Beni ben yapan ya da yapacak olan mücadelemin önündeki bütün engelleri kaldırmalıyım. Önderliği anlamak hissetmek için neler yaptığımı ya da ne düzeyde kendimi zorladığımı biliyorum.

Bir kış boyunca nasıl hayaller kurduğumu, baharı ve heyecanlı beklediğimi ben bilirim. Önderliği anlama çabası, ona yoldaş olma çabası, onu uygulama çabası her militanın görevidir.  Bu reddedilmiyor. Önderlik ideolojisiyle donanma, buna göre devrimci bir yaşam yürütme bu da reddedilmiyor.  Örgütsel boyutta her şey nettir, keskindir.  Duyguları, zayıflıkları, eksik kalmış yönleri olan canlılarız. Geldiğimden beri çok duyuyorum. Her arkadaş kendi ayakları üzerinde durabilmeli, evet bu kesinlikle olmalıdır. Ama bunun aşamaları var. Hele ki bu temelde yani çocukluktan gelme bir şey ise bunun olabilmesi için bazı gerekler vardır. Destek gibi, inanç gibi, güven ve maneviyat gibi. Her zaman kendi ayaklarının üzerinde duramaz hiçbir canlı, mutlaka dışardan bir yardım gerekir. Hatta şarttır. Hata doğanın ve toplumsallığın bir gereğidir. Biz bunu yoldaşlık bağı ile oluşturan insanlarız. Kendini bil, kendini oluştur, kendini tanı felsefesi belki de bu temelde çok anlamlıdır. Önderliği anladıkça bunun gelişeceğini, anlayıp uyguladıkça bulabileceğimi düşünüyorum.  Tabii kendimi yaratmalıyım her şeyden önce, onun için beni var eden duygular ve düşünceler var, beni ben yapan ya da yapacak olan mücadelem önündeki bütün engelleri kaldırmalıyım. Onun için "nasıl yaşamalı?" sorusunun cevabını, yaşamını kendimde var edebilmeliyim. Bütün kötülükleri bir daha dirilmeyecek biçimde yok edebilmeliyim. Ve yasını tutmamalıyım. En gizli ve cesaretli soruları sormalı ve cevabını bulmadan, yaratmadan rahat yatmamalıyım. Kendi yaşamımı yaratmalıyım, başkalarının bana sunduğu yaşamı yaşamak yerine özgürlük ölçüleri üzerine bir yaşamın sahibi olmalı ve insanlara sunmalıyım. Bana has olan bir şeyler olmalı.

Toprağa Bahar Geldi

Zamanın çığlığıdır bahar. Zaman bahar mevsiminde alabildiğine açıyor kanatlarını. Uykudan uyanan bir bebeğin yaşam güdüsüyle nefes alıyor. Tutku ile aşk ile… aşk olmasaydı kapkara toprağın içinde, teninde nasıl rengarenk çiçekler bir çığlık gibi yükselir gökyüzüne. Tomurcukların patlaması ardından o patlayışı tamamlayan çığlıktır işte çiçekteki. Kara topraktan doğan kırmızının özgürlüğünü ilan etmesidir. Mavinin aynı özden geldiği göğe doğru bir nefes alışı ve hızla yükselmeye yeltenişidir. Sarının güneş olma, güneşe benzeme istemidir. Her bir çiçek çığlık güneşe ulaşmanın ve baharı kendi çığlıklarında müjdeleme kıvancını yaşamaktadır. Rüzgarla taşınanların çiçeklerin kokuları sanıyoruz, oysa rüzgârın taşıdığı çoğalmanın, çeşitlenmenin müjdesidir. Gerilla bu doğanın evren açılmasını kendisinde gerçekleştirircesine dokunur zamana. Zamanın içerisinde geziniyorum, geçmiş oluyorum, gelecek oluyorum. Adımlıyorum tek tek tarihin tüm evrelerini. Bazen bir kalemle bazen de bir çizimle yine de tarihe not düşüyorum böylelikle. Çıkmaz zaman, çıkmaz sokak gibi. Özgülüğümüze bedel olacak başka güzellikleri düşünüyorum. Bir yandan baharın güzelliği bir yandan böylesi sorgulamalar ve hayattan hesap soruşla baş başayım.

Hayatın çıkmazındayım, çıkmaz sokaklar dünyasında. Yalancı ve kurnaz erkeğin pazarındayım, yarınım satılmakta. Bakamıyorum geleceğe, geçmişime sevdalıyken. Özüme dönmek istiyorum. Tanrıçalar zamanına. Anlama erdemliliğine ulaşmıştım tanrıçalarımın gözlerinde, özgürlük sunardım bereketimle. Onların gülüşü benim ruhumdu. Ruhsuzların dünyasında onlardan ayrı kaldım. Güneşimi aldılar, özgürlüğümü pazarladılar, kadını, ana tanrıçayı susturdular. Hepsini kendimizi, kadın olmanın güzelliğini unutmamız için yaptılar. Susmadı hiçbir şey, sessiz çığlıklar gökyüzünden mermi gibi yağıyor kulaklarıma. Oysa zalimler kendilerinden başka kimseyi dinlemediler, kulaklarını tüm çığlıklara kapattılar.

Gün gelecek devran dönecek, kadınlar yine yaşamın merkezinde olacaklar. Canı canandan ayırmayacaklar. Her yanı cennetin güzelliği saracak. Bütün günlere kutsallık atfedilecek. İnsanlar yine huzurlu bir şekilde topraklarında yaşamı yaratacaklar.

Doğa ana yine türkülerini söyleyecek çocuklarına. Türküleriyle yaşama can katacak, insana huzur dağıtacak.

 

Mavi

Bu rengi seviyorum, çocukluğumdan beri seviyorum. Sanırım masumiyetin de ifadesidir. Gökyüzünü, denizi, dağları her şeyin mavinin olma her şeyin hissi, gizi güzledir. Bu kadar sevmemin sebebini bilmesem de ona kattığım anlam yüklediğim anlam belki de beni maviye çekiyordur. Yeşillikte öyle, kızıllık belki de veyahut sarı hepsi hemen hemen hepsi doğada ki gücün ifadesidir. Biz bu doğadan var olduk, bu doğa bizleri doğurdu, besledi, büyüttü, kendini yeniden var etmek için ölümü yarattı. Biz bu Güneş’in, bu ateşin çocukları olarak yetiştik ve hala da yetişiyoruz. Bizler güneşin ve ateşin çocuklarıyız. Yani aydınlığın, güzelliğin çocuklarıyız. Bu güzelliği savunmak özgürlüğü yaratmaktır. Bizler de özgürlüğü yaratmak için ne bedel gerekiyorsa vermeye hazırız. Kürdistan bizler için bir aşktır ve biz bu aşk için sonsuza kadar savaşacağız. Aşk sadakat ister diyordu Önderlik. Bende bu sadakatle bağlıyım ülkeme ve o yüzden ülkem uğruna savaşacağım.  Dağlarda konu ne olursa olsun, yazdığımız, söylediğimiz ne olursa olsun, ifade etmeye çalıştığımız ne olursa olsun Önderlikle bir oluyor, son tanımını, son ifadesini muhakkak Önderlikle bir bağı oluyor. O kadar evrenselleştirmiş, o kadar hepimiz olmuş ki Önderlik, onun olmadığı bir doğa tanımı, bir yaşam tanımı, bir savaş tanımı olamaz. Başkası için olsa da bizler için olamaz. Belki de bu yüzdendir; “Be Serok Jiyan Nabe” deyişimiz. Anlamında bu tılsım gizlidir belki de. Çünkü yaşam onunla var, onunla var oluyor, onunla güzel oluyor. O varsa, onun yarattığı felsefi yaşam tarzı varsa, onun yarattığı ve şehitlerin büyüttüğü değerler varsa yaşam vardır ve güzeldir. Hatta uğrunda ölümlere gittiğimiz bu yaşamdır. Bunları ifade etmek bile eskiden bir bedeldi kadınlar için ama şimdi bu dağlara özgürce kalemi elime alıp, yazıyorum duygu ve düşüncelerimi. Korkmadan, cesurca maviliği sevdiğimi bunun özgürlüğü ifade ettiğini yazıyorum ve bu bana yetiyor. Bunu doğa ana öğretiyor, doğada ki varoluş sancısı öğretiyor, Güneşin özgürlüğü için verdiğimiz dava gerçekliği öğretiyor, ateşin kurtuluşunu sağlamak için verdiğimiz kavga öğretiyor.  O yüzden hep doğada kalmak istiyorum, renklerle kalmak istiyorum. Haftanin’e ilk gelişimle başlamadı bu doğa sevgisi, çok önceden de vardı ama Haftanin bunun en güzel yanı oldu.  Yüksek uçurumlara gidiyorum. Açıyorum kollarımı, bırakıyorum kendimi bulutlara, yağmur damlası olarak düşüyorum akarsulara, derelere, denizlere. Dolaşıyorum tüm doğayı. Kuşlarla denizdeki dalgalar gibi yüksek dağların eteklerinde yukarıdan aşağıya doğru koşturuyoruz. Ve içimden değil, sesimin alabildiği kadar bir bağırışla bağırıyorum.   Seni seviyorum ey yaşam!