İnsan tolumu kendini koruyabilmek için bir araya toplanmıştır. Doğaya karşı savunmasız ve güçsüz olmaları diğer canlılardan zayıf olduklarındandır.

Diğer canlıların en zayıfı olan insan bir araya gelerek kendini savunabilmiştir, barına bilmiştir. Yaşama koşulları geliştikçe doğaya tutunup toplumsal doğada yaşamın anlamının peşine düştü, yaşam gelişip çoğaldıkça yaşamın anlamı, anlam oluştukça deneyim, deneyim tecrübeyi, tecrübe üretimi çoğalttı. Üretim geliştikçe ihtiyaçları karşıladı. Tüm bunlar ortak bir birliktelikten, iş bölümünden ve herkesin işe yarar olmasından ve bilinen tek bir şey varsa onunda bu olduğu gerçeğinden kaynaklıdır.  Bu nedenle varlık olarak biyolojinin edilgen veya kapsayan zayıf veya güçlü olduğu anlayışı doğal toplumda yok idi. Çocuğun, yaşlının, kadının veya erkeğin kendi toplumu ve yaşamı için yapabilecekleri vardı. Herkes birer bireydi, şimdiki zihniyet kalıplarımızla ne sınıflara ne ötekine ve ne de işe yaramaz konumda yaklaşma vardı. Yaşlı, yaşlı olduğu için fiziksel zamanı fiziksel gücünü sınırladığında, tecrübeyle edindiği deneyimlerini genç nesle aktarma içerisinde yer aldığı komünal klan toplumuna faydalı olmaya devam etmektedir. Çocuğunda doğumdan yaşama, kendi varlığıyla dâhil oluncaya kadar küçük işlerde bu günümüzde de uygulanan çobanlık vb. gibi işlerde yaşama katkı sunmayı beklemesi eğitimsiz geçmemiştir. İlk eğitimi annesinden, annesinin ninnilerinden ve masallarından ve içerisine doğduğu toplumun yaşam değerlerini hem sözlü ve hem de gözlem yoluyla öğrenme esas alınmıştır. Erkek avlanma, toplama, ekme-biçme ve çobanlık yaptığı gibi, boş zamanlarında deneyimleme ve gelişen tecrübelerden yola çıkarak yontma, cilalama, onarma gibi zanaat işlerine dâhil olmuştur. Kadın, doğal toplum dediğimiz klan toplumunda başat olmaktadır. Doğal toplumda bir cins bir diğer cinsten üstün olmadığından, cinsiyetçi bir zihniyete sahip olmadıklarından kadının bu toplumda başat olması doğal olduğu gibi bir o kadar da kadının kendi doğasından kaynaklı başat olmaktadır. İnsan, milyon yıl önceleri yaşamın birliği ve çeşitliliğini sağlayan evrim biyolojik olarak cinsiyet farkını tamamlamış olduğundan milyon yıl önce dişi olan kadın yaşam serüveninde doğal toplum içerisinde doğasından kaynaklı başat olmuştur. İnsanlığın bugün yaşam namına bildiği ve doğarken var olan ve farkına varmadan edindiği tüm edimler, değerler ve üretimler sanki hep vardı ve hazırdı.  Bunları paket gibi genlerimizde, belleğimizde olması tarihsel hafızanın çok uzun bir tarihsel yaşam mücadelesinden kaldığını biraz kendimizi zorladığımızda göreceğizdir. Kadının doğal toplumdaki rolü ve görevi herkes gibi bu toplumun bir üyesi olarak emek verip yaratmak ve üretmek olmuştur. Çocuk doğurmuştur yaşam vermiştir, nefes olmuştur sesini katmıştır, tohumu ekmiş ekin elde etmiştir, korunmak için yün eğermiş örtünmeyi yaratmış, yavrusunu emzirirken hayvanları evcilleştirmiş, doğayı yaşam alanına evirttiğinden hükmü ve kudreti doğal, kendinden, kendiliğinden otorite olarak kabul görmüştür. Bu uzun tarihsel süreçleri merak edenler araştırıp incelediğinde karşılarına daha güçlü ve mana derinliği olan bir insanlıkla karşılaşacaklardır.       

Kürt toplumu da bu uzun insanlık tarihi kadar eski ve kadim bir toplumdur. Toplumsallığı çok güçlü bir toplum olduğu için olsa gerek komün kültürü kendini dili gibi korumaktadır. Bir coğrafyanın adı onun manası olduğu gibi kaderi olabilir mi? Var olduğu halde yok sayılması! Nasıl uygarlık denilen çağda medeni yaklaşım olan kadını ikinci cins ve ezilen sınıf olarak görme ve topluma içselleştirme ve bu temelde zihniyet örgüsünü geliştirip var olan kadın ve kadının özü yok sayılıp doğası gereği gerekçelendirilmeye çalışılmış olunsa dahi, kadın ve yaratan özü yok edilememiştir. Tarihin tekerrürü olsa gerek, Kürt toplumu da ezilip baskılandığında varlığı parçalanıp kültürel mirası elinden alınmaya çalışıldığında, önce kadın bu toplumda yok edilmeye çalışıldı. Kendi içine kapanması kendini koruma adı altında kültürel olarak eritilip yok etme yöntemiyle yok edilmeye çalışılması aynı benzerliği taşımaktadır. Bin yılar sonra bilinçli bir politikayla dini inanış olarak katılaştırılmış İslami yorum ve geleneğin verdiği zihniyetin tutuculuğu ve yeni çağın ulus devlet yapılanması içerisine hapis edilmeye çalışılmış Kürt toplumu, yabancı yönetim ve sistemlerin oluşturmaya çalıştığı dokusu kafa karıştırdığı gibi toplumun tüm hücrelerinde olmasa da kadını yok sayan ikinci planda tutan kadının varlığını sadece bedeniyle tarifleyen namus anlayışını geri ve cahil bırakma politikasıyla denetlerken Kürt toplumu da kendince bir korunma ve öz savunma yöntemi olarak buna sığındılar. Özünden koparılmaya çalışılan özel politikalarla kadının Kürt toplumundaki yerini geriletme kendini ve özünü inkâr etme üzerine kurulmaya çalışılan var oluş arayışı Kürt toplum hafızasını ciddi anlamda geriletmiş ve kısmi sonuçlarda alınmıştır. Dikkat ederseniz özellikle PKK’nin çıkış dönemlerinde toplum içerisinde var oluşsal bir uyanış sağladığı dönemlerde Türk özel savaşı Kürtlerin geri, barbar ve hatta cani olduklarını namus cinayetleri yok bilmem töre cinayetleri ve bilmem kan davaları ve berdel gibi olayları kışkırtıp yönlendirirken bir diğer taraftan böyle bir toplumun kendini yönetme kabiliyetinin olmadığı algısı topluma empoze ediliyordu. Kendini bin yıllarca devletsiz ve yer yer devletle ama kendi toprağı ve öz değerlerini koruyan yerinden yönetim modeliyle sırtını dağlarına ovalarına bağ ve bahçelerine dayayan bu toplum kapitalizmle ve kapitalizmin modernitesi olan ulus devlet ve endüstriyalizmiyle geç tanışmıştır.

Her çağda değişen yönetim modelleri toplum refahı adına kurulan düzenler olarak kendilerini tariflemişlerdir. Toplumu ve toplum yaşamını iyileştirip sürdürmesindense yaşamını satın alıp emeğini yaratımlarını ve ahlaki politik değerlerini topluma karşı kullanmıştır. Her çağın yönetim tarzından kaynaklı, ismi ve yönetim modeli nasıl uygulanmış olursa olsun, kadın ve erkek arasında ki dengenin ve bin yıllık denge döneminde yönetimde ortak birlikte söz hakkının her iki cinsi için de geçerli olduğu ve bu dengenin erkek lehine döndüğü hırsızlık ve kurnazlıkla örülü ben merkezci bencil olan yönetme modeli 5000 yıldır devleti değişmez bir denge olarak topluma türlü türlü yönetim modelleriyle sunmuştur. Her model toplum refahı ve güvenliği için en iyisi olduğunu iddia etse de karşımıza çıkan, toplumun yoksunlaşması yoksullaşması söz konusudur. Yoksunluk kavramını sendrom veya bir maddeye bağımlılık olarak tarif edilen algısında bakmaktan ziyade bunları da içine alan var oluşsal olarak insan denen varlığın yaşam nedeni ve anlam arayışından yoksun bırakılmış sadece geçim derdine düşülen bir yaşam keşmekeşine ve işkencesine dönüştürülmüş güya yaşam-ekmek kavgası içerisinde evrilip çevrilmesi insan denilen varlığın anlam yoksunluğu derin bir hal almaktadır. Toplumu tüm değer birikimlerinden yoksun bırakma, özelde birey özgürlüğü adı altında bireyi toplumsuzlaştırıp ağacı dalıyla tariflemek köksüzlük duygusunu köksüzlük duygusu yoksunluk duygusunu yani kendini tamamlayamama tanımlayamama çağın modern hastalığı olmuştur. Pazar piyasasına sunularak arz ve talep çerçevesinde sağlık sektöründe bu ve buna benzer durumlar ve kanser hastalığı bölümleri ve uzmanlıkları oluşturulmuştur. Kapitalist modernite sistemi toplum yaşamında pazara açmadığı hiçbir insan sağlığı ve değeri bırakmamıştır.  Kapitalist çağa kadar yaşamın sadeliği, yalın doğallığı hiç bu kadar yozlaştırılmamıştır. Emeğe dayalı üretken yaşam her türlü korkuyu ensesinde hisseden korkularıyla yaşayan bireyci bencil ve tutunamayan toplum üyeleriyle insanı insan yapan toplumsal varlık olma özelliğinden mahrum kılmaktadır.

Hep hatırımdadır. Biz İzmir’e göç ettiğimizde annem hep kendi toprağının ve toprağının bereketini özler dururdu. Sürekli buraların bereketi yok derdi. Burada insan ne kadar çalışsa da geçinemiyor ve sürekli geçim sıkıntısı çekiyor ve günü birlik bir emanetçi gibi yaşıyor derdi. Ve özellikle günlük kilolarla alınan zexireler anama çok dokunurdu, çünkü çok geçmişte kalmamış olsa da özelde Kürt halkı ve Mezopotamya halkları her mevsime göre özellikle kış aylarına hazırlıkla girerdi. Unundan şekerine, bulgurundan pirincine, salçasından yağına peynirine, kurutulmuş sebzesinden turşusuna akla hayale gelecek tüm hazırlığı kendi emeğiyle ya ekilir elde edilir ya da toptan satın alınıp hazırlanır ya da dost çevre akraba komşu birbirine desteklerini sunar veya hazırlama bölümünde birbirlerine yardım edilirdi. Annemin özlediği ve çektiği hasret toprak yoksunluğuydu. Toplumundan çevresinden kopmanın, anladığı yaşamdan kopmanın, çaresizliği yoksulluktan kaynaklıydı. Halkımız halen birçok nedenden de olsa başta yoksulluğun çaresizliğinde göçmüş ve toprağından ve onun bereketinden mahrum bırakılmıştır. Halbuki Kürdistan’da bırakın her şeyi bir tarafa bir hanede bir tek kişi bile çalışsa geçimini sağlayabiliyor. Dilinden kültüründen ve dayanışma anlayışından uzak karın tokluğuna yaşamak zorunda bırakılması, yoksullaştırıp göçertme politikasıyla halkımız toprağından kültüründen ve kültürünün komünal özelliğinden kopartılıp gittiği yere ait olamama dönmek isteyip de dönememe gittiği yerden dönemediği gibi oraya da ait olamama duygu ve düşüncesi bir döneme damgasını vurmuştur. Kendi toprağında alıştığı yaşam koşullarına göre emek ve emeğiyle geçinme ve toplumsal var oluş gereği olan sosyal aktivitelere zaman ayırma yaşama dahil olma vardı. Toprak ekilse birlikte yardımlaşma ekin biçilse elbirliğiyle ekini kaldırma köyün çoban ve imamına geçimine birlikte katkı sunma kadınlar ev işlerini ve hatta birbirlerinin çocuklarına bakıp kendi çocuğundan ayırmama sütünü esirgememesi, bu ve benzeri birçok örnek ister köy ister kasaba veya şehir yaşamında olsun çoğaltıla bilinir. Komşuluk dostluk akrabalık veya aynı aşiretten olmanın verdiği sorumluluk ve dayanışma toplumumuzda hep oldu. İster kendi toprağında ister göçertildiği ülkelerin toprağında bu özelliğini korumuştur. Her ne kadar toprağından kopmanın veya koparılmanın acısını yaşamış olsalar da yabancılaşma ve savrulmanın önüne geçen öz toplumsallığından kopmama ve bu varoluşsal özü kaybetmeme olmuştur.

Köyünde, kasabasında, şehrinde, emeğe dayalı yaşam vardı. Emekle gelen bir geçim de vardı ama tanıştığı yeni üretim şeklinde verdiği emek geçindirmediği gibi kişiyi kendinden de uzaklaştırdığını gördü. Yaşam var olmanın bir parçası değilmiş gibi. Varsa yoksa çalışmak zorunda olmak öyle insanın emeğiyle var olması temelinde değil, başka çaresi olmadığından var oluş gerekçesi sanki buna indirgenmiş gibi. Sade ve doğal bir yaşamdan, bunun içerisinde yoksullukta olsa bildik bir yaşamdı yaşam satılmıyordu. Geçinmek için yaşamını satmak gelişme ve ilerleme olarak hep sunuldu, sanayi ve fabrika bir ülkenin modernleşmesi ve çağı yakalaması olarak sunulur, bu çağda yaşam satılıyorsa bir lokma ekmeğe hangi gelişmişlik ve kimin için gelişmişlikten bahsediliyor. Kürt halkı toprağı olup da devleti olmayan bir halk olarak sanayi ve fabrika gibi emek sömürüsünün geliştiği bir toplum olmadı. Bu çağın diğer çağlardan bir fazla farkı ulus olarak yok saymak, toplum olarak bölüp parçalara ayırma, toprağından koparma eğer bunu yapamıyorsa var oluşu inkar etme üzerinden yaşama muhtaç kılma şeklinde köleliği dayatma yöntemi, toplumsal olarak var oluşunu dağıtma yöntemi, kültürel yaşam tarzı olan köye dayalı yaşamdan koparma gerçekleştirilmektedir. Bu yöntem günümüzde halen Kürdistanın üç parçasında başur, bakur ve rojhılatta devlet politikası olarak uygulanmaktadır. Sade ve doğal olan komünal yaşamdan bahsettiğimizde nedense kim olursak olalım ve hangi toplumdan olursak olalım ilk aklımıza gelen yaşam tarzı köy yaşamı olmaktadır. Bu bile insanın akıl yapısının ilk şekillendiği toplumsal forma götürdüğünü göstermektedir. Köy yaşamı toprağa ve tarıma dayalı bir üretim alanı olduğunda yaşam denen kutsalın ekonomiden kopuk olmadığını anlatmaktadır. Ekonominin insan yaşamındaki yeri önemli olduğu gibi hepsi olmamaktadır. Topraktan, toprağı işlemekten beslediği ve geçim kaynağı olan hayvanla ve onun dışında etrafında var olan hayvanlarla, ektiği ve yetiştirdiği bitki ve ağaçlar, kendisinin dikmediği ve yaşamında var olan tüm yaşam çeşitliliğiyle kurduğu bağ deresinde akan su ya da kuyusundan içtiği su geceyi ve gündüzü birbirinden ayıran tüm evrenin büyülü yaşamın tadını ve enerjisini gündüz güneşten gece yıldızdan ve aydan almaktadır. Bu sade ve büyülü yaşam toplumsal var oluşun tüm anlam gerçekliğini kavramasına ya da yaşayarak sürdürmesine yetmektedir. Evet insan dışa taşar, arar bulur yaratır kurar ve evriltir. Şehir ve şehir yaşam vardır. Hatta bin yıllardır vardır. Ama insanın nerden geldiği inkârı üzerine var olmamıştır. Aksine tüm yaratımların ve değerlerin birikimi üzerine kurulmuştur. Tarihsel zamanın en eski kadim toplumu olan Kürtlere devletsiz yaşamayı ve devletin ne olduğunu, başta insanlık için ve Kürtler için trajik olan varlığının inkarı gibi deneyimlerden geçerek deneyimlediği acılar,  kültürüne tutunma tarihsel hafızası olan toprağa yurt sevgisine  ve yurtseverlik bilincine dayanarak insanlık için yani doğal toplum için olması gereken en iyi yönetim şekli olan kendini yerinden yönetme bilinci olan komünal kültürlü yaşam şekli, 5000 yıllık tarihsel süreye rağmen hep kökü üzerinde kalması ve köküne dayanması gerçeğinde yatmaktadır.

 Doğal toplumun komünal yaşam formundan bahsederken günümüzün şehir yaşamının inkarından ziyade, günümüz şehir yaşamının köy yaşamın inkârı üzerine ilerleyişinin toplumu bitirdiğini komünal değerlerini yozlaştırdığını anlamamız gerektiğini kavramamız lazım olmaktadır. Annemin anlatmak istediği bereketin olmadığı gerçeği şehrin, köyün inkârı üzerine gelişen emek sömürüsü, insanların ihtiyacı olmadığı halde gelişme ve ilerleme adı altında üretim fazlası ve tüketim fazlasıyla insanları anlamsız bir yaşamın kölesi ve bağımlısı yapmış olmasıdır. Sistem insanları gece gündüz çalışsa bile sürekli olarak aç kalma korkusunu taşıyacak bir konumda tutuyor. Peki devletli olmayıp da devletlerin sınırlarında yaşayan Kürt toplumunda bu mekanizma nasıl işlemiştir. Bir devletin sınırlarında değil dört devletin sınırlarında yaşayıp bir toplum olarak kalmak Kürt toplumunda yüz yılların kazandırdığı bir hafıza ve deneyim bırakmıştır. Bu hafıza soykırımlar ve trajedilerle dolu bir hafıza olmuştur.  Dört devletin sınırlarına dahil edilen ve o devletlerin kültürel ve düşünsel asimilasyonunda çağın tüm insanlık dışı savaş yöntemlerine karşı direnmenin, korumanın ve kurtulmanın bedeli ağır olmuştur ama kendi olarak kalabilmiş varlığını ve varlığı kadar eski olan dilini korumuştur. Köklü geleneğinden edindiği miras ve ulus devlet denen zihniyetin toplumları birbirinden kopardığını, düşman ettiğini ve katlettiğini ulus adına hareket eden devlet zihniyetinin demokratikleşmesiyle, demokratik ulus kavrayışının ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini yüz yılları aşan Kürt halkı ve Ortadoğu halkları deneyimledi gördü. Bunun acısını halen yaşayan halklar yaşayıp gördüğü gibi bunu ulus devlet adına yaşattıran halklarda gördü ve yaşadı. Önderliğimizin Kürt halkının içinde olduğu ortasında olduğu ve merkezinde yer aldığı Ortadoğu halklarının ulus-devlet kavramlarının çıkışıyla ve bu kavramlara yüklenen anlayışın zihni yapılanmasına rağmen bu toprakların özünde olup tarihsel süre içerisinde hep akıp gelen demokratik komünal yaşam değerlerini zihniyetini yeniden inşayla değiştirip dönüştürme istemi yaşanan acı ve deneyimlerin sonucunda derin tarihsel kavrayışta tarif ettiğimiz uygarlığın  o çok beğendiğimiz uygarlığın demokratik dönüşüm sürecine girdiğini bizlere anlatmaktadır. Tek tanrılı ve erkek egemenli uygarlık insanlığın ana-kadın etrafında ve emeğiyle ilk değer birikim ve devrimleri üzerine inşa edildiyse içerisinde olduğumuz 21. Yy da geliştirilen birikimlerin öncülerinin inkârı üzerinden değil de var oluşunun kabulü üzerinden gelişeceğine ve zamanına girildiğinin farkında olup da Kürt toplumunu buna hazırlamanın ve zihniyetini bu temelde inşa etmek için paradigmasal değişime gitmiştir. Demokrasi ve sosyalizm kavramlarına içerilecek zihniyet, yaşam denilen olgunun insan faktörü göz önüne alınarak doğal toplumun  yeniden değer kazanması ve bu kavramların eğrilip bükülmesinden ve her yönetim şeklinin kendi çıkar ve menfaatinin hizmetine koşulan kavramlar ( devlet gibi)  olmaktan çıkarılması için insan zihniyetinin yaşam kavrayışında ve yaşamın devamlılığında edinilen olgular olması bu kavramlar ve bu kavramlara yüklenen yaşamsal değerler her zaman hakikatine yani özüne ortak akılda kavuşacaktır.

Zamanın Kürt aklını demokrasi ve sosyalizm kavramlarıyla son elli yıldır inşa eden Önderliğimiz komün yaşam kavrayışında somutlaştırmak istemektedir. Kürt insanın duygusal, tepkisel, dar ve dönemsel olduğunu önderlik sahasında arkadaşlarla yürüttüğü diyalog yöntemiyle Kürt kişiliğinin edindiği karakterler ve tarihsel pratikleri ve bu pratiklerin olumlu ve olumsuz yönlerini çözümlemeye tabi tutarak açığa çıkardığı Kürt aklıyla 21. yüzyılın demokratik modernitesini inşa etmek istemektedir. Nasıl ki tarihsel toplum bu coğrafyada Mezopotamya da yarattığı insanlık değerleriyle ilk yayılım merkezi olduysa bugünümüzün devletsiz toplumu olan Kürt toplumu bu topraklardan çıkan devlet ve devlet zihniyetini demokratik dönüşümle devlet artı demokrasi inşasıyla Ortadoğu da barışı sağlamak istemektedir. Komün veya komünalist yaşam formu önce zihniyette yeşermelidir.

Berbiheyv Amed