Halkların ulusal bağımsızlık bilinciyle ayağa kalktıkları ve önemli gelişmeler yarattıkları kapitalizm çağı, Kürt Halkı açısından daha da tanınmaz olmanın yaşandığı bir çağ olmuştur. Kürt sorunu sınıflı toplum tarihinin yarattığı birikimlere kapitalist sistem yönelimleri de eklenince Ortadoğu'da bir kördüğüm haline gelmiştir. "Kürt var mı, yok mu" tartışmalarına konu edilecek kadar inkarla karşılaşmış, en insani-evrensel haklardan, demokratik kriterlere kadar temel hak ve özgürlükler Kürt halkı açısından geçerli sayılmamıştır. Kürt sorununun giderek derinleşen bir seyir izlemesi, kapitalizmin Ortadoğu'ya giriş karakteri ile yakından bağlantılıdır. Yükselen kapitalizm çağının etkileri 19.yy’da Ortadoğu'ya yansımıştır. Dönemin "hasta adamı" olarak tanımlanan Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyeti altındaki halklar milliyetçilik akımının etkisiyle bağımsızlık savaşlarına girişmiş, 1830'larda Yunanistan'la başlayan, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk gibi, ülkelerin bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle önemli gelişmeler yaşanmıştır. Buna karşı Osmanlı imparatorluğu yükselen kapitalizmin üstünlüğünü kabul edip, kendisini reformasyona tabii tutmakla; kapitalizme karşı tutucu davranıp, denge politikaları ile ayakta kalmak arasında gidip gelmiş, denge oyunlarıyla varlığını korumaya çalışmıştır. Kapitalist emperyalizmin iki temel gücü olan İngiltere ile Almanya arasındaki denge varlığını korudukça, Osmanlı imparatorluğu dış güçler tarafından da ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Osmanlı imparatorluğunu yıkmak yerine, Osmanlı sarayını emperyalizme bağımlı kılmak ve bu yolla bölge üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda denetim geliştirmeyi yeğlemişlerdir. Özellikle İngiltere somutunda yoğunluk kazanan bu politikalarla Osmanlı imparatorluğun ömrü yüz yıl uzatılmıştır. Fransa ve Almanya da benzer politikalarla bölgede etkinlik kazanmaya çalışmışlardır. Kapitalist-emperyalizme karşı Ortadoğu'da gelişecek halk mücadelelerini önlemede Osmanlı imparatorluğu adeta bir kalkan durumuna getirilmiştir. Bir yandan Osmanlı imparatorluğu ayakta tutulmaya çalışılırken, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist devletler Ortadoğu'da Hıristiyanlara sahip çıkma adına politikalar yürütmüş, Kürtleri tecrit etme ve imparatorluğun emperyalizme bağımlılığını geliştirmek için bir koz olarak kullanma yoluna gitmiştir. Bir yandan Osmanlı imparatorluğunun giderek merkezileşen yapısı, bir yandan Kürtlere dayatılan tecrit 19. Yüzyıl isyanlarına yol açtığı gibi, İngiltere'nin böl-yönet politikalarına hazır hale getirilmiş bir zemin oluşturulmuştur. Ortadoğu'da gelişen milliyetçiliğin ayrılıkçılık ve halklar arasında karşıtlık doğurmasının temelinde kapitalizmin bağımlılık temelinde gelişmesi yatmaktadır. Bedirhan bey, Yezdanşer, Şeyh Ubeydullah gibi, 19. Yüzyılın en büyük Kürt ayaklanmaları hem Osmanlı imparatorluğunun giderek merkezileşen yapısı, hem de bahsettiğimiz politikaların etkisi ile yaşanmıştır. İran karşısında 19. Yüzyılda geliştirilen Seyit Taha önderlikli Nehri isyanında da aynı amaç güdülerek, İran şahlığı zayıflatılarak, İngiliz yönetimine yakınlaştırılmıştır. Böylece hem halklar hem de bölgenin egemen devletleri üzerinde emperyalist sömürüyü derinleştirme hedeflenmiştir. Kürtler, egemen devletler karşısında tehdit aracı haline getirilmiş, çıkarları gerektirdiğinde isyana yöneltilerek, gerektiğinde de egemenlikleri altında oldukları devletler eliyle katledilecek konumda tutularak kullanılmak istenilmiştir. Kürt halkı açısından daha sonraki dönemlerde de etkisini sürdürecek olan yoğun tahribatlar bu dönemde yaşanmıştır. Nitekim Osmanlı imparatorluğu sınırlarında etkin olmaya başlayan milliyetçilik akımının imparatorluğu parçalanma sürecine sokması nedeniyle çıkarları sarsılan Kürt feodallerinin statülerini korumaya dönük şekillendiği ve ilerici bir ideolojik yapılanmayı temsil etmediği için, örgütsüz, plansız gelişen isyanlar kanla bastırılmış, önderleri ya katledilmiş ya da teslim alınmıştır. Her iki durum da Kürt halkının gelişim dinamiklerinin sarsılması anlamını taşımaktadır. Ancak emperyalist çıkarlar doğrultusunda şekillendirilen milliyetçilik, halklar açısından tek gerçeklik olmayıp, halklar arası tarihsel birliktelikleri ve Ortadoğu'nun kültür zenginliğinden kaynaklı halklar arası kardeşlikle sürekli çatışma halinde olan bir olgu olarak varlık kazanmıştır. Birincisi Ortadoğu'yu sürekli kaybedişe ve anlamsız savaşlara sürüklerken, ikincisinin başarılması günümüzde de tarihsel gelişmelere imza atmak anlamına gelmektedir. Ortadoğu'da dış dengelere ve güçlere dayalı olarak ayakta kalmaya çalışmak, öz gelişim dinamiklerini de yitirmeyi ifade etmiştir. Nitekim Osmanlı imparatorluğu gerekli reformasyonlara gitmemekle ayakta kalma şansını yitirmiştir. İngiltere ile Almanya arasındaki dengelerin bozulması sonucu yaşanan birinci dünya savaşında taraf olmak durumunda kalmış, müttefiki olan Almanya'nın yenilmesiyle imparatorluk dağılmış, Ortadoğu kapitalist emperyalizmin sömürülerine ardına kadar açılma tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir. Ancak emperyalizmin iti ite kırdırtma politikaları ile 19. yüzyılda Türk-Kürt ilişkilerinde yaşanan bozulmaya rağmen, halklar arası tarihsel birliktelik ruhu ile emperyalizmi sınırsız sömürü savaşımına karşı durma seçeneği de açığa çıkmıştır. Dönemin kritik koşullarında Anadolu'da M. Kemal önderliğinde gelişen ve esas olarak Kürt ve Türk halklarının ortak iradesine dayanan ulusal kurtuluş savaşı bu tarihsel misyonla yüklenerek gerçekleşmiştir. İlerici ve akılcı yönü ağır basan Avrupa uygarlığının olumlu özelliklerine sahip çıkan ama emperyalist yönünü de reddeden bir karaktere sahip olduğu için kısa zamanda halk desteğini kazanmış, TC bu temelde varlık kazanmıştır. Ancak ulusal kurtuluş savaşının hemen ardından emperyalist politikalar yeniden yoğunluk kazanmış, Lozan antlaşmasıyla dört ayrı ülkenin egemenliği altına giren Kürt halkı yeniden bu politikaların merkezi haline gelmiştir. Gerek 19. Yüzyıl gelişmelerinin halklar arasında yarattığı ayrılıkçılık zihniyeti, gerek geleneksel toplum yapılarındaki gerilikler, Türkiye Cumhuriyetini gericileşme tehlikesiyle yüz yüze getirmiştir. Bugün Kürtler’e dönük sürdürülen soykırım politikaları böylesi bir tarihsel arka plana sahiptir. Bu arka planın bilinmesi, sürekli gündemde tutulması aşılmasının önemli dayanağıdır. Bu anlamda Türkiye’nin demokratikleştirilmesi de yine yüz yıl boyunca inkar, imha ve soykırım politikalarına maruz kalan Kürtler’in hak ettiği tarihsel zemine oturtulmasında önemli bir çıkış olacaktır. Bugün yürütülen bütün çalışmalar bu yönlüdür ve çıkışı yaratacak güce ulaştığı artık somutlaşmış bir gerçektir. Kürt ve Kürdistan Tarihi Kitabından Derlenmiştir
100 YILLIK YALNIZLIK ‘KÜRTLER’
- Ayrıntılar
- Görüntüleme: 376


