Ortadoğu da cadı avları olmamıştır. Bu gün hala şifacı, ebe kadınlar yaşamaktadır. Ama burada da başka mekanizmaların işlediği kesin. Fariba Zarinebaf Shahr “Müslüman kadınların tarihi üzerine yapılan araştırmalar son zamanlara kadar sınırlı olmuştur.

Bu sınırlılık temelde kadınların tarihi üzerine olan kaynakların azlığından kaynaklansa da ayrıca bu Orta Doğu hakkındaki oryantalist önyargılardan da kaynaklanmıştır (1996: 81).’’ 1400 yıllık İslam tarihi boyunca, İslam devletinin en yüce makamları sayılan halifelik ve imamlık erkeklerin tekelinde kalmış. (Arapçada bu iki sözcük eril.) İslam’ın ilk yıllarında, Muhammed’in eğitim-öğretim için kadınlara ayrıca zaman ayırdığı, durumu müsait olan kadınların, Cuma ve bayram namazı da dahil olmak üzere bütün namazlara katıldıkları, Müslüman kadınların Muhammed’in evine giderek onunla sohbet ettikleri, kadınların Muhammed’le çok rahat konuştukları ve çokça soru sordukları, kamu hizmetlerinde görev aldıkları, savaşlarda tıbbi hizmetler, lojistik destek ve çarpışmaya katılma gibi aktif görevlerde bulundukları rivayet edilmektedir. Muhammed’in kadınların güzel kokularla ve güzel giysilerle camiye gelmesini istemediğine dair hadisler var. Ünlü hadisçi Buhari’nin (ö. 870) Kitabü’l Cuma adlı eserinde şöyle bir hadis görürüz: “Allah’ın mescitlerini Allah’ın kadınlarına yasaklamayın.” Ondan yaklaşık yarım asır sonra, Kütüb-ü Sitte denilen altı önemli hadis mecmuasının beşincisinin müellifi olan İmam Nesâî (ö. 916), kadınların camide nerede duracaklarını, kadın ve erkek cemaatin yoğunluk oranlarını ve aralarındaki uzaklıkları tayin etmeye çalışacaktır. Ondan üç asır sonra ise Hanbeli İmam El-Cevzi (ö. 1200) kadınlara evlerinde namazlarını kılmalarını söyler.

  1. yüzyıl düşünürü İbn-i Rüşd bu konuda asırlarca süren tartışmaları şöyle özetler: “Kadının erkek cemaate namazda imamlık etmesi üzerine görüşler çok çeşitli, hatta bazıları kadın cemaate bile imamlık etmesine karşı (…) Şafii, kadınların kadın cemaate namaz kıldırmasına cevaz verirken, Malik yasaklıyor. Ebu Tavr ve Tabari’ye göre kadının iki cemaate de imamlık etmesine izin var. Yine de çoğunluğun üzerinde vardıkları anlaşmaya göre kadının erkek cemaate namaz kıldırması yasaklanıyor.” 14. yüzyılın ünlü seyyahı İbn-i Batuta İran seyahatinde şahit olduklarını şöyle anlatır: “Şiraz halkı iyi, dindar ve iffetli insanlar ve özellikle bu konumdaki kadınların sayısı çok daha fazla. Potin giyip, hırka ve peçe takarak dışarı çıkıyorlar… En şaşırtıcı yönleri de her pazartesi, perşembe ve cuma günleri vaaz dinlemek için büyük camide bir araya gelmeleri. Çoğu kez bin-iki bin kadın bir araya geliyor (…) Başka hiçbir yerde bu kadar çok kadın cemaate rastlamadım.”

Kuran’da adı geçen kadınlar Havva: Hadis külliyatında ve İslam kıssalarında Havva olumsuz bir figürdür. Kuran’da yasak meyvanın yenmesinde tek sorumlu Adem’ken, hadislerde Adem’i ayartan kişi olarak tarif edilir. Züleyha: Yusuf’u büyüten Mısırlı Aziz’in karısının (adının Züleyha olduğunu biliriz ama Kuran’da adı geçmez), Firavun’un karısının (adı Asiye’dir ama Kuran’da geçmez), Aziz’in karısı (Züleyha), hadis geleneğinde olumsuz bir figürdür. İddiaya göre Züleyha, Yusuf erişkinliğe erdiğinde onu baştan çıkarmaya (fuhuşa itmeye) çalışmış, ama Yusuf buna başarıyla direnmiştir. Saba Melikesi Belkıs: Hikâyenin asıl mesajı son derece büyük bir siyasi güce sahip olan Belkıs’ın sonunda kocası Süleyman’a ve Allah’a teslim olmasıyla, siyasal iktidarın kadından erkeğe devridir ki bu konu üzerinde pek konuşulmamıştır. Meryem: Harun’un kızkardeşi Meryem’dir. Öyle ki Tevrat ve İncil’de bile Meryem’e bu kadar yer ayrılmamıştır. Ancak anlatılan kadının Musa’dan 1000 yıl sonra yaşamış olduğu varsayılan İsa’nın annesi Meryem olduğu anlaşılır. Bir hadise göre: "Cennetlik kadınların en üstünleri Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Firavun'un zevcesi, Müzahim'in kızı Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir." Bazı İslam ilahiyatçıları Meryem’i, İsak ve Musa’nın annesi Sara ve Firavun’un karısı Asiye ile birlikte peygamber sayarlar. Çünkü bu üç kadın da Allah’ın meleklerinden bazı işaretler almışlardır. Kuran’da ayrıca Nuh’un, Lut’un ve İbrahim’in karılarından da adı verilmeden (ve olumsuz bağlamda) söz edilir. Ayrıca Peygamberin karılarından Zeynep, Ayşe (Aişe) ve Ümmü Salama da Kuran’da dolaylı olarak (ve çoğunlukla kıskançlık, başkasının malına göz dikme gibi negatif bağlamda) yer alır. Hatice Hadis külliyatında olumlu biçimde ele alınan başarılı bir tüccar. Muhammed’in sırdaşı, Muhammed’in bu dünyadaki kutsal görevinin ne olduğunu ilk öğrenen, yüzü kıbleye dönen ilk kadın Hafsa: Kuran’ın ayetlerinin yazılı olduğu çeşitli malzemeleri evinde saklayan Ömer’in kızı, ilk Müslüman kadınlardan Ümmü Varaka, Şii hadis külliyatında Peygamberin kızı, Ali’nin karısı Fatma’dır. Ayrıca 20’ye yakın kadın hadis nakledici olarak anılır. İslam tarihinde bazen olumlu (Peygamberin en gözde eşi olduğu için, Peygamberin ölüm yolculuğunda ona eşlik ettiği için), bazen olumsuz (Ali ve Muaviye çatışmasındaki kışkırtıcı rolü yüzünden) ele alınan figür ise Ayşe’dir. Öyle ki Ayşe’nin adı Şii geleneğinde ‘fitne’’ ile özdeşleşmiştir. İslam Toplumlarında Kadınların Siyasetteki Yeri “Halifelik” ve “imamlık” eril kelimeler olsa da “sultan” ve “melik” kelimelerinin pek çok dilde dişil karşılıkları var. Yani bu makamlar İslam ülkelerinde konuşulan diller açısından kadınlara açık görünüyor. Peki bu pratiğe geçmiş mi? İslam dünyasında siyasi egemenliğin iki temel ölçütü var: Cuma hutbelerinde adın okunması ve adına para basılması. Müslüman kadınların siyasete giriş süreci kademeli olmuş. Önce devleti perde arkasından yönetmeyi denemişler. Bu konuda ilk örnekler, Tabari’nin (ö. 923) hikâyesini anlattığı iki cariye; Emevi Halifesi II. Yezid’in gözdesi Habibe (yıl 720) ile Abbasi Halifesi El Mehdi’nin eşi Hazeyran (yıl775). 150 yıl sonra (930 yılında) karşımıza yine güçlü bir kadın çıkıyor: Abbasi Halifesi El Mukter’in annesi Şahab, 13 yaşındaki oğlunun hilafetine naiblik yapmış. 961-976 arasında Endülüs Emevilerinin Halifesi El Hakim El Müstansir’in karısı Sabah da, kocasının ölümünden sonra oğlunun naibi olarak 20 yıl boyunca Kordoba Hilafetini yürütmüş. İslam tarihçileri, Hıristiyan kökenli olan Sabah’ı, Kanuni’nin eşi Hürrem gibi ‘entrikacı’ biri olarak tasvir ediyor. Gerçeğin ne olduğunu Allah bilir! Fatımi hilafetinde bir kadın: İktidarı doğrudan elinde tutan ilk Müslüman kadın, 1020 yılında Kahire’deki sarayında, bir sabah uyanıp tanrı olduğunu ilan eden Fatimilerin 6. Halifesi Hekim Biemrullah’ın esrarlı yok oluşundan sonra Halifelik makamına oturan ablası Sittü’l-Mülk. 14-15. Yüzyıl tarihçisi El Makrisi’ye göre ruh sağlığı bozuk olan El Hekim halkına yaptığı çeşitli zulümler bir yana, kadınların cismini dahi görmek istemezmiş. Bunun için önce geceleri sokağa çıkmalarını yasaklamış, sonra gülmelerini, ağlamalarını yasaklamış, kunduracıların kadın ayakkabısı yapmalarını yasaklamış, kadınlara has hamamları yasaklamış… Nihayet kadınların gündüz bile sokağa çıkmalarını yasaklamış. Makrisi, El Hekim’in sonunu bu bitmez tükenmez baskıların ve elbette tanrılık iddiasının getirdiğini söylese de, bazı tarihçilere göre sonu ablası Sitt’ül-Mülk’ün elinden olmuşa benziyormuş. ‘Devlete Hükmeden Hanım’ın iktidarı kısa sürmüş, ama olayın etkileri günümüze kadar gelmiş. Nedir bu etki derseniz, El Hekim’in bir gece ansızın ortadan kayboluşunu kabul etmeyenler İsmailiye mezhebinin mensupları günümüzde Dürziler diye anılıyorlar ve Cebel Lübnan’da El Hekim’in dönüşünü bekliyorlar. Yemen’in ‘hür’ kadınları Yemen’de hüküm süren Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı Süleyhi hanedanından Esma (ö. 1087) yıllarca iktidarı kocası Ali Süleyhi ile paylaşmış. Sanılmasın ki, Ali zayıf bir kişilikmiş de ondan bu sıradışı işi yapmış. Aksine Ali Süleyhi bir kadı oğluymuş, çok zekiymiş, dini bakımdan çok bilgili, siyasi açıdan da çok güçlüymüş. Kaynaklara göre, karıkoca resmi belgeleri birlikte imzalarmış. Esma meclis toplantılarına peçesiz katılırmış. Yemen camilerinde hutbelerde adı kocasıyla birlikte okunurmuş. Ali Süleyhi bir hac yolculuğunda muhalifleri tarafından öldürüldükten (1066) sonra, Esma kocasının kesik başıyla birlikte birkaç ay hapis yatmış, ama sonunda ülkesine dönmeyi başarmış. Oğlu ve gelini Ürve’yle birlikte ülkeyi yönetmeye devam etmiş. Ürve ise kocasının hastalanmasından itibaren (ve ölümünden sonra) tek başına 50 yıl iktidarda kalmış. Ancak Ürve dönemine dair bilgiler sınırlı nedense. Bu iki kadının da unvanı ‘El Hürre’ yani ‘hür, özgür kadın’ imiş. Bu devirde bir başka ‘El Hürre’, Yemen’in bugünkü başkenti San’aya komşu Zübeyd’in melikesi olan ‘El Hürre Alem’. Kaynaklara göre kocası Mansur, önce cariyesi, sonra karısı olan bu kadının zekâsından ve mantığından öyle etkilenmiş ki, ona danışmadan hiçbir karar almaz olmuş. Adına hutbe okutulmadığı bilinen El Hürre Alem, bu işi o kadar iyi yapmış ki, kocasının ölümünden sonra da devleti yönetmeye devam etmiş. Yemenlilerin bu hanım sultanlarla övündüğünü şuradan anlıyoruz: Onlara, Kuran’ın tartışmalı ama güçlü kadın hükümdarı Belkıs’a atıfla, ‘Belkıs es Suğra’ (Küçük Belkıs) diye hitap ederlermiş. Jineoloji Dersi Derlemelerinden…