‘’Önderliği gücümün yettiği oranda ve büyük bir tutkuyla okudum. Önderliğin fikirlerinden beslendikçe ona daha büyük bir güvenle bağlandım. Tek hakikat olarak Önderliği esas almayı başka herkesi ve her şeyi bu hakikate yakınlaşma, katılma oranında benimsemeyi kendime esas aldım’’ diyerek özgürlük yolundaki başarılı yürüyüşünün dayanaklarını ifade etmişti, Şehit Dicle Eylem. 4 Ağustos’ta, Bagok’ta birbirinden değerli üç fidan Bagok’un şanına yaraşır bir mücadeleyle sonsuzluğa uğurlandılar. Bunlardan biri de Dicle Eylem’di. Dicle her zamanki gibi yoğun bir güne uyandığını biliyordu. Son zamanlarda işgalci Türk ordusu Kuzey’e dönük saldırılarını artırmıştı. Kuzey’i gerillasız bırakma konsepti uzun zamandır devredeydi. Mardin özellikle de Bagok sömürgeci faşizmin temel hedefleri arasında yerini alıyordu. Bundan dolayı Dicle ve yoldaşları her zamankinden daha fazla duyarlı, her zamankinden daha fazla temkinli hareket ediyor, 21. Yüzyıl gerillacılığının modern tekniklerini en ince ayrıntısına kadar uyguluyorlardı. Bildikleri bir şey varsa o da sadece bir gerilla için binlerce işgalcinin dağlara sürüldüğüydü. Bu bir tarz halini almıştı artık. Halk bundan rahatsızdı. Evlatlarının ardına sürülen işgalcilere nefret ve öfkeyle bakıyorlardı. Kürt çocukları ne zaman bir panzer görse taş atmaktan kendisini alamıyor, yaşlılar hiçbir şey yapamıyorsak bile en azından onlara olan nefretimizi bileriz, diyorlardı.  Koyun sürüsü gibi dağlara sürülen işgalcilerin de halkın ve gerillanın iradesini kıracağına dair fazla bir umudu kalmamıştı. Bu savaş tecrübeyle sabitti artık. Bagok öteden beri en zalim, en insanlık dışı katliamları görmüş, buna rağmen gerillasından vazgeçmemişti. Ama bu bir konseptti ve yurt dışından büyük paralarla ithal edilmişti. Ellerindeki tek şeydi ve her ne kadar sonuçsuz da kalsa uygulamaya devam etmeleri şarttı. Bu anlamda teknik ve sayı üstünlüğü sömürgeci faşizmin elindeydi. Gerillanınsa varsa yoksa ferdi silahları, bir lokma ekmeği ve halkına olan güveniydi. Yani ortada orantısız bir savaş vardı. Halk bunu gördüğü için gerillaya karşı daha fazla sempati duyuyor adeta onları yüreklerinin en derininde saklıyordu. Lojistik desteğin kesilmesi, halkı ajanlaştırma faaliyetleri tüm hızıyla sürerken Dicle ve yoldaşları yaratıcı gerilla taktikleriyle bu demirden kalkanı deliyor, muhakkak halka ulaşmanın bir yolunu buluyorlardı. Ve tam da bundan dolayı Bagok o günlerde santim santim yakılıyordu sömürgeci faşizm tarafından. Sırf gerillanın halka ulaşmasını engellemek için. Kuzey halkı hele de Mardin halkı için gerillanın kutsal olduğu bilindiği için burası saldırıların merkezi olmuştu, her zaman.  Sömürgeci faşist Türk devleti halkı denize, gerillayı da balığa benzetmişti. Ve diyordu ki; ‘’ Eğer denizi kurutursak balık ölür’’. Fakat ne yapsalar da sonuç alamıyor Dicle gibi yiğit kadınlar mutlaka o denize ulaşmanın yollarını geliştiriyorlardı. Zaten Dicle’yi Kuzey’e getiren asıl sebep de sömürgeci faşizmin gerillayı halksız bırakma politikasını boşa çıkarmaktı. Bu yüzden partiye yazdığı öneri raporlarında öncelikle Erzurum’a gitme istemini ifade etmişti. Erzurum Dicle için çok önemliydi. Çünkü Dicle aslen Çewlig’li doğma büyüme Amedliydi. Sömürgeci faşizmin Çewlig üzerindeki politikalarını iyi biliyordu. Kendisiyle yapılan bir söyleşi de demişti ki; ‘’ Sömürgeci Türk devleti Çewlig’i de Elazığlaştırmak istiyor, bunu engellemek için orada açılım yapmak gerekiyor. Çewlig büyük serhildanlara öncülük edebilir. Bunu geliştirmek bizim elimizde, Erzurum’a gerilla olarak gitmek bu planları bozmak için bir adım olabilir’’. Güçlü öngörülere sahip, öncü özellikleri nedeniyle stratejik çalışmalarda yer alan Dicle’nin Mardin’e gidişi faşizmin politikalarını boşa çıkarmak içindi. İlk dağa gelişi de böyle gelişti. Gençlik çalışmalarında yer aldığı sırada önemli faaliyetlere öncülük eden Dicle 2013 yılında sürecin farklılaşması nedeniyle dağa gelme önerisinde bulunur. Gerekçesi ise şudur; ‘’Evet şimdi Önderlikle dialoglar gelişiyor. Ama bu her an bitebilir de. Her şeye hazırlıklı olmalıyız. Ve şu sözü hiç unutmamalıyız. Su uyur ama düşman uyumaz’’. 2008 yılından 2012 yılına kadar yürüttüğü gençlik faaliyetlerini böylece tamamlar ve askerileşmenin gereklerini yerine getirmek için yeni eğitim sahası olan dağa geçer. Dağdaki ilk eğitimi kendi kimliğini tanıma, kendi öz gerçekliğini açığa çıkarması açısından önemlidir. Edindiği tecrübelerden dolayı ideolojik donanımın yetersiz olması halinde militan kişiliğin tam olarak oturmayacağını bilir. İlk hedefi kendisini ideolojik açıdan donatmak, parti çizgisini derinlemesine kavramak ve bunu yaşama yansıtarak içselleştirmektir. Toprağın yabanıl otlardan temizlenmesi gibi uğraştı kendisiyle. Boş bırakmadı, boşluk bırakmadı. Boşluklardan sömürgeciliğin kalıntılarının sızabileceğinin farkındaydı. Nasıl ki Bagok’ta gece gündüz işgalcilerin nöbetini tuttuysa öyle de yüreğinin nöbetini tuttu. Önderlik dışında hiçbir şeyin o yürekte yer etmesine izin vermedi. Yüreği çok güzeldi ve sürekli gülümsemesinin esas nedeni bu güzel yüreğiydi. Yoldaşlık sevgisiyle doluydu. Önderliğin ‘eksik yoldaşlık’ eleştirisi bu nedenle ona çok ağır geliyordu. Dicle dağa gelmeden önce en az beş yıl toplumsal alanda örgütlenme faaliyetlerinde yer almıştı. Orası da bir yoldaşlar ortamıydı. Ama dağ yine de farklıydı. Dağda fark ettiği bir şey olmuştu. Özellikle de Önderliğin ‘eksik yoldaşlık’ eleştirisi üzerinde yoğunlaştığında bunu daha iyi bilince çıkarmıştı. Her ne kadar diğer zeminler de mücadele zemini olsa dağ farklıydı. Dağı farklı yapan ise sistemle hiçbir benzerliğinin olmayışıydı. Belki insanlar içinde, beyninde sistemi dağa kadar taşıyordu. Ama mekânın insan üzerindeki etkisi düşünüldüğünde dağ bu anlamda insanları yeniden yapılandıran bir mekandı. Her şeyden önce dağda ev sistemi yani paradigmanın en küçük hücresi yoktu. Dağda birimler vardı. Birlikler vardı. Yoldaşlar topluluğu vardı. ‘İşte!’ demişti, ‘’benim kendimi yeniden yaratacağım yer burası. Önderlikle eksik yoldaşlığımı aşmak için dağlı olmalıyım’’, diye. Dağda insanlar birbirini seviyordu. Samimiyet ve ilgi vardı. Yaşam herkesindi. Emek herkesindi. Kim ne yaptığını biliyor, emeğinin sonuçlarını görebiliyordu. Dicle dağı gördükten sonra; ‘’Arınmak isteyen dağa gelsin’’ demişti. Yepyeni bir başlangıç olmuştu dağ ve o bu dağlarda adım atılmadık yer bırakmak istemiyordu. Tüm dağları görecek, Kürdistan coğrafyasını tanıyacak, kendi tarihinin yazıcısı olacaktı. Sistem okullarından öğrendiği bir tarih bilgisi vardı. Ama görüyordu ki bu doğru tarih değildir. Egemenlerin tarihini bilmenin egemenliğin sürdürülmesine yaradığını bilince çıkarmıştı.  Bir yandan dağlara olan sevgisi gün geçtikçe çoğaldı. Öte yandan yoldaşlar ortamının güler yüzlü gerillası oldu. Ve en önemlisi de kendisini hiçbir zaman geri çekmedi. Stratejik bakmayı bildi, nerede ihtiyaç gelişiyorsa önceliklerini oraya göre planladı. Hem felsefik olarak kendisini donattı hem de askeri boyutta güçlü militanlık özelliklerini kendisinde yarattı. Tüm bunları yaparken tek bir rotası vardı; ‘Özgürlük!’ Özgür kadın kimliğiyle karşısında çıkan engelleri aşmayı bilen Dicle kendisini her an her saniye şehitler gerçeği, halk ve Önderlik karşısında sorguya çekti. Ne zaman zorlansa arkasını dönüp gitmeyi değil, üstüne gitmeyi bir ilke olarak benimsedi. Birey olabilmek için vicdanlı olmak, halk olabilmek için de ahlaklı olmak gerektiğine inandı. Yurtseverlik, irade, mücadele, ölçü tüm bunlar Dicle’nin yaşamında hep vardı. O güzel bir yoldaş, iyi bir devrimci, sağlam bir yürüyüşçü, güvenilir bir insandı. Hiçbir zaman kendisine verilen görevi boşa çıkarmadı. Ve bir görev insanı gibi üstüne gitti tüm zorlukların. VE...O Ağustos günü sadece sıcaklar değil, gökten yağan bombalar da dağı, taşı, her şeyi eritiyordu. Halk yıllardır biriktirdiği öfkesini zulada biliyordu. Kimse o günü, o üç fidanın bir yaz sıcağında toprağa düşüşünü unutmayacaktı. O gün doğan çocuklara Dicle, Eylem ve Gülbahar adı verilecekti. Yeminler tazelendi, mermiler namluya sürüldü. Şafakta direnen o kadınlar müjdesi oldu gün doğumunun. Ve analar güneşi selamlayıp, kızlarının beline rext giydirdi o sabah. O sabah Dicle o çok sevdiği Amed’in sokaklarını hasretle kucakladı yeniden. Bagoklu kadınlar tililiye durdu o gün. Bir öncü kadın daha yola çıktı Dicle’nin ardından. Ve Dicle omuzlarda taşınırken, dağ, taş, insan saygıdan eğildi karşısında... Mücadele Arkadaşları