Bu ülke ay yüzlü, bahar gülüşlü çocuklarına ne çok şahitlik etti. Yüreği bir yaşam pınarı gibi çağlayan ve herkese yaşam vermek için durmadan akan. Onlar karartılmak istenilen her geceye bir yıldız, çatlamış toprağa yaşam suyu olmak için döndüler yüzlerini güneşe. Kendi canlarını bu toprağa feda etmekten bir an olsun teredüt etmediler.

İşte bunlardan biriydi Kürdistan’ın özgürlüğünü, yeni yaşamı müjdelemek için yüzünü dağlara dönen Mizgin Kürdistan. Mizgin 1994’de Van’ın Qelqelî ilçesinde açar gözlerini dünyaya. Yurtsever bir ailede büyüyen Mizgin özgürlük hareketini küçük yaşlardan tanır. Büyüdüğü ortam toprağına değerlerine bağlı bir ortamdır. Bu Mizgin üzerinde etki yaratır ve toprağına değerlerine bağlı bir kişiliği olur. Sistemin okullarına yüzünü dönmeyen Mizgin, kendi özünü korur ve asimilasyonun izerinde etkisi olmasına izin vermez. Daha küçük yaşlarda sorgulamarı başlar. Çocuk ruhuyla hiseder onlara dayatılan haksızlıkları, dinlediği her dengbêjde duyar yapılan katliamları ve dağlarda savaşan kahramanları. İçindeki öfke büyür ve arar o dağ kahramanlarını. Onlar gibi tüm çirkinliklere karşı durmak ve oda dengbêjlerin dilinde bitmeyen bir klama dönüşmek ister. Elbet güneşi daha güzel hisedeceği anlarda olacaktır. Bir şair der ki; “Güneşe sırtını dönersen göreceğin tek şey kendi gölgendir”. O zaman sen dünyayı da sadece kendi gölgenden ibaret sayarsın. Gölge olarak yaşarsın bu hayattı. Bazılarının sırtını güneşe döndüğü zamanlarda Mizgin karar verir yüzünü güneşe dönmeye. İşte Mizgin’de 2013’ün baharında dönmüştü yüzünü dağlara, güneşin ışıkları ile kutsanmak için. Yeni şervanlar eğitimini Metina’da görür. Gördüğü bu eğitim ile yaşamı sorgulaması daha fazla artarken, gerilla yaşamının sırlarıyla da tanışır burda. Hep duyduğu gerilla yaşamının aslında duyduklarından daha fazlası olduğunu görür. Toplum içinde herşeyle, herkes arasında bir ayrışma vardır, doğa bile cansız ve ruhsuzken, gerillada her şey canlı ve gerilla yaşamının bir parçasıdır. Yoldaşlar arasındaki saygı, sevgi, fedekarlık ve hesapsızlık ona küçükken karanlık gecelerde anlatılan çirokları hatırlatır. İnsanların gözünde dağların ve bu dağlarda yaşayanların neden kutsal olduğunu şimdi bir kere daha iyi anlar. Kendine o an bu sözü verir; “Ben de kendimi bu kutsallığa ulaştıracağım ve asla bu kutsallığa ihanet etmeyeceğim” der. Mizgin bu sözünün takipçisi olacaktır hep. Yıllar geçtikçe Mizgin daha da bir dağlılaşır, yüreği koca bir pınar gibi akarken, bakışlarında dağ savaşçılarına özgü o derinlik vardır. Güzellikleri, doğayı ve yoldaşlarını tüm ruhuyla sevmeyi öğrenir; çirkinliklere, ihanete ve Kürdistan coğrafyasında ölüm kusan işgalcilere öfke ve nefret duyar. Nerde bir çirkinlik varsa yüzünü oraya dönmeye, nerde bir haksızlık ölüm varsa orda kavga etmeye hazırlamıştır kendini. Bilir savaşmadan, haksızlığa baş kaldırmadan asla güzellikler yaratılmaz, yaratılsa dahi kalıcılaşmaz. Yaratılacaksa yeni bir dünya bunun Önder APO’nun yarattığı PKK’de ve kadınların gücüyle, öncülüğüyle olacağına tüm kalbiyle inanır. Önder APO sadece adı bile unutulmak üzere olan Kürdistan’ı tek değil, onunla birlikte hiçbir değeri kalmayan, yaşarken canlı canlı gömülen, sesi, rengi yok edilen kadını da yeniden yaratmıştı. O kurumuş topraktan yaşam başakları yeşertmiş, kadına bereketini ve kutsallığını yeniden armağan etmişti. Kadını tanrıça zamanlarındaki kutsallığına yeniden kavuşturmuştu. O kadına inanmış ve kendine dost olarak seçmişti. Kadının kısılan sesinden, bugün dünyada yankılanan bir özgürlük çığlığı açığa çıkarmıştı. Herkes bu güzelliğe bakıyor bu güzelliğe akmak istiyordu. Mizgin bu yaşama nerde bir saldırı varsa orda olmayı bu yaşamın bir koruyucusu, savaşçısı olarak durmayı bir görev olarak bilmişti. “Dağlara Dönmeden Ölmeyeceğim” Bu saldırıların şimdi yoğunlaştığı yer Rojava’ydı. Tüm dünya tarihin en büyük direnişine şahitlik ediyordu. Adının bile yasaklandığı, insanlarının yıllardır kendi ülkelerinde mülteci konumuna dönüştüğü, bedeni dört parçalara ayrılan Mezopotamya’nın kadim halkı. Bugün bu halk, en küçük parçasında tüm dünyaya Kürdün baş eğmezliğini, cesaretini gösteriyordu. Bu savaşta parçalara ayrılmış Kürdistan’ı, gençleri ruhta canıyla, kanıyla birleştiriyordu. Önder APO’nun ışığıyla kadim Ortadoğu halkları adına, Rojava devrimi bir ‘Kadın Devrimi’ olarak yeniden tarih yazıyordu. Mizgin de çok sevdiği bu dağları, bu devrim için bir süreliğine bırakmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar O’na dağlardan ayrılmak zor gelse de, Rojava’da gerçekleşen devrimin bir parçası olmak da önemliydi. Zaten söz vermişti, halkının değerlerine saldırının olduğu her yerde, halkını savunacak asla köleliğe geçit vermeyecekti. Böylece Rojava’ya yol aldı. Önder APO’dan aldığı güç ve inançla savaştı. Yüzünü Kobanê’ye çevirdi. Kobanê’de verilen savaş sadece Kürdün kaderini değil insanlığın kaderini belirleyecekti bunu biliyordu. Bu savaş fedaice bir savaştı ve O da bu ruhla, ruhsuzlaşmış bu çetelere karşı savaştı. Bu savaşta aldı ilk devrim yarasını. Tüm yoldaşları onu şehit bilip ilan ederken O; ‘’Daha öldürülecek düşman, kurtarılacak yerler var, hem ben dağlara tekrar dönmeden ölmeyeceğim, verilmiş sözüm var dağlara” diyerek çıkıyordu yoldaşlarının karşısına. Her geçen gün adı gibi oluyordu, gittiği her savaşta ordaki halklara yeni yaşamı müjdeleyendi. O sadece Kürdistanın savaşcısı değil Ortadoğu halklarının savaşçısıydı. Minbiç’de Rakka’da savaştı. Her savaş onu daha da güçlendirdi. Kadınların ve çocukların gözlerindeki ışığı gördükçe bu ışıkla bir kere daha kutsadı yüreğini. Bu gözlerde sadece yeni yaşama, özgürlüğe duyulan özlemi gördü ve bir kere daha büyük insan Reber APO’nun kurmak istediği yaşamın kutsallığına inandı. O kutsallık her yerde insanlığa armağan edilmeliydi. Önder APO herkese bir yaşam, nefes ve ışık oluyordu. Rojava’daki bayrağını başka arkadaşlarına devrederek yeniden yüzünü dağlara çevirdi. Dağlar kendini ilk bulduğu yerdi, dağlar O’na ışığı gösteren ve kutsayandı. Bu defa dağlar O’nu Önder APO’ya yaklaştırandı. Bu yüzden yeniden dağlara gelirken ilkinden daha heycanlı, aşkla doluydu. Bu defa yüreği daha da saflaşmış, yüzündeki çizgiler onu daha da bilgeliştirmişti. Öğrendiklerini, tecrübelerini daha iyi açığa çıkarıp, daha güçlü bir dönüşüm yaratmak için kendini akademiye gitmek için önerir. Hakki Karer akademesinde kişiliğini çözümler. Görülen eğitimlerle yaşamı sorgulama düzeyi artarken Önderlik gerçeğini daha iyi tanır. Savunmalar ekseninde kendini ele alır ve demokratik gerilla olabilmenin arayışlarını daha da derinleştirir. Sürece daha güçlü, ancak bu değişimle cevap olabileceğini bilir. İçten, samimi cesaretli katılımı yoldaşlarının dikkatini çeker. Botan kadınlarına özgü oteritesi, atılganlığı doğal bir öncülük rolü verir ona. Bir kadın olarak kendi özgünlüğünün farkındadır. Kendi kimliğini oturtabilmek için, arayışında, red kabul ölçülerinde nettir. Bir dağlı kadın olmanın ne demek olduğunu bilir. Kadın kurtuluş ideolojisinde yoğunlaştıkça kendini bulur ve kendi gücünü açığa çıkarır. Bu güçle Önder APO’nun yaratmak isteği yaşamın savaşçısı olur. Yüreğini ve ruhunu önder APO’nun ideoloji ve felsefiyle arındırarak, akademiden aldığı perspektifle döner yüzünü pratiğe. Adımları bu defa büyük komutan Beritan’ın efsanelleştiği yeredir. Xakurke’de Beritan’ın izinden yüreyerek birlik komutanlığı yapar. Komutanlığın zor olduğunu bilir ama yol göstericisi büyük komutanı Beritan’dır. Yaşamdaki duruşu ve gülüşüyle, cesaret ve fedekarlığıyla yoldaşlarında iz bırakır Mizgin.  2019’da büyük komutanı Beritan’ın efsaneleştiği ve ihaneti yendiği yerde Xakurke’de katılır ölümsüzler kervanına. Dağlara olan sözünü tutmuştu ve dağlar onu nisan   yağmuruyla, baharın bereketiyle selamlamıştı.   Mücadele Arkadaşları