapılmasına rağmen kadının geleneksel konumunda köklü değişimler yaratılmaz. 1930’da kurulan Hindi-Çin’i Ortaklaşmacı Partisi (1951’de adı Vietnam Emekçi Partisi olarak değiştirilir.) Kadın mücadelesini, sınıfsal ve ulusal mücadeleyle bütünleştirerek “kadın sorununu” temel konu olarak saptar. 1931’de Parti birleşik oturumunda alınan kararda “Vietnamlı kadınlar, toplumun en çok ezilen kişileri” olarak belirlenir. Kazanacakları, kaybettiklerinden daha çok olan kadınlar bu partinin kadın örgütüne girerek önce sömürgeci Fransızlar sonra da Amerikalılara karşı savaşırlar. Bunlar illegal yöntemlerle fabrikalara, pazarlara ve emekçi kitlelere ulaşır. Vietnamlıların direniş geleneği bitmek bilmeyen savaşın akışında, acı çekme konusunda, kadınlarla erkeklerin durumunu eşitlerken, neredeyse çocukların durumunu da bu direniş seviyesine çıkarır. Kuzeyde Fransızlara karşı gerilla savaşına kadınlar da katılır ama bu katılımları yolları onarmak, yaralılara bakmak, haber taşımak vb. işlerin dışına çıkmaz. Hatta kalelerin sorumluluğunu dahi üstlenen kadınların yine de yaptıklarının savaşta öncülük eden, savaş yönetiminde yer alan erkeklerinkiyle eşit olmadığı görülür. Güneyde ise koşullar gereği ön cephe, geri cephe diye fark olmadığından, kadınlar daha önemli konumlarda olurlar. 1950’li ve 60’lı yıllarda kadınlar hâlâ barışçıl, başkaldırı eylemleri düzenlerler. Güney Vietnam’ın özgürlüğü için 1961’de emekçi kadınlar, Aydınlar ve öğrencilerden oluşan Kadınlar Birliği kurulur. Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi merkez komite üyeliği yapan ve kadınları, Kadınlar Birliği’nin çatısı altında örgütleyen Le Thi Reng aktifliği ve mücadeleye verdiği yararlarla tanınır. Saygon zindanlarında katledilen Le Thi Reng Vietnam kadınlarının da sembolüdür. Savaşı, yüreklerinin derinliklerinde yaşayan Vietnamlı kadınlar kapitalizmin silahları altında emperyalizmi ve işbirlikçilerini daha iyi tanırlar. Bu dönemlerde bir kadın ilk defa kumandan yardımcısı seçilir. 1960’larda da beş eşitlik tasarısının savaşta, emekte, ailede, eşitlikte, parti önderliği ve yöneticiliğinde son olarak da toplum yönetiminde somutlaştırılmasının önemi ortaya çıkar. Ho Shı Mınh yasa üzerinde, kadınların kendilerini güçlendirip, erkeklerin kendilerini özgürleştirmelerini beklememeleri için, savaşarak özgürlüklerini kazanacaklarını belirtir. Vietnam’da savaş, Vietnam halkının yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelir. Bu halka savaş her şeyden çok daha yakındır, savaşla doğduklarına, savaşla yaşayacaklarına inanırlar, çünkü yaşama gözlerini savaşla açıp, savaşla büyümüşlerdir. Vietnam’da kadın olmak ise yurtseverliğin özünü kendinde barındırmak anlamına gelir. Ve kadınlar Vietnam’da savaşta yer almış olsalar da genelde geri cephede yer aldığından ve yönetici düzeyde genel bir katılım olmadığından bireysel kahramanlıklarla ön plana çıkmıştır. Toung Toaç ve Toung Nihi adlı iki kız kardeş Vietnam’ı işgal eden Çinlilere karşı savaş açarlar ve kadınlardan oluşan bir ordu öncülüğünde tüm halkın ayaklanmasını sağlarlar. Bu kadınlar Vietnam’ı 4 yıl yönetirler. Fakat ardından Çin’in kazanması ile kız kardeşler yenilmektense ölümü tercih ederek, kendilerini ırmağa atarlar.
KÜBA SOSYALİST DEVRİMİNDE KADIN MÜFREZELER
Küba sosyalist devriminde kadınlar, tüm alanlarda yürütülen sosyal hizmetleri büyük fedakârlıklarla yürütmenin yanı sıra savaş yıllarında Kadın Müfrezeleri olarak direkt savaşta en ön cephede yerlerini alırlar. Devrim sürecinde oluşturulan Küba Kadın Federasyonu toplumsal bir niteliği olan kadın gruplarını ve siyasi hareketleri bir çatı altında birleştirme, ulusal kültürü geliştirme ve kadın sorununun çözümü amacını güder. Sınıf, ırk, cins ayrımına, inançlarından dolayı insanların yargılanmasına karşı çıkarlar. Parti saflarında yer alan kadınlar bizzat asıl örgüt sorunlarıyla ilgilenirler. Ve sorunların çözümünde belirleyici rol oynarlar. Devrim sonrası sosyal yaşamda etkin bir statüye sahip olunur. Kübalı kadınların köleliğe ve İspanyol sömürgeciliğine karşı mücadelelere katıldıkları bilinmektedir. Küba’da uzun acılara sabırla katlanan bir yiğit kadın geleneği vardır. 1860’da İspanya’ya karşı yapılan savaş esnasında, bağımsızlık akımının ileri gelenlerinden oluşan bir toplantıda Anna Betcancourt isimli bir kadın tarafından eşit haklar isteği ortaya atılır. Savaşın ilerleyen yıllarında, 19.yy’ın ünlü bir devriminin adını taşıyan Maceo Kızıl Ordu Kadın Taburu kurulur. Ancak savaş koşulları kadının savaşta aktif yer almasına olanak tanımıyor gerekçesiyle, savaşta zaten sayısal olarak az olan kadınlar arka cephede tutulurlar. Savaş sırasında ağırlıklı köylü kadın gerillalardan oluşan Maceo Kızıl Ordu Taburu, erkek gerillaların eleştirisine uğrar. Onlara göre kadın, doktorluk, hemşirelik, aşçılık yapabilir, cephane taşıyabilir, savaşta moral güç olabilir, diğer türlü savaşta en ön cephede çarpışmak kadın işi değildir. Ancak Fidel Castro, bu yaklaşıma karşı, oldukça direngen çıkar. Nitekim Castro Batista’ya karşı ilk Ulusal ayaklanmayı gerçekleştirdiğinde, kadınlarla birlikte 170 kişiden oluşturduğu grupla TRAGEDA’ya ilk baskını gerçekleştirilir. Ve kadınların yer alışını savaş sırasında moral, güç olarak değerlendirir. Sayıları az da olsa, aktif olarak savaşa katılıp, şehit düşen kadın gerillalar da olur. Lydıa ve Clodmira bunlardan sadece iki örnektir. Ernesto Che Guevara savaş anılarında savaşa katılan Lydia için şöyle yazar; “Kübalılar bir kadından buyruk almaya alışık değildir. Onun öylesine sınır tanımayan bir gözü pekliği vardır ki erkekler ondan çekiniyorlardı. Bana “bu kadın Maceo’dan daha erkek ama hepimizi ölüme sürükleyecek yaptıkları delilik ama şimdi oyun oynayacak zaman değil” diyen birinin hayranlıkla karışık duygularını çok iyi anımsıyorum” der. Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, ‘kadının özgürlük olasılığından yararlanmasının yolu, erkek gibi olmasından geçer’ inancı, hakimdir. Elbette bu tür kadınlara ancak saygı duyulacağına inanılır. Tek tek kahramanlık gösteren kadınları genel kadın gerçeği içinde ele alamazlar, bu kadınlar onlara göre istisnadır, kadınlar hakkındaki düşüncelerini değiştirmezler. Devrim sonrası 1960’ta Kübalı Kadınlar federasyonu kurulur. Ayrıca erkek ve kız çocuklara aynı askeri eğitim verilmesine dair yasalar çıkarılır. Orduda kadın subaylar da yer alır. Tüm bu çabaların ve değişikliklerin amacı, Küba’lı kadının evden dünyaya açılımını sağlamaktır. Küba sosyalist devriminde kadınlar aktif rol oynarlar. Savaş içerisinde de yer aldıklarından dolayı, haklarını elde etmeleri kolaylaşır. Savaşmak, güç olmak anlamına gelir. Küba kadını yiğitliğini savaşarak ordulaşmada da gösterdiğinden güç olmayı sağlar. Tabi bu kolay olmaz, çünkü kadınlar, karşı güçlerle savaştıkları kadar aynı cephede yer alan erkek egemenliğine ve kadın geriliğine karşı da savaşırlar
ÇİN DEVRİMİNDE KADIN
Devrim öncesi Çin toplumu, üretim ilişkilerinin ağırlıklı feodalizme dayalı olmasından da kaynaklı feodal normlar çerçevesinde örgütlenmiştir. Bu feodal yapı içerisinde kadına biçilen rol de oldukça geridir. Çin toplumu sınıf olarak köy topluluğudur. Feodalizmin kadına olan yansıması kadar, var olan aile kurumu da toplum üzerinde oldukça etkilidir. Ailenin kurum olarak köklü ve derin bir yer tutması Çin’de gelişen Konfüçyüs öğretisinin ahlak anlayışıyla yakından bağlantısı vardır. Konfüçyüs’ün ahlak felsefesinin birinci kuralı; atalara saygı göstermektir. Onların anısını korumak ve geleneklere uygun bir biçimde onlara saygı göstermek, önemlidir. Ataların temsilcileri olan ana-babalar yaşadıkları sürece, çocuklarından ve torunlarından sınırsız bir sevgi ve itaat görmelidirler. En büyük ödev, evladın ana babasına karşı göstereceği sevgidir. Küçüğün büyüğüne, kadının eşine, oğlunun babasına, yöneticinin yöneticiliğine ve herkesin arkadaşlığın gereklerine tam uyum göstermesi gerekir. Bunlar Konfüçyüs’ün ahlak yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. Aile kurumunda belirtildiği gibi kadının erkekten daha aşağı olan durumu onu sürekli eşine itaat etmeye ve ona karşı olan görevlerini yerine getirebilme çabasına, itmiştir. Aslında bu, ona, toplum ve hâkim geleneksel anlayışlar tarafından biçilen misyondur. Bu geri toplumsal yapıya karşı Çin’de kadın, emperyalizme ve kapitalizme karşı gelişen genel tepkiler etrafında ortaya çıkar. 1911 Devrimi öncesinde Çin’de illegal örgütlenmeler yaygındır. Bu illegal örgütlenmeler içinde kadınlar da yerlerini alırlar. Ancak kadınlar üst görevlere gelemiyorlar ve en önemli olan, karar yetkisinden yoksundurlar. 1911 devrimi sonrasında ise bu örgütlenmeler devrime yoğun desteklerinden dolayı legalleşirler. Kadınların bu dönemde askeri birliklerde savaştığı söylenir. Çin Devriminin kadın sorununa yaklaşımında, devrimin liderliğini yapan Mao’nun etkileri kuşkusuz olmuştur. Mao, kadının devrimci ordu ve savaşta yer almasına ilişkin yazdığı makale ve yazılarında “Kadınların devrimci ordusu, kadınları maddi manevi özgürlüğü yok etmeye çağıran bütün şeytanları yok etmeye çağırır” belirlemesini yapar. Çin devriminde MAO’nun katkıları olsa da, kadın potansiyelinin savaşta özgürleşmesi ve kendi cins kimliğiyle iktidarlaşması için ordulaşmasında, gereken düzeyde açılım sağlanamaz. Salt niceliksel katılıma dayanan ve genel, dar dogmatik yaklaşımlarla kadın sorununu ele alan bakış açısı aşılamaz. Genel olarak kadın özgürlüğünün, toplum özgürlüğüne bağlı olduğu savunulur ve bundan dolayı da Çin’de kadın hakları savunuculuğu ulusçuluk akımı ile gelişir. Özgün kadın örgütlenmelerine gidilmez. Çin kadınları Çin tarihinde oldukça önemli yer tutan Uzun Yürüyüşte rollerini oynamışsalar da belirleyici, etkileyici, yönlendirici güç olamamışlardır. Savaşa katılan kadınlar olmasına rağmen bunlar genelde geri cephede kalmışlardır. KUO CH’UN CHİNG gibi kadınların ise savaşta ön cephede yer alabilmeleri için erkek kılığına girmeleri gerekir. KUO CH’UN CHİNG, savaşta oldukça başarılı olur ve ordunun en yüksek ödüllerini almasına rağmen kadın olduğunu gizleme zorunluluğunda kalır ve ancak yaralandığında kadın olduğu anlaşılır. Çin kadını, Ulusal Kurtuluş savaşı yıllarında ulusalcı ve cumhuriyetçi hareketlerde aktif olarak yerini alır. Milliyetçi partinin iktidara geldiği yıllarda ise, gelen şovenist dalgaya karşı demokratik sistemin işlerlik kazanması savaşımını veren birçok kadın, baskı ve işkenceyle karşılaşır, birçok kadın idam edilir. Çin Komünist Partisinin iktidara gelmesi ile birlikte kadınlar toplumda daha aktif rol oynamaya başlar, siyasal, sosyal ve yönetsel çatışmalarda görev üstlenirler. Kültür devriminde yarattığı etkilerle, kadınlar, toplumun eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamada önemli roller üstlenirler. Ancak Çin’de devrimin içinden geçtiği sancılı, hassas dönem ve de “devrimin genel çıkarları” gerekçe yapılır ve kadın sorunu, kendi örgütlenme düzeyi genel çıkarlar adı altında, arka plana atılır. Kadın sorununda genel devrimci ilkeleri esas alan ÇKP, yaşanan belli bir pratik aşamadan sonra çıkardığı sonuçlarla da cins sorununun sadece üretime katılmakla çözümlenemeyeceğini ve uzun soluklu bir mücadele olduğunu görür. Ancak içinde bulunulan sürecin yarattığı zorlanmalar gerekçe edilerek cins çelişkisi ertelenir ve diğer sorunlara öncelik verilmeye başlanır. Oysa ki tüm çelişkilerin düğüm noktasını oluşturan cins çelişkisi, sağlıklı bir bakış açısıyla çözümlenmeden, başarı imkânsızdır. Kadının kendisi de genel yaklaşımları aşmadığından, özgün bir bakış açısını ve örgütlülüğü geliştiremez. Çin devriminin toplumsal sistemi köklü, derinden değiştiremeyişinin temelinde, cins sorununa bakış açısının derinlikli olmayışı yatar. Bağımsız bir ülke ancak bağımsız insanların yaratılmasıyla mümkündür. Genel çıkarlar adına kadın sorununun örtbas edilmesi, görmezlikten gelinmesi, belki kısa vade de belli sonuçlar yaratır ama uzun vadede, tehlikeyi içinde barındırır. Temel çelişkinin doğru çözümlenmeyişi, diğer çelişki halkalarının çözümünde de yanılgıların barındığını gözler önüne sermiştir. Ve bugün Çin’de kadının toplumda hala eşitliğe ulaşamaması ve toplumun refaha kavuşamaması, bunun göstergesi olur.
CEZAYİR’DE SAVAŞINDA KADIN
Cezayir çok uzun süre, şiddetli bir biçimde ve her alanda Fransız sömürüsüne maruz kalır. Bu sömürü sadece ekonomik ve askeri alanda olmamış, tüm topluma da indirgenmiştir. Cezayir toplumu İslam dininin ağır etkisini yaşadığından dolayı toplumda feodal normlar egemendir. Feodal toplumda da kadın, namusu simgelemektedir. Bunu çok iyi bilen sömürgeci güç, toplumu aşağılamak, onurunu rencide etmek ve moral değerlerini parçalamak amacıyla tam da bu noktaya yönelir. Yürüttüğü savaşın temeline, kadını koyar. Kadının mücadeleye katılımı ise, bir kadın olarak cins bilinciyle değil de devrimci dalganın gelişimiyle ortaya çıkar. Mücadeleye katılan kadın, birlikte aynı saflarda yer aldığı, mücadele verdiği erkekler tarafından bile bir devrimci-militan olarak değil, sadece bir kadın olarak görülür. Cezayir’in temel örgütü olan FLN, kadının mücadeleye katılımı konusunda kolay ikna olmaz ancak 1955’te Cezayirli kadınlar Ulusal Kurtuluş Mücadelesine daha aktif katılmaya başlarlar. Feodal karaktere sahip olan örgüt, kadının katılımını destekçi olarak ve gereklilikten değil de zorunluluktan dolayı kabul eder. Kadın erkek eşitliği dile gelse de ulusçuluk anlayışından kopamazlar ve klasik anlamda Müslüman-Arap ailesini korumayı öngörürler. İlk aşama da örgüte militanların eşleri, daha sonraları ise dul ve boşanmış kadınlar alınır. Zamanla evli olmayan genç kızlarda saflara katılabilirler. Nihayetinde FLN tüm kadınlardan destek almayı kabul eder. Böylesi bir ataerkil yapılanmaya sahip olan ve feodal bakış açışının son derece hâkim olduğu bir örgütte kadını ön cepheye alması, savaştırması beklenemez. Böylesine katı ve geri ataerkil yapılanmada kadının ordulaşmasını beklemek hayalcilikten ve feodal erkek egemenlik gerçekliğini tanımamaktan başka bir anlam taşımaz. Kadınlar genelde arka cephede değerlendirilirler. Yalnız örgütün eylemlerinin, ülkenin Avrupa yakasına sıçramasıyla birlikte kadınlar daha da aktif roller üstlenirler. 1956’dan itibaren ise kadın militanlar nihayet silahlıdırlar. Legal ve illegal eylemlere katılırlar.
Cezayir bağımsızlık savaşına damgasını vurarak devrime öncülük eden önemli isimlerden birisi de Cemile Bouhired adındaki kadın militandır. İşgal altında geçen çocukluğu onda yurt sevgisini derinleştirir. Bu nedenle Fransa sömürgesine ve asimilasyon politikalarına karşı çocukluğundan itibaren bir isyan havası taşır. Henüz ilk okul yıllarında Fransa marşını Cezayir sözleriyle okuduğu için okuldan uzaklaştırılır. Bu çıkışı Cemile’nin Fransa sömürgesine ilk isyanıdır! Fransa sömürgesi altında büyüyen Cemile gençlik yıllarında FLN’nin aktif üyesi olur ve ve fedailer grubunda yer alır. İstihbarat dahil birçok alanda görevler üslenir. 1957’de bir Fransız lokantasına bomba yerleştirmekten sorumlu tutularak Fransızlar tarafından tutuklanır. Ağır işkencelerden geçirildikten sonra idama mahkûm edilir. Yaptığı siyasi savunma ile Cezayir kadınını tüm dünyaya tanıtır. Cemile’nin direnişi tüm dünyada ses getirir. Kamuoyu baskısı nedeniyle Cemile’nin idamı 1958 yılında müebbet hapse çevrilir. 1962 yılında Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasının ardından serbest kalır.
FİLİSTİN MÜCADELESİNDE KADIN
Filistin direnişinde, kadının duruşu ya da örgütlülüğü Filistin direnişinin genel karakterinin bir sonucudur. Kadın, direnişin sürükleyicisi ve en aktif gücü olmasına rağmen iradi ve güçlü bir örgütlülüğe kavuşamamıştır. Filistin’de uzun zamandır çok yoğun yaşanan savaş ortamında, halkın direnişi olağanüstü bir fedakârlık ve katılımla her zaman kesintisiz olmuştur. Yediden yetmişe denilebilecek bir biçimde halkın tüm kesimleri; kadınlar, çocuklar, yaşlılar, gençler sürekli çatışmalarda ve direnişin her alanında yer alırlar. Fakat bu direniş ruhunun yanı sıra, mücadeleyi zaferden alıkoyan çok önemli yetmezlikler bulunur. Uzun süreli mücadelenin nihai bir hedefi olmasına rağmen, halkın moral kaynağını, gönüllülük ruhunu besleyecek ve amaca ulaştırabilecek bir stratejiden yoksundur. Savaştaki amaç, daha iyi bir barışa ulaşmaktır. Fakat yapılması gereken, ulaşılmak istenen bu barış için savaşın amacı ve araçları arasında ustalıkla bir denge kurabilmektir. Buna göre savaşı idare etmek, sürekliliğin sağlanabilmesi için ulusal ekonomi kaynaklarını, insan gücünü, politikayı, ittifakları doğru belirlemek uzun vadede önemli unsurlar olmaktadır. Filistin mücadelesinde bu tam olarak sağlanamaz. Bir diğer önemli konu özellikle Filistin özgülünde taktiğin uzun süreli mücadelede yaratacağı sürpriz etkiden çıkıp, stratejiyi zorlar duruma gelmiş olmasıdır. 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşundan bir gün sonra Arap devletleri (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan) ile çıkan savaşta İsrail’in üstünlük kazanması, Arap devletlerine yıpratma savaşının gerekliliğini göstermiştir. Bu tür savaşın temeli küçük çaplı sürpriz saldırılardır ve bunu gerçekleştirecek birimlere fedai adı verilir. Filistin mücadelesinde de en çok kullanılan taktik, fedai eylem özeliğinde intihar saldırıları olur. Askeri ve sivil hedeflere yönelik gerçekleştirilen bu eylemlere İsrail’in karşılığı büyük çaplı saldırılarla üstünlük sağlamak olur. Güçlü bir strateji yaratılamadığından taktik hem maddi hem de manevi anlamda geri tepmeye ve yıpratmaya başlar. İdeolojik bir mücadele karakteri oturtulamamış ve bunun önderliği de yaratılamamıştır. Öncülük sorunu, Filistin mücadelesini hep direniş pozisyonunda tutmuş ve başarıdan alı koymuştur. Kozmopolit bir mücadele karakteri öncülük ve örgütlülük sorunuyla birleşince, uluslararası alanda kendisinden daha avantajlı bir devlet olan İsrail ile mücadele tüm direnişe rağmen bir türlü sonuçlanamaz.
“Bir özgürlük savaşçısı olarak işim bana mutluluk veriyor, kendinizi savaşımla özdeşleştiriyorsunuz. Bir özgürlük savaşçısıyla sıradan bir insan arasındaki fark bu. BİR FİLİSTİNLİ olarak özgürlük savaşçısı olana dek kendimden hoşnut olamazdım. Bunları yaptığım için mutluyum.” (Leyla Khalid)
Filistinli kadınlar (FHKC) Ulusal Kurtuluş mücadelelerinin ilk süreçlerinden itibaren mücadelenin içinde aktif yer alırlar. Filistinli olmak, kadın, çocuk demeden savaşmak anlamına gelir. İlk süreçlerde kadın, mücadelede erkeği destekler konumda yer alırken, savaşa aktif katılımıyla mücadelelerin her alanında aktivite kazanmaya başlar. Özellikle 1969’da Tel Aviv’den Los Angeles’a gitmekte olan bir uçağı başarıyla kaçırıp Suriye Şam’da içindeki 116 yolcuyu indirdikten sonra uçağı havaya uçuran Leyla Khalid’ten sonra kadın militanlara olan güven artar ve bir kadın militan sayesinde Filistin ve FHKC tüm dünyada tanınır. Filistinliler daha çocuk yaşta eğitim kamplarında silah, bomba kullanmayı öğrenirler, savaş ve göğüs göğüse çatışma dersleri alırlar, Yurtseverlik özünü derinden yaşayan kadınlar, bağlı oldukları tüm değerleri kendileri için en temel değer gördükleri devrimin hizmetine sunarlar ve giderek intifada da öncü rolü oynarlar. İntifada, çocuk ve kadın eylemcileriyle, onların taştan silahlarıyla ve düşman karşısında kocaman yürekleriyle başarılı sonuçlar almalarını sağlar. İntifada, Filistinlilerin en temel mücadele biçimi olur. Bu yüzden savaşa katılan anneler çocuklarını feda etmekten de çekinmezler ve “İntifada benim en değerli çocuğum” derler. Kadının devrime bu denli aktif ve belirleyici bir nitelikte katılımı, işgalci güçleri tedirgin eder ve her türlü baskı ve işkenceyi, kadınları pasifize etme amaçlı uygularlar. Kadına yönelim daha planlı ve yaygın olur. Filistinli kadınlar ise direnişçi ve yurtsever özlerinden taviz vermezler. Kadınların devrime bu kadar aktif ve yoğun katılmalarına rağmen kendi özgün gelişimleri ve irade olabilmeleri çok yetersizdir. 1967’lerde kadınlar eğitim kamplarına alındıklarında, fahişe olarak lanse edilirler ve erkekler onlarla sürekli alay eder. Onlar da ya erkeğe kendilerini kabul ettirmek için kaba direnişçilik sergilediler, yetenekli olduklarını ispatlamaya çalıştılar ya da kendini davranışlarını sürekli dizginleyerek politikleşmemiş köleleşen bir duruşun sahibi oldular. Bunun en temel nedeni, mücadele geleneklerinde cins ve sınıf savaşımının ihtiyacı, önemi ve gerekliliği tespit edilememiş ve de dolayısıyla uygulanamamış olmasıdır. Bunun sonucunda da kadın devrime katılmış ama kadın olarak, cins olarak örgütlü bir gelişim sağlayamamışlardır. Bu duruma çarpıcı bir örnek olarak, uçak kaçırma gibi bir eylemi gerçekleştiren Leyla Khalid şu an ev kadını olması gerçeğidir. Kadının devrim sonrası bu duruma düşmemesi amacıyla kadınlar Yüksek Birleşik Konseyi’ni kurmuşlar fakat çok fazla geliştirememişlerdir. Kadının Filistin’de katılımı halen en ön saflarda olmasına rağmen kadın örgütsüz durumdadır.
Devam Edecek…


