Önder Apo ailenin gelişimini ve varlığını Manifesto ile farklı bir şekilde tanımlıyor.
Ailenin gelişimi erkeğin doğumdaki rolünü anlaması, ataerkil ailelerin oluşması ve zamanla bunların hanedanlık sistemi, miras ve soy sürdürmeye dayalı bir sisteme dönüşür. Manifesto ile birlikte Önder Apo erkeğin aile gibi bir derdinin olmadığını, kadını tecavüzle ve köleleştirerek kendine hizmet eden bir araç haline getirdiğini belirtiyor. Yani ailenin gelişimi bildiğimizin dışında gelişmiş. Kastik katil kadını köleleştirmiş, sonradan gelişen aristokrasi ise haremlere kapatmış. Anlaşılıyor ki aile baştan beri var olan bir kurum değil. Ailenin gelişimi ve kadının ev düzenine alınmasını Önder Apo tek tanrılı dinlerle, Zerdüştle başlatıyor. Bu durum araştırma yapmamız ve derinlikli anlamamız gereken bir husus oluyor. Önder Apo; “Komünal kadın nasıl olur? Kadın "karılık” formunu; erkek de "babalık/erkeklik” formunu kazıyıp atmalı; bu yapılabilirse büyük devrimsel fırtınalar kopartır. Çocuğu mülk gibi sahiplenmek de terk edilmeli. Çocuklar komünündür.” Bu durumda aile-ailecilik ideolojisi üzerine ciddi tartışmalar yapmamız ve somut çözümler üretmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Ailecilik Kürt ve kadın gerçeğinde ciddi bir sorundur. Çünkü komün düzeninin bozulması, kadının köleleşmesi ve her anlamda egemenliğin varlığını göstermektedir. Bu yüzden kadın hareketi olarak temel bir görevimiz aile sorununa daha derinlikli eğilmek, çözüm üretmek, yeni paradigma ekseninde bu konuyu ele alıp komün düzenindeki toplumsal yaşamı geliştirmektir.
Önder Apo manifestoda kadın ve erkek arasındaki ayrışmanın yarattığı sorunları da ele alıyor. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farkın çok az olmasına rağmen kadın ve erkek kimliğinin sonradan oluşturulduğunu ve bu ayrışmanın tarih boyunca derinleştirildiğini ifade ediyor. Cinsiyetçilik dediğimiz durum ya da toplumsal cinsiyet olarak tarif ettiğimiz durum bu oluyor. Kadın ve erkeklik aslında sonradan oluşturulmuş kimliklerdir. Her kadın ve her erkek toplumsal ve tarihsel gerçeğin ürünü olarak oluşuyor. Erkek egemenlikle, kadın kölelikle özdeşleşiyor. Böylece aslında çok doğal olan biyolojik cinsiyet farkı insan gerçeğinde bambaşka bir anlam kazanmış oluyor. Zihniyetin parçalanması, kimliklerin parçalanması ve yeniden şekillendirilmesi böyle gelişiyor. O yüzden Önder Apo Simon de Beauvoir’in sözüne çok kez atıfta bulunuyor; “Kadın doğulmaz, kadın olunur” diye. Oysa insan olmak ve her insanın insan olmaktan kaynaklı oluşan düşünce biçimine, zihniyetine, kültürüne, duygularına vb. sahip olması doğal olandır. Kadın erkek arasındaki farklılıktan kaynaklı gelişen işbölümü, yine başka farklılaşmalar hiçbir zaman egemenlik veya kölelik gerekçesi olamaz. Bunu ancak kastik katilin aklı ortaya çıkarabilir. Kadın ve erkeği karşıt hale getiren bu akıldır.
Erkek kendini tanrısal, egemen, devlet, iktidar, güç, vb. olarak örgütledikten sonra kadının da kendini savunma ve özgürlük mücadelesi adına içine girdiği ayrıştırıcı, tutucu durumlar tabi ki toplumsal sorunun devamını göstermektedir. Düzeltici değil karşıtını yaratan tarzdır. Feminist hareketlerde bu biraz yaşandı. Önder Apo feminizm kelimesini de kadıncılık anlamı nedeniyle kabul etmedi. Kadınlığın karşıtı erkekçilik olur dedi. Yani kadının rolü; birleştiren ve toplumsallığı, insanlığı geliştiren bir teori ve mücadele gerçeğini esas almak olmalıdır. Bu anlamda Önderliğin bahsettiği kadına özgü siyasi alan, erkeğe özgü siyasi alan, kadın veya erkek dini gibi durumlar erkek egemen sistemin toplumu parçalaması ve kadını köleleştirmesiyle gelişen durumlardır. Bu saldırılar kadında da kendine ait sistem, ideoloji, din, ekol vb. durumları yaratmaya götürmüştür. Önder Apo kadın kurtuluş ideolojisini de ilan ederken bir sosyal ideoloji olarak tanımladı. Önder Apo ideal olana vurgu yapıyor. Kadın zihniyeti ve örgütlenmesinin esasta komünü yaratan güç olarak yine komün ve toplumsallık eksenli olması gerektiğini ifade ediyor.
Kadın hareketi olarak bizim kadın sorunu ve kadın gerçeğine yaklaşımımız, kadın özgürlüğünün toplumsal özgürlükle bağının kopamayacağı, komünün kadınla başlayan bir toplumsallaşma sürecinin örgütlenmesi olduğudur. Yani kadının özgürleşmesi ile toplumsal özgürlüğe gitmeyi hedefliyoruz. En alttaki, ilk köleleşen, ezilen, ilk sömürülen ve bugün de sistemin kendi varlığını üzerinden geliştirdiği bu kimliği özgürleştirmeye ve bu çelişkiyi çözümlemeye çalışıyoruz. Ne kadının üstün ve egemen olacağı ne erkeğin kadını ve toplumu köleleştireceği, kendini tanrısallaştırdığı bir gerçeği kabul etmiyoruz. Bunların varlığı ve devamı elbette toplumsal sorunun varlığını göstermektedir. O yüzden amacımız bugün ayrışan ve erkek aklı olarak ortaya çıkan, insanlığı yakıp yıkan bu gerçeğin alternatifini toplumsal akıl, özgürlük aklı olarak inşa etmektir. Erkek egemenliğinin kadını köleleştirmeye, tecavüz kültürüne dayalı ideolojik hegemonyası ortadan kalkıncaya kadar kadının da kendini özgün olarak örgütlemesi, kendi mücadele alanlarını geliştirmesi, kurtuluş ideolojisini ve bunun siyasetini belirlemesi kadar doğal bir şey yoktur. Fakat felsefemiz salt kadın cinsini özgürleştirme ya da kadını ayrıcalıklı, üstün hale getirme değil ortak yaşamı inşa, özgür eş yaşamı geliştirme, insan olmanın doğasını ortaya çıkarma ve birleştirici, yapay olarak oluşturulan karşıtlıkları aşma üzerinedir.
Önder Apo “Kürtler orta beyin aşamasında düşünür. Tamamen duygusal düşünme biçimi.” demektedir. Orta beyin, insan anatomisinde biraz farklı tanımlanmaktadır. Beyin sapının bir bölümü olarak tanımlanıyor. İnsandaki orta beyin en eski, ilkel hayvanlarla benzerlik taşımaktadır. Merkezi sinir sistemi, görme, işitme gibi temel işlevlerin yerine getirilmesinden sorumludur. Bu anlamda ilkel beyindir. Elbette anatomi, beynin yapısı ile ilgili bilimsel çalışmalar yapanlar bunları daha ayrıntılı incelemiştir, bu kaynaklardan faydalanılabilir. Çünkü insanın kendini tanımasının bir yanı da biyolojik yapısını da tanıması ve davranışlar üzerindeki etkilerini ve kaynaklarını da bilmesidir. Bu anlamda en fazla tanımamız gereken de beyin yapısı ve beynin çalışma prensibidir. Evrimsel gelişme ile birlikte birçok aşamadan geçen ve insanda analitik düşünce ve zihniyet üretecek düzeye ulaşan bir beyinsel gelişmeden bahsediyoruz. İnsan dışındaki canlıların beyinleri ve düşünme tarzları üzerine de araştırmalar yoğundur. Bu anlamda tek düşünen canlının insan olmadığı iddia ediliyor. Ama diğer canlılarla insanın düşünmesi arasındaki fark önemlidir. Esas olan milyonlarca yıl geçmişi olan beynin evrimsel gelişimini daha iyi tanımamız gerektiğidir. Bu şekliyle insan beyni kendinden önceki beyin gelişim aşamalarını da içinde barındırmaktadır. Canlılığın ilkel beyni de analitik düşünen gelişmiş son aşaması da insanda mevcuttur. Birbiri ile koordineli çalıştıkları kadar kendi bağımsız çalışma sistemleri de var. Bunların temelde uyumlu çalışmasını sağlamaktan yani duygusal ile analitik zekanın uyumlu ve ortak çalışmasından Önder Apo çokça bahsediyordu. İlk beyin canlı yaşamının ve biyolojik varlığın devamını sağlayan beyindir. Sonraki aşamalarda farklı katmanlar ilk beyine bağlı olarak gelişiyor. İnsanda başka bir aşamaya, soyut düşünce geliştirme ve zihniyet oluşturmaya kadar ulaştığı görülüyor. Bu konuda çok fazla çalışmalar vardır.
Önderliğin, Kürtler için orta beyinle düşünme olarak tanımladığı durum, duygusal zekanın önde olduğu ve analitik aklın çok fazla hakim hale gelmediği şeklindeki düşünce tarzıdır. Aslında kendi olarak varolmayan, düşünemeyen, kendini inkar etmiş, varlığıyla barışık olmayan ve sömürgeciliğin etkisi altında şekillenmiş tüm toplumlarda zihniyette parçalanma, çarpılma ve duygu ile düşünce uyumunda sorun gelişir. Kendi kültürel ve toplumsal genlerinden gelen temel düşünce tarzı ile dayatılan arasındaki çelişki kişilikte yarılma ve parçalanmayı yaratır. Bu en başta analitik ve duygusal beyinin uyumlu çalışmasını etkiler ve bunda parçalılık, çatışma, çelişki açığa çıkarır. Kürt toplumunda bu etkiler çok daha derin ele alınmalıdır. Çünkü Önderliğin Kürt toplumuna dair tanımları var. Bu gerçeklik sömürgecilikten de öte bir tanıma kavuşmalı. Sebepleri daha derin ele alınmalıdır.
Düşünme tarzı yüzünden, tarihte çakılı kalmış Kürt insanı duygusal, tepkisel, dar ve dönemseldir. Stratejik düşünme, analiz yapma ve buna göre yaşamına yön verme yerine, alışkanlıkların duyguların, hatta güdülerin yoğun etkisi altındadır. Soykırıma karşı soy sürdürme güdüsü derin bir ailecilik ve cinsellikte saplanmayı getirmiştir. Doğru bir aşk ve sevgi anlayışı bile gelişmemiştir. Aşkın gelişme zemini olmamıştır. Toplumsal gerçekliğimiz öyle bir durumdadır ki aşkın zemini ve aşkı yaşayacak özgür bireyler yoktur. Kürtlük sürekli saldırı altında olduğu için bütün Kürt destanları kavuşamayan, aşkı yaşayamayan gençlerin hikayeleri üzerine kuruludur. Çünkü Kürt bilgeliği aşkın nasıl yok edildiğinin, zemininin nasıl kurutulduğunun farkındadır. Özgür olmayanın aşkının olmayacağını ve başarıyı yaratamayanın bir kadının yüzüne bile bakamayacağını bu destanlarda görüyoruz. Önder Apo Derweş ve Adule destanını, oradaki şart kahvesini özelde erkek yoldaşlar için sevginin, kadınla yaşamanın ve aşkın ölçüsü olarak koymaktadır. Yani aşk komünal işleri başarmayı ve özgürlük uğruna savaşacak cesareti gerektirir.
PAJK Koordinasyonu


