Rûken Bilen, Gözlerini, kurtuluş savaşı veren bir ülkenin başkentinde, yurtsever bir ailede açtı dünyaya. Asırlar evvelinde tüm bölgede hüküm süren atalarının, dış saldırılara karşı ördüğü surlarla çevrili Amed’te doğmuştu. Amed, Medlerin olan, Kürtlerin olan şehir... Şimdilerde ise çağdaş Medlerin 2. ve 3. sınıf muamelesi gördüğü, her tarafından saldırıya uğrayan ama halen de onurunu dipdiri koruyabilen şehir... Rûken, adı gibi güler yüzlü, şehri gibi dik duruşlu, ülkesi gibi güzel ve direngen çocuk, her gün kendisiyle birlikte özgür yarınlar hayalini de büyütüyordu.
Yaşamın ne olduğunu daha yeni kavrayacak yaşlardayken, o doğalında olması gerekenden çok daha büyük sorunlarla karşı karşıyaydı. 9 yaşlarındaydı, ailesi için göç hayatı başladığında. 2005 yılında Amed’ten kopup Adana’ya oradan da Mersin’e sürülmüşlerdi. İşgalci gölgesi altında dahi olsa, kendi topraklarında yaşamayı, metropol yaşamına katbekat yeğlerdi Rûken. Kendisini muzaffer gören düşmanın mega kentlerinde yaşamak, zehir zemberekti sanki. Arkadaş ortamının çoğu faşist zihniyetle yetiştirilen, Kürd’ü her daim hor gören, dışlayan bir kesimdi. O çocuk yaşında yükü ve sorumluluğu ağır bir özgürlük sorunu, gelip karşısında dikilivermişti. O, bu sorundan daha büyük olduğunu düşünüyordu, atalarından kalma bir isyan ve direniş kimliği, onun da genlerine işlenmişti sanki. Karşımızdakiler asla hakikatten daha büyük olamayacağına göre vereceğimiz her savaşta da zafer mutlaka bizim olacaktır duygusu gelişiyordu giderek. Bulunduğu ortamın yurtseverlikten çok uzak bir ortam olmasından kaynaklı PKK’ye artan ilgisini bir işlevselliğe dönüştüremedi bir süre.
2013 yılında ailesi yeniden Amed’e dönme kararı aldığında onun için bir milat başlıyordu. Yurtsever ve kendisiyle aynı yaşanmışlıklara sahip arkadaş ortamı, ona sıcacık duygular yaşatmıştı. Şimdi hiçbir izaha gerek görmeden kendini anlatabiliyordu karşısındakilere, ortak tarihleri, ortak acıları, ortak bayramları vardı. Toplumsallıkla buluşmuştu Rûken, içinde bulunduğu ortamdan büyük güç almış ve bu gücü de, bu toplumun özgürlük mücadelesine adamak istiyordu. Çarçabuk girmişti gençlik çalışmalarına. Onuruna bağlı olanın, hor görülmeye, aşağılanmaya tahammülü yoktur, er ya da geç büyük bir intikam alır, asil insan. Asaletin en köklü olanını taşıyordu yüreğinde Rûken. İntikam hıncıyla savuruyordu elindeki molotofu, düşman panzerine. Özlü ve çalışkan bir Kürt kadınıydı Rûken, yetenekliydi ve kilitlendi mi bir hedefe başarıyı yakalaması kaçınılmazdı. Kısa bir sürede öncülük misyonu gelip onu bulmuştu. Yanındaki tüm gençlere güven ve cesaret veriyordu, güler yüzüyle sevgi aşılıyordu bulunduğu her ortama. Miladını Amed’e, ülkesine dönmekle yaşamıştı, tahakküm altında olma duygusunu ilkin orada yıkmaya başlamıştı ve şimdi tarih onun için hızlı bir seyir içindeydi. Paramparça etmeye yürüyordu her türlü kölelik ve işgal kalıntısını.
PKK bir Nirvanaydı onun için. Kararını verdi, kararıyla sözlendi ve yürüdü tarihinin son ve sonuca götürecek olan başkaldırısının yaşandığı alanlara. Yürüdü Kurdistan dağlarına. Adını Evrim soyadını ise düşmanın panzerlerle ezdiği yılmaz Kürt gençlerinden biri olan Şahin Öner’in adı koydu. Evrilmeye ve evriltmeye gidiyordu, yanlışı doğruya, ölüm ve kıyıma sürüklenen bir tarihi, bayramlara evriltmeye gidiyordu. Devirmeye gidiyordu, devrim yapmaya. Köhnemiş olanı yıkıp en güzelini, en olması gerekeni yaratmaya gidiyordu. Özgürleşme tufanına katılmaya gidiyordu. 11 yıl boyunca sistem okullarında okumuştu, 11 yıl boyunca özel savaş politikalarını eğitim sanıp bir aşağılanma mekaniğine maruz bırakılmıştı ama bozamamıştı bu bombardımanlar Evrim’in özgür ve güzel özünü, biraz yaralanmıştı sadece.
Gerilla yaşamının zor olduğunu biliyordu, her zaman da öyle hayal etmişti. Hayallerden en zor olanını kurmuş ve ona yürümüştü. Varınca dağa, varınca zapt edilemeyen, Kürd’ün tarih boyu sırtını dayadığı alanlara, hayal ettiği kadar zor olmadığını itiraf etmişti yanındaki yoldaşlara. Dağların nasıl gerillayı sarıp sarmaladığını, Apocu felsefenin, açlıkta insanı doyurup, soğukta ısıttığı söylenseydi daha önce, inanmayabilirdi. Şimdi ise gerçekten iliklerine dek bir huzura varmıştı, savaşta bulmuştu huzuru, amansız mücadelede bulmuştu saadeti. Şimdiki moraliyle hangi zorluk yıldırabilirdi ki onu?
Özgürleşmenin ilk eğitim ve bilinçlenme aşamasından geçip yönünü vermişti ülkesinin Doğu yakasına. Doğu’yu Batı’yla, Kuzey’ i Güney’le birleştirmeye, yüreğinde birleştirdiği ülkesinin işgalcilerce çizilen sınırlarını ayak altına almaya gidiyordu. ‘Doğu’ kelimesi ona sımsıcak bir duygu veriyordu, doğudan doğardı güneş, herkesten ve her yerden evvel oralar aydınlanırdı, doğudan yükselen güneş ışınları yeni bir günün, yeni bir başlangıcın habercisiydi her zaman. Rojhilatê Kurdistan’a varınca kıblesini bulur sanki Evrim, Zerdüşt’ün hafızasını kaybetmiş bir mürididir de şimdi başlamıştır gerçek yaşamı hatırlamaya sanki. Yeniden okur, kadim dininin ayetlerini. Doğru düşünüp, güzel konuşanların ve iyi yapanların camiasında, her anı kutsal dine ibadet edercesine ilkeli ve erdemli yaşamla örüldü Evrim’in.
2015 yılında, ülkesinin Bakur parçası kaynıyordu bu defa. Tek istediği, öz yönetim ile kendi kaderini kendisi belirlemek olan halkı, terörist ilan edilmiş, insanları dünyanın gözü önünde cayır cayır yakılmıştı. Yanan tüm Kurdistanlı annelerin yüreğiydi aynı zamanda ve yanan gerillanın harlanan intikam ateşiydi. Tahammülü çoktan bitip tükenmişti Evrim’in, bu sürece bir cevap olabilmek için var gücünü toplamış yerinde duramaz olmuştu. Yoğun önerileri sonuç vermiş, Bakur gruplarına dahil olmuştu. Hınca hınç dolan yüreğini, bir tufan misali, düşmanın başından aşağı boşaltmaya gidiyordu. Gerçek bir halk öncüsü olan Mehmet Tunç’un, bir hafta boyunca cenazesine kimsenin yaklaşmasına imkân verilmeyen Taybet Ana’nın ve buzdolaplarına gömülen Cemile’nin intikamı basit olmayacaktı elbet. En az Mehmet Tunç kadar kül olmalıydı düşman, en az Taybet Ana kadar erimeli, en az Cemile kadar donmalıydı. Dünyada eşi görülmemiş saldırılarla yüz yüze gelinse bile asla vazgeçilmemeliydi özyönetim paradigmasından, her şeye ve herkese rağmen sağlanacaktı o özgürlük.
Evrim Bakura yolcuydu, tüm Kürt çocuklarının, çocukluklarının çalındığı yere, en ezeli düşman karargahının bulunduğu, ülkesinin en büyük parçasına gidiyordu. Vardı Botan coğrafyasına, uzun yolculuğun ve geçilmiş 3 sınırın ardından yaslandı Herekol dağına, derin derin çekti içine, düşmandan uzak, temiz ve berrak yurt havasını. En erişilmez yerler her daim dağlar olmuştur, onun için o dağ zirveleri her daim özgürlük kokmuştur. Evrim tam bir kadın gerilla olmuştu şimdi, dağ rengine bürünmüş ve Herekol dağına çok yakışmıştı. Omuzundaki silah, boynundaki dürbün ve ayakları altında gittikçe doruklara götüren patikalarla bir bütün olmuştu, tek vücut olmuştu. Tüm Botan şehirlerinin nöbetini tutan Herekolda eli tetikten inmiyordu Evrim’in.
17 Eylül 2017 tarihinde, düşman havadan ve karadan var gücüyle Herekol üzerine yürüdüğünde de Evrim eli tetikte, nöbetteydi. Bu öyle bir nöbet ki içerilerde cennetimsi bir yaşam ve adanılmaya değer bir halk, dışarıda tam kapıda ise ağzı kanlı kurt gibi duran, varlığına düşman kesilen cellat var onun içindir ki bir ülkenin ölümüne bırakılmayan nöbetidir. Bu öyle bir nöbettir ki yalancı ve zalimler olduğu müddetçe yeryüzünde, nöbet de devam edecektir. Evrim güler yüzle girdi ilk çatışmasına, 2 gün boyunca son mermisini de düşmanının kafasına sıkana dek savaştı. 18 Eylül akşamında gerçekleştirilen hava saldırısında 12 yoldaşıyla beraber şehadete ulaştı. 13 cesur yürek, 13 cengaver ceng meydanında kahramanca savaşlarıyla bir kez daha gösterdi Kürd’ün isyanını, bir kez daha anlattı Kürd’ün asla teslim olmayacağını ve bir adım daha ileriye taşıdılar, zafere yaklaştırdılar direniş bayrağını. Onlar, ülkelerine karşı savaş sorumluluklarını yiğitçe yerine getirdi. Bizlere düşen onlara layık birer yoldaş, onlara layık bir halk olmak ve devrettikleri bayrağı zafere taşımaktır.
Mücadele Arkadaşları


