‘’11 Eylül 2019 Yılında Çelê’ye bağlı Şehit Piling alanında eylem yapacağı sırada düşman pususuna düşerek son nefesine kadar yiğitçe savaşıp şehadete ulaşan Ûveyş Bêrîtan kod adlı Menekşe Baki’nin anısına…’’
Dağlara yaslanılır bizim memlekette çünkü dağlara yaslananın sırtı yere gelmez. Güneş, ateş ve dağ en güvenilir dostlarımızdır, asla yerlisini terk etmeyenlerdir onlar. Güneşten önce uyanır kadınlar, sofra kurar ve yer açarlar sevgiliye. Bir de ateş asla söndürülmez bizim memlekette. Zerdüşt’ten ve Kawa’dan kalan bir isyan mirasıdır çünkü. Hep harlanmalıdır ki cehennemleri içinde yakabilsin diye.
Dört parçaya ayrılmış Kurdistan’ımın, üç parçasının kesiştiği yer olan Colemerg’in Gever ilçesine bağlı, Suriyan(Akpınar) köyünde doğdum. Gözlerimi açtığım yer, Cilo ve Çarçella’nın kartpostalları kıskandıran manzarasının ve bir de içinde ‘Gabardinliler’in belirdiği bir yerdi. Cennetimsi köyümün üzerine Zebani gölgesi düşmüştü asırlardır. Postallarıyla köyümüze dalıp anne babama hakaretler yağdıran ve köylülerimizi işkenceden geçiren Zebani gölgelerini her gördüğümde bir çıkış yolu gibi önümde dururdu ‘Gabardinliler’. Okul sıralarında iyi telaffuz edemediğim her bir Türkçe sözcükte işittiğim azarda, kültürümden dolayı her horlanışımda da yine aynı görüntüler belirirdi hafızamda. Yani düşman belirledi benim çocukluk hayallerimi anlayacağınız. İnsanlarımızı köy meydanında sürüklerken beni de bu hayale sürüklüyorlardı. Her zaman kötü davrandıklarını söyleyemem ama iyi davrandıklarında ise asla samimi olduklarını söyleyemem. Nadiren gösterdikleri güler yüzleri, makyajlanmış bir canavarı andırıyordu. Bilinçli olarak bunları fark ettiğimi söyleyemem ama en derin hücrelerimle bunu sezdiğimi, hissettiğimi söyleyebilirim. Bu büyük itici gücün öte tarafında, Çarçella zirvelerinde Gabardinliler ise büyük bir çekim gücüyle çekiyordu beni. Hemen katılmak istediğimi söyleyemem, başta çok uzak, çok ütopik gelirdi. Büyüdükçe ancak o zaman kendimi onların içinde görme hayalini kurmaya cesaret edecektim.
Bu hayalimle yatıp kalkarken, kendimi köy komünümüzün içinde buldum. Kısa bir süre sonra komün yönetimi seçildim, kendi aradığım adaleti ben sağlayabilecek miydim? Bunun bana verdiği çok büyük bir heyecan vardı. O zamanlar benim için bir halkın kahramanlığına soyunmak gibi bir şeydi. Kısa bir zamanda köylülerimizin bana, benim onlara olan güven bağlarımız gelişmişti. 2 yıl boyunca burada birçok çalışma yürüttük. Daha sonra Gever’de Siyaset akademisinde 45 günlük eğitim aldım. İlk defa ciddi anlamda bir eğitimden geçiyordum. Biraz da olsa bilinçle buluşunca duygularım, çabalarım daha verimli olmaya başlamıştı. Kadın boyutunda ilk defa tarihsel ve sosyolojik bir bakış açısıyla yaşadığım toplumu ele almaya başlamıştım. Bu defa da kadın meclisi yönetimine seçilmiştim. Seçim çalışmalarına aktif katılmış, birçok köy gezmiş ve birçok yurtsever tanımıştım. Başı dik anları, fakir de olsa asla kirli paraya dokunmayan babaları, intikam ateşiyle dolup taşan gençleri ve zılgıtlarıyla her eylem ve mitingin öncüsü olan kadınları gördükçe yaşama sevincim artardı. O yaşamın en güzel karelerini bunlar doldururdu. Onlara baktıkça daha da tırmandırmak isterdim halkım için verdiğim mücadeleyi.
2015 yılı yazında artık benim için bir karar verme zamanı gelip çatmıştı, kendimi bildim bileli benimle yürüyen hayalim artık gün yüzüne çıkmayı dayatıyordu. Annemi çok süzerdim o aralar, bu kararıma nasıl yaklaşırdı hem üzülüp hem sevineceğini bilirdim ama acaba hangisi daha baskın gelirdi diye duruşundan bir şeyler okumaya çalışırdım. “Sen en doğru kararı verdin, bil ki annen hep seninle” der gibiydi. Yurtsever, onurlu ve asi duruşu bana bunları fısıldıyordu sanki. İlk kurşunun yıldönümüne çok yakın bir demde koyuldum dağ yollarına. Çıktım Çarçella’ya, tek tek dokundum, bir gün ulaşacağımı hiç düşünemediğim ‘Çêl’lerden her birine. Sonra indim oradan Avaşîn suyuna, sağlı sollu ve boylu boyunca uzanan dağ silsilelerine. Buralar ülkemin özgür parçalarıydı, tamamen Gabardinlilerin hakimiyetinde. Yetişemiyordu hiçbir gölge buralara, kendimi içinde bulduğum en aydınlık, en berrak, en doğal ve en anaç yerdi burası. Zebani gölgesinin düşmediği her yer ne kadar da güzel olurmuş. Bir gün ben de ülkemin her karışını çevirebilir miydim özgür alanlara? Benim gibi dağla yeni buluşanların toplandığı yere gittim ve başladı, yeni yaşamımızda bize kılavuzluk edecek olan, ilk öğretimimize.
Eğitimde en çok da, hep içimde, en derin yerlerde yaşadığım ama adını koyamadıklarımın çözümlenmelerinin sahibi ve en büyük heyecan duyduğum güzelliklerin ait olduğu paradigmanın yaratıcısı ve savunucusu Önder Apo’yu bu kadar geç tanımış olmaktan utanç duydum. Bu kulaklarımın duyduğu en güzel, en anlamlı şeylerdi anlatılanlar. O vakit, o demden öncesini kendim için yaşanmamış saydım. Ben nasıl bu vakte kadar sorgulamadan, merak etmeden anlamadan kalmıştım. Siyaset çalışmalarındayken paradigma kelimesini duymuştum ama ilk defa Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü paradigmayı özümsemiş ve içinde yaşıyordum. Şimdi öğrendiklerimi anne, babama, kardeşlerime, tanıdığım herkese anlatma arzusu o kadar baskındı ki o aralar, anlatamam.
Sembolik kimliğimi almıştım buradan, gerçek gerillacılık kimliğini ise, Avaşîn’in engin dağlarını arşınlarken, Govendê’nin sarp kayalıklarına tırmanırken, terler içerisinde dar geçitli ve engebeli patikaları yürürken ve tabi işgal altındaki tepelerde konumlanan düşmana, var gücümle darbe indirirken alacaktım. Çabucak birleşmiştim gerillayla, bir olmuştum, üzerimdeki Gabardinin içini doldurmaya başlamıştım.
Düşman her seferinde elindeki tekniği daha da geliştirerek saldırılarını aralıksız sürdürürken biz dağ savaşçılarına da kendini, elimizdeki silahta, taktikte ve en önemlisi de ideolojide geliştirmenin de ötesinde kısa bir zaman içerisinde profesyonelleştirmek kalıyordu. Bunun yarattığı yoğun ihtiyaç duygularıyla 2018 yılında Şehit Mahir Akademileri, ağır silahlar branşına gittim. Her biri Kurdistan’ın ayrı dağlarından, ayrı parçalarından gelen ve her biri büyük iddia sahibi çalışkan yoldaşlar ortamında, sıkı sıkı olduğu kadar renkli ve zevkli bir eğitim sürecinden geçtik. Akademi sonunda düzenlemeler döneminde hepimizi tutmuş bir heyecan, hepimizde zafere yürüme havası var. Belli bir düzey yakalamıştım eğitimden ama her profesyonelleşme pratik gerektirirdi, ancak pratikte gelişip pratikte ispatlanabilirdi. Aldığımız eğitimlerin meyvelerini almaya gidiyorduk, heyecanlıydık.
Benim düzenlenmem Zap diye okunduğunda ne kadar heyecanlandığım anlatamam. Zagros eteklerinde doğup büyümüştüm ve yine ilk gerillacılık deneyimimi, ilk şekillenmemi burada yapmıştım, bana ait çok şey vardı orada, çabuk alışacak, çabuk aktifleşecektim. Koyuldum Zap yoluna, vardım düşmana geçit vermeyen gerilla üslerine. O Zap ki süvari gelen işgalciyi yaya gönderen Zap. O Zap ki gerilla rengine bürünmüş, şehit kanından al al olmuş Zap’a gidiyordum. Şimdi bir yeni savaşçı olarak değil, silahını iyi kullanan, kendinden emin bir gerilla olarak gidiyordum, ihtişamlı duygulardı.
Zaptayım, ilk gerillacılık heyecanımı yaşadığım Avaşînimin yanı başında. Zap ile Avaşîn 2 sadık dost, 2 ayrılmaz dağ silsilesi. Buranın havasını solumak bile ölümü öldürmektir. Ve şimdi bilsem ki asırlar boyu sürecek bir kavga, arkamda bıraktığım şehir ışıltılar içerisinde ne kadar davetkar durursa dursun ben yine bu dağları kendi meskenim bileceğim. Bilsem ki asırlık yaşayacağım, yine de saniyesine kadar bütün ömrümü , halkımın, cinsimin ve yine doğanın özgürlüğüne adayacağım, yani ben sınırsız bir paradigma savaşçısıyım. Ölümümü seçmek bana kalacaksa eğer, ben silahım elimde düşman üzerine yürürken olanını seçeceğim. Ölürsem bile tek bir zerremin düşman eline geçmemesi için mücadele edeceğim. Ülkemin kuzeyinden gelen rüzgâra koşup küllerimi dört parça Kurdistan’a süreceğim. Çünkü bileceğim ki dört parça bir olduğunda ben yeniden dirileceğim.
Mücadele Arkadaşları


