Yaşadığımız dünyada savaş, göç, açlık, fuhuş, yoksulluk, işsizlik, ataerkil kurumların eğitim-sağlık politikaları, eş-sevgili cinneti vb. sayılamayacak kadar çok fazla tehlikenin tehdidi ile karşı karşıya olan kadın varlığı söz konusudur.
‘‘Varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir.’’(47) belirlemesi varlık-özgürlük ilişkisi açısından son derece önemlidir. Bugün kadınların varlığını fiziksel ve ideolojik olarak hiçleştirmek isteyen bir hegemonik sistem var. O zaman öncelikle bu sistem karşısında kendi varlığımızı, öz imkânlarımızla korumayı öğreneceğiz. Bir kadının kendi varlığını koruyabilmesi için varlığını tanıması ve tanımlaması gerekir. Oluşunu, varlığını kendi kavram ve tanımlarıyla adlandırabilmesi ve anlamlandırabilmesi gerekir. Varoluşçu feminizm akımını başlatan Simone de Beauvoir, 1949’da yazdığı İkinci Cins adlı kitabında toplumsal sorunların kaynağının "Kendi varlığını ele alma tarzıyla bağlantılı olduğunu" ifade ederek şöyle der: "...kadınlar öteki, erkekler ise ben olarak tasarlandığı için, kadınlar kendilerini kendileri bağlamında tanımlayana dek olmadıkları şey bağlamında yani öteki olarak erkek bağlamında tanımlanmaya yazgılıdırlar.’’ ‘‘Öteki olarak tanımlanmaya yazgılı’’ olmaktan kurtulmak için kendimizi kendimiz tanımlamalıyız. Çünkü, kendini tanımlamayan, başkaları tarafından tanımlanır. Rêber Abdullah Öcalan’ın‘‘Öncelikle kadını tanımlamak ve toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı kadının biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak da olasılık dahiline girer’’ belirlemeleri kadını tanımlamanın önemi açısından çarpıcı vurgular içermektedir. Kadın varlığını doğru tanımak ve tanımlamak için, Jineolojinin temel bir çıkış noktası; kadını doğru tanımayan, tanımlamayan ve incelemeyen mitoloji, din, felsefe ve bilim anlayışlarını kapsamlı araştırıp analiz etmektir. Bunların kadın varlık tanımındaki yanlışlarını değiştirmektir. Diğer bir çıkış noktası; kendimizi dişil bakış açısıyla tanımlayarak, bizi bize rağmen tanımlayan her türlü iktidarcı kafayla hesaplaşmaktır. Yani varlığımıza dayatılan yanlış-sapmalı tanımları ret ederek öz deneyimlerimiz temelinde gelişen öz kavrayışlarımızla kendi tanımlamalarımızı geliştirmektir. Bir anlamda binlerce yılın yanlış adlandırmalarına rağmen yok olmadığımızın anlamlı bir ifadesi olarak; kendi adımızı koymaktır. Ad koymak tanrıçalara mahsus bir özelliktir. Kendi adımızı koyup toplumsal tarihin en uzun süreli kadın kimliği tanrıçalıkla bağ kurduğumuzda; varlığımızı tanımlamada doğru yoldayız demektir, yani köklerimiz üzerindeyizdir. Jineoloji bize rağmen bize tanımlar getirmenin ve bu tanımlarla hayatlarımıza yön vermenin; nasıl en acımasız bir şiddet türü olduğunu deşifre edecektir. Beş bin yıl boyunca bu acımasız şiddet türü, yani varlığımızı yok etmenin ilk adımları olarak yanlış-haksız ve özümüzle zıt tanımlara kavuşturma; kadın kimliğine yönelik kapsamlı bir ideolojik saldırıdır. Bu saldırının hangi egemen erkek ellerde ve tezgâhlarda yaratıldığını araştıracağız. Bu gerçeklik, kadının toplumsal yaşamında tarih boyunca ne anlama gelmiştir? Sorusuna cevap vermek için öncelikle farklı zamanlarda geliştirilen kadın algısına ve tanımlamalarına bakmalıyız. Mitolojide, dinde, felsefede, bilimde kadın nedir? Bunu çok iyi anlamalıyız. Çünkü, onların bize getirdiği ve hayatımızı hapsettiği, bedenimizi katlettiği tanımları bilip deşifre etmezsek kendi varlığımıza dair sağlıklı tanımlarımıza ulaşamayız. Radikal feministlerden Mary Daly ‘‘Kadınların seyahati özgün olmayan sahte bir alandan, hakikat alanına doğru bir yol izler… Yolcular bir yandan ataerkil adları koymalıdırlar; öte yandan, olumsuzların bu türden inkârının bir olumluya yol açacağını göreceklerdir. O olumlu, daha önce ataerkil bir biçimde tanımlanan benlik ve dünyadan dışarı, ataerkil mekânın ötesinde yeni bir varlık ve oluş dünyasına giden bir harekettir…’’ diyor. Biz bu seyahati varlık bilimimizi geliştirmeye uygulayabiliriz. Bu yolculuğun temel esprisi kadınların binlerce yıllık süreçte yoğun bir baskı ile kendilerine dayatılan ve kabul ettirilmeye çalışılan varlık tanımlarından boşanmasıdır. Kadının bir kendisine ait, gerçek, özgür doğası ve varlığı var. Bir de iktidarcı sistemin ideolojik hiçleştirme, yok etme saldırıları altında oluşturulan ama kadının özünü ifade etmediği halde varoluşu kılınmaya çalışılan doğaları-kimlikleri var. Devletçi-iktidarcı-cinsiyetçi sistemin birçok kurumu, geleneği kadınların özlerini yansıtan varoluşlarını yaşamalarına ideolojik ve çıplak zor kullanarak engel olmaktadır. Kadınlar varlıklarını tanımlarken bu gerçekliği sürekli göz önünde bulundurmalılar. Hangi özelliklerimizin öz doğamıza, varoluşumuza ait olduğunu akıl, sezgi, his, duygu gücü ile bulabiliriz. Sezgilerimizi kullanarak hangi özelliklerimizin estetik, ahlaki, özgür toplumsallığı ve bireyi beslediğini keşfedebiliriz. Örneğin şiddet, bir kadın niteliği değildir öz itibariyle. Yakıp yıkan, öldüren kadın gerçeği baskın değildir. Bunun için biz kadınlar bize giydirilmiş ama eğreti duran, bizi boğan tüm ideolojik, sosyolojik, siyasi, cinsel vb. elbiselerimizden soyunmalıyız. Ta ki çıplak gerçekliğimize, kendi öz varlığımıza ulaşana kadar. Buna kendimize yolculuk diyebiliriz. Ya da bizim kılınan varoluştan biz olan varoluşa yolculuk diyebiliriz. ‘‘Kadın varoluşu nedir?’’ i ele alırken iki yoldan ilerleyebiliriz. Birincisi beş bin yıldır amansız bir sömürü ve baskı ile kadınlara dayatılan kadınların da önemli oranda kabul ettiği varoluş hallerini ayıklamalı ve tanımlamalıyız. ‘‘Kadın yaşamına zorba ve sömürgen erkek eli ve aklıyla binlerce yılda yedirilen kölelik düzeyinin tüm içerik ve biçimleriyle kavranması gerçekler sosyolojisinin ilk adımı olmalıydı’’(48)belirlemesinde geçen gecikmiş ‘‘ilk adımları’’ atmalıyız. Bu adımların bizi kadının öz, doğal varoluşuna ve bu temelde jineolojisine ulaştırması için de ikinci yoldan ilerlemeliyiz. Kadının gerçek doğasını, varlığını, varoluşunu keşfetmeliyiz. Bu konuda çok uzun bir tarihimizin olması avantajımız. Geçmişte yaşanmış deneyimler, doğal ve neolitik toplumlardaki kadın varlığı bize güç veren süreçler. Biz her iki yoldan kadın varlığına dair keşfettiklerimizle kadın varlığının gerçek anlamını, niteliklerini netleştireceğiz. Bu yoldan ilerlerken kadın varlığının özgürlük temelinde de olsa kölelik temelinde de olsa toplumsal varlığın sürdürücü öğesi olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Kadın ve erkek varlığını, bu temelde toplumsal doğayı sağlıklı tanımlayabilmek bu gerçeği kavramakla yakından bağlantılıdır. On binlerce yıl yaşanan doğal toplum süreçleri kadın eksenliydi, ama özgür kadın. Bu toplumlar yıkılıp yerlerine inşa edilen devletçi uygarlıklar ve onların inşa ettikleri toplumsal gerçeklikler de tersinden kadın eksenlidir, yani köleleştirilmiş kadın eksenli. Köleleştirilmiş de, kendisine yabancılaştırılmış da olsa kadın varlığı olmasa bu beş bin yıllık devletçi uygarlık devam edemez. ‘‘Kadın ve aileyi mevcut haliyle uygarlık sisteminin, iktidar ve devletin altından çekerseniz, geriye düzen adına çok az şey kalır… Kapitalizmin taşınmasında kadın en ağır yük altına konulmuştur.Fakat bu tarzın bedeli, kadının bitmeyen düşük yoğunlukta sürekli savaş hali altındaki acılı, yoksul, düşkün ve yenilgili varoluş tarzıdır.’’(49) ‘‘Kadınlık fiziksel değil toplumsal bir olgudur… Bu olay üzerindeki çarpıtmaları kaynağına inerek açığa çıkartmak sosyal bilimin en temel görevidir.’’ Sosyal bilimlerin acil ihtiyacı olan devrimi jineoloji gerçekleştirecekse, Rêber Abdullah Öcalan’ın belirttiği bu ‘‘en temel görevi’’ öncelikli başarması gerekir. Biyolojik değil sosyolojik bir olgu olan kadınlık olgusu doğru tanımlara kavuşturulmazsa; bırakalım kadın özgürlük sorununun çözümünü, çözümlemesini bile başaramayız. Bu konuda başarılması gereken; kadınlık üzerine gerçekleştirilen ‘‘…çarpıtmaları kaynağına inerek açığa çıkarmaktır.’’(50)Bunun için kaynağına ininceye kadar yukarıda ifade ettiğimiz birinci yoldan ilerlemeliyiz. Jineoloji Komitesi Çalışmaları


