Uygarlık tarihi ile beraber kadının kaybedişi ve kayboluşunun tarihi başlar. Evlere hapsedilen, evin kölesi haline getirilen ve mülk konusu yapılan kadın sadece çocuk doğurmakla yükümlü kılınmıştır.
Yaşamda varlığını sadece bu nokta üzerinden devam ettirme şansı verilmiştir. Kafese kapatılan, ufku daraltılan, ona eksik bir canlı olduğu kabul ettirilip, erkeğe dayanmadan bir yaşam yaşanmayacağına inanacak kadar da düşürülmüştür. Bütün duyguları sömürülmüş, sindirilmiş bir kadın gerçeği açığa çıkarılmıştır. Ona verilen rolleri sonuna kadar özümseyerek, başka bir yaşamın mümkün olmadığı noktasında da inandırılmıştır. Kapitalist modernite kadın şahsında bütün bir toplumu kırımdan geçirmektedir. Yaşam adı altında yaşamı, özgürlük adı altında da özgürlüğün içi tamamen boşaltır. Kapitalist modernite baştan sona erkek aklı ile örülmüş bir iktidar aygıtıdır. Modernite kadın şahsında tüm topluma kendisini sahte, yapay, insanlık değerlerinden uzak bir yaşam olarak sunar. Öyle ki insanları bu sahte yaşam içerisinde uyuşturur, iradesizleştirir, düşünemez ve üretemez hale getirir. İnsan ilişkilerinden tut, yaşamın her anında sadece tüketim esastır. Ne kadar tüketirsen o kadar özgürsündür. Düşünsel ve ruhsal anlamda tüm dünyası parçalanan kadın fiziki olarak da bir kırıma uğrar. Kadın üzerinde ciddi operasyonlar yürütür. Bu egemen erkek kültürü erkek egemen aklın ürünü olduğu gibi, erkek aklını yüceleştiren kadın aklını ise küçümseyen, cüceleştiren bir kültürdür. Bu kültürde akıl ve düşünce erkeğe ait olduğu gibi, akıllı kadın da erkek gibi düşünen, düşüncede, konuşmada, duruşunda, erkeğin beğenilerine göre olan, erkeğin kuklası olan kadındır. Neyi nerde nasıl kaybettiğinin bile farkında değildir kadın. Sadece boyun eğen bir kadın olmayı normal ve doğal olan bilir, öyle hareket eder. Tanrıça kültüründen gelen ve şuan metaların kraliçesine dönen kadının hikâyesi iyi anlaşılmalıdır. Kadını en zavallı duruma getirir ve bundan mutluluk duyar. Kadındaki kendine güvensizlik halinden olabildiğince haz alır. Böylece kadını istediği aşamalardan çok daha rahat geçirir. Kadının zihniyetini yanlış kodlamalarla alt üst eder. Erkeğe sonuna kadar kadını öldürme hakkı tanır. Kısacası kapitalizm insanı büyütmez, insanın cüceleşmesinden beslenir. Hapsedilen Kadın Gerçeği Kadın, kapitalist uygarlıkta en ince ve öldürücü meta haline getirilmiştir. Saçından tut, tırnak ucuna kadar metadır artık. Bütün her şeyi ile pazara sunulur. Öyle ki kadının sunulmadığı hiçbir alan, konu kalmamıştır. İşin en tehlikeli ve korkunç yanı ise kadının bu durumu özgürlük olarak algılar hale gelmesidir ve bu sistemin en büyük savunucularından birine dönüşmesidir. Her şeyin pazara sunulduğu, alınıp satıldığı kar amaçlı kullanıldığı sistemin adıdır kapitalizm. Bu sistemde saldırı yoğun ve ince hesaplı yapılır ve böylece bireyin bırakalım düşünmesi, nefes alışı dahi zor bir hale gelir. Ruha, duygulara, güdülere hükmeden sistem gerçeği kendini bu şekilde güvenceye almak istemektedir. Hiçbir süreçte kadın cinselliği kapitalizmde olduğu kadar kullanılmamıştır. Her alanda kadın bedeni etkili bir şekilde kullanılır. Sıradan bir reklamda bile kadının çıplak bedeni kullanılır. Bu yolla ilgi arttırılmaya ve satışların yükseltilmesi amaçlanır. Başkaları tarafından beğenilmek kadının önüne konulur. Kapitalist sistem kadının tüm fiziksel ölçülerini belirler ve sistemin hizmetine sunar. Saçının ne renk olması gerektiğine, hangi kıyafetleri giyinirse daha güzel ve alımlı olacağına, konuşmasından tut yürüyüşüne kadar, her şeyi o belirler ve kadında bunun uygulayıcısı olur. Kadının bedeni aynı zamanda estetik cerrahinin kullanım alanı haline getirilerek sözüm ona çekiciliğini koruması sağlanır. Binlerce güzellik operasyonundan geçen kadının güzellik anlayışı tamamen çarpık ve sakattır. Beğeni ölçüleri sistem tarafından belirlendiği için olması gereken kadın tipi olarak da bilinçaltına yerleştirilir. Kadın nereye baksa bu saldırıya maruz bırakılır. Zihinlerde bir kadın gerçeği oluşturulur ve herkes bu oluşturulan kadına tapar. Sistem kendini kadın gerçeği üzerinden ifade etmeye çalışır. Kadının kendinde İçselleştirdiği bu kölelik onu bir bütün olarak reflekssiz bırakılarak felç olduğu bir gerçeğe dönüşür. İnsana, özgürlük ahlakına, vicdana, güzel olan bütün değerlere karşıt olan Kapitalist modernite kadın şahsında toplumu da insanlıktan düşürür. Kadının emeği başta da ev emeği en ucuz iş gücü olarak ele alınır ve kadın sürekli erkeğe muhtaç bir yaşam sürmeye muhtaç kılınır. Çocuk bakan, ev işleri ile uğraşan, bütün yaşamı çekip çeviren olmasına rağmen bu emeği asla görülmez ve bir değer biçilmez. Kadının doğal görevidir ve varlık amacı da zaten hizmettir. Ekonominin yaratıcısı kadın olmasına rağmen öyle bir hale düşürülmüştür ki erkeğe bağımlı yaşamak zorunda bırakılmıştır. Ona sunulan dünya budur ve bunun ötesine geçiş hakkı hiçbir şekilde yoktur. Kaderine razı olmalıdır, var olana şükretmelidir. Erkek de kadın üzerinde her türlü hâkimiyeti geliştirme hakkına sahiptir. Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemelidir. Onun bütün istemlerini koşulsuz ve şartsız yerine getirmelidir. Kadın her anlamıyla erkeğin malıdır. Sonuç olarak ortaya kendine yetmeyen, sorunlarını çözemeyen, iradesizleştirilmiş, güçsüzleştirilmiş, katiline muhtaç hale getirilmiş bir kadın gerçeği çıkar. Kadının erkeğe ömür boyu sadakat ile bağlı olmasının gerekli zemini yaratılır ve bu zemin sürekli canlı tutulmaya çalışılır. Kapitalist modernite de diğer değerlendirilmesi gereken nokta özgürlük adına toplumsallıktan kaçışın alabildiğine derinleştirilmesidir. Günü birlik yaşamak ve sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak bireye ve topluma kabul ettirilir. Her geçen gün bireycilik ön plana çıkarılır. Kendi toplumsallığını kemiren insan gerçeğine yol açarak insanı kendi varlığına ve hakikatine karşıt hale getirir. Birey özgürlükleri adına her şey mümkündür. Ruha, duygulara, güdülere hükmederek kendini bu biçimde güvenceye almaya çalışır. Bütün insan ilişkileri günübirliktir, bencilliğin çirkinliği ile çevrilidir. Herkes sadece kendisi için yaşar, önemli olan anı yaşamaktır. Toplumsallığın bitirilmesi için her şey yapılır. Birey her şeydir ve bireyden önemli hiçbir şey yoktur. Bir yandan da modern-özgür kadın modelini yaratır. Bu kadın istediğini giymeyi, istediği yere gitmeyi, her gün yeni bir ilişki yaşamayı özgürlük sanır. Sınırları kaldırdığını sanır. Evet sınırlar kalkmıştır ama kalkan sınırlar ahlakın, toplumsallığın, etik ve estetiğin sınırlarıdır. İnsanın çürümesine yol aldıran adımlar böyle başlar. Kadın anlamsızlıkların dünyasına mahkûm bir hale gelir. Bu kadının hiçbir şeyi doğal ve normal değildir artık. O sistemin yarattığı yapay kadındır. Sade olma şansı tanınmayan kompleksli kadındır. Başkalarının beğeni ölçülerine göre kendini yapılandıran, kendine ait olamayan kadındır. Beğenilmek ise kadının yaşamındaki en önemli noktalardan biri olmuştur. Kadının zekâsı sadece güzelliğini korumaya dönük işlemeye başlamıştır. Zaten kadın bedeni üzerinde belirlenen güzellik ölçüleri vardır. Bunun dışındaki kadın güzel olmayan kadındır. Kapitalist modernite sisteminde toplum derin bir ahlaki çöküntüye ve etik değerlerden kopuk bireyler dünyasının içine terk edildikçe renksiz, donuk, yaşamın güzelliklerinden uzak zihniyet daha fazla derinleşmektedir. Kadın köleliğiyle birlikte çirkinleşen kadın kadar erkek ve bir bütün olarak toplum da çirkinleşmektir. Kadın her açıdan ötekileştirilen bir varlık konumuna getirilmiş, erkeğin bir gölgesi, uzantısı, malı, mülkü haline getirilen kadın, en son olarak da Kapitalist modernite çağında tam bir meta haline dönüştürülmüştür. Metalaştırılan bir varlık ise her türlü kullanıma açık bir nesnedir, her yerine ayrı bir fiyat biçilen bir eşyadır. Kendisini özgürlükçü bir toplum olarak sunan Kapitalist modernite yarattığı kölelik sistemiyle tüm toplumu gönüllü köleler ordusuna çevirmektedir. Toplumu özgürlükten yoksun, özgürlük hayalleri ve ufukları dar yığınlara çevirerek kendisini devam ettirmektedir ve varlığını bu şekilde büyüterek korumaktadır. Kapitalist modernitenin özgürlüğü sahtedir, özgürlüğün içi boşaltılmıştır. Hazineler Kaybedildiği Yerde Aranır Rêber APO’nun önemli belirlemelerinden biri olan "Hazineler kaybedildiği yerde aranır" sözü tamamen kadının tarihteki kayıp zamanlarını ifade eder. Aynı zamanda da kadını kaybettiği yerde, yeniden özgürlük arayışına ve mücadelesine teşvik eder. Kadına asıl olan özgür yaşamın kapılarını aralar. Yaşamın kendisi olabilmek için her anlamda kendini yeniden değişim ve dönüşüme tabi tutması en önemli noktalardandır ve hakikat olarak da karşımızda durmaktadır. Bunu da mücadele ve örgütlü güç olarak başarabilir. Kendi yaratanı olabilmek, kendi kendini değişime dönüşüme tabi tutmak kadının kendisine ait olmasını sağlayacaktır. Bu da toplumsal ahlakın yeniden gelişmesi ve bununla birlikte yaşamı güzelleştirmesi, yani özgürleşmesiyle toplumun da özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Toplumun en küçük ve en değersiz parçası olarak görülen kadının, sistemin hiçleştirme, sıradanlaştırma, basitleştirme ve değersizleştirmesine karşı kendisini bilinçle eğitmesi ve bilinçle özgür yaşamı yaratmaya önem vermesi ve yöntem olarak da Jineolojiyi esas alması yaşamındaki en önemli noktalardan biri olacaktır. Kadının kendisini kadın bilimi ile ele alması, mücadeleyi büyütmesi, örgütlü hareket etmesi tüm baş aşağı giden değerlerin tekrardan kazanılmasına yol açacaktır.


