24 yıllık mücadele yaşamı boyunca Amed’ten Kandil’e, Serhat’tan Haftanine kadar Kürdistan dağlarında efsanevi bir mücadelenin sahibi olan Komutan Evin Rizgar Amed(Nevin Güngörmüş), 2014 yılında tekrardan doğup büyüdüğü ve gerillacılığa başladığı ilk alan olan Amed’e döndü yüzünü. Komutan Evin Rizgar Amed, Amed alanında eyalet komutanlığı görevini yürütürken 24 Eylül 2019 tarihinde işgalci Türk ordusu ile girilen çatışmada yoldaşları Raperin Vinar ve Rojda Cudi ile beraber son mermisine kadar savaşarak şahadete ulaştı. Kadın ordulaşmasıda büyük emekleri olan ve kadın gerillacılığı çizgisinde komutanlık görevlerini büyük özveri ile yerine getiren Evin Rizgar Amed, mücadele yaşamının her anını yazıya geçirerek, kadın mücadele tarihinde kendine bir sayfa açtı. Evin Rizgar Amed arkadaşın kendi kalemi ile ele aldığı otobiyografisini ve yoğunlaşmalarını sizlerle paylaşıyoruz: ‘’27 Eylül 1975 Amed merkezine bağlı Kayayolu (Çavşelıqya) köyünde doğdum. Beş kız ve dört erkek kardeşten oluşan, ekonomik durumu orta halli, feodalitenin ve bir o kadar da yurtseverliğin etkili olduğu köy-şehir yaşam gerçekliğinin iç içe karıştığı bir aile ortamında büyüdüm. Özellikle 12 Eylül faşist darbesiyle düşmanın Amed’e yönelik özel savaş ve halkı üzerinde sindirme, soysuzlaştırma politikasını geliştirmeye çalışırken denemediği yöntem kalmamıştır. Tüm bunlar yaşanmasına rağmen özünden, kökenlerinden kopmayan, kendilerini yeniden var etmesini başaran, kendilerine has karakter ve isyancı özellikleri de mevcuttur. Bu anlamıyla demokratik uygarlık çizgisinin isyancı ve direnişçi yönlerini çok yoğun biçimde yaşamaktadır. Köyümüzün Amed’e bağlı küçük bir yerleşim olmasından, genelde köy bileşimi daha çok akraba çevresinden oluşmaktadır. Birbirini tanıma birçok avantajı da beraberinde getirmektedir. Özellikle özgürlük mücadelesiyle birlikte gelişen yoğun baskı ve saldırılara karşı birlikte hareket etme, bilinçli gelişen bir yurtseverlik duygusu olmasa da duygusal anlamda baskın olan bağlar bir birlikteliği açığa çıkarmaktadır. Örneğin dayatılan koruculuk sistemi dayatmalarına karşı kabul etmeyen tavrın gelişmesi gibi. Dışa karşı, düşmana karşı ortak ruha sahip olunsa da, içte çelişkilerin yoğunluğu da belirleyicidir. Aşiret bağlarımızın olmaması beni sevindiren bir husustu. Aşiret yapılanmasına genelde geri ve küçük görme gibi bir yaklaşımım vardı. Köye hakim olan sistem daha çok beg ve Keya’lardı. Önderliğin savunmalarıyla birlikte, beg ve keya’ların da düşmanın baskıları sonucunda işbirlikçiliği kabul eden bir üst kesim olduğu rahatça söylenebilir. Marjinalleşen, halk ve tarih gerçekliğinden uzaklaştırılan bir kesimin kendisi olmaktalar. Diğer önemli bir husus ise, egemen sistemin ova halkı üzerindeki politik ilişkilere dayanan dini dayatmaları, özellikle şeyhlik ve mellelik etkili kurumlar olmaktadır. Genel yöreye hakim olan siyasal ve kültürel olarak dini etkilerin yoğun olduğu, feodal değer yargılarının hakim olduğu, yaşam bakımından da yobazlığın geliştirildiği gerçeğidir. Mezhepsel çelişkilerin yoğun yaşandığı, özellikle sunni İslam mezhep geleneğinin aşırılığı yöredeki halk üzerinde etkili biri durumdu. Aileme genel olarak hakim olan kadın tarafından şekillenmenin olmasıdır. Dedemin ve babasının genç yaşlarda ölmesi ailede kadınların rol oynamasını beraberinde getirmiştir. Anne tarafından verilen şekillenmenin olumlu yönlerinin olduğunu belirtebilirim. Çevrede bu yönüyle de farklılık arz eden bir aile gerçeği olmaktadır. Kadın tarafından şekillenmenin benim üzerimdeki etkilerinin yanı sıra babamın da karakterimde önemli etkileri olmuştur. Babam okulu okumasından dolayı belli bir bilgi ve birikimi olan çevre tarafından saygı duyulan bir kişilikti. Çocuklarına yaklaşımı hep eğitici ve öğretici tarzdaydı. “Bizler Zerdüştün torunları, ateşin ve güneşin çocukları olarak mücadelemizi sürdüreceğiz” derdi. Yeni doğan çocukların kulaklarına, Kürtçe “Em Kurd in, ser bilind in, çavê Tirka dirijînin, heqe xwe ji wan distînin” diye sloganlar atarak Kürt yurtseverliğini aşılardı herkese. Kadınlar tarafından büyütülmesinden kaynaklı, kız çocuklarına karşı daha sevecen ve duyarlıydı. Sürekli “kızıma güveniyorum” derdi. Benim kızımda Kürt kızları gibi dağlarda savaşacak derdi. Leyla Kasım’ın evimizdeki resmini göstererek onu örnek verirdi her zaman. Kuşkusuz güven veren yaklaşımlar kendime karşı güvenimi kazanmama neden oluyordu. Mücadeleye aktif katılımımız, yurtseverliğimiz biraz da babamızın üzerinden gelişti. Annemin de aile içerisindeki rolü belirleyiciydi. Tıpkı babamın üzerimizdeki etkisi gibi onun da etkisi büyüktü. Babamın erken ölümünden sonra ağırlaşan yüküyle birlikte, çocukları için yapmadığı fedakarlık ve katlanmadığı zorluk kalmamıştır. Genç yaşına rağmen toplumun geri-geleneksel ve feodal gerçekliğine kurban olmamak için, ailesini buna karşı korumak için babamdan miras olarak kalan yurtseverlik gerçeğiyle yaşamaya çalıştı. 68 gençliğiyle başlayan solculuk mücadelesi yöremizde etkili olmasa da, PKK ile birlikte mücadele yaygınlaşmıştır. Darbeyle birlikte direnişin sembolü haline gelen Diyarbakır direnişi Kemal, Hayri, Mazlumların direnişi ve ardı arkası kesilmeyen kahramanlık örnekleriyle tüm Kürdistan’da olduğu gibi yöremizde de değişime yol açan Apocu felsefe ve ideolojisi, yine mücadelenin büyümesiyle azgınlaşan düşman gerçeğinin baskı ve saldırılarını her gün yaşarak büyüdüm. 12 Eylül darbe döneminde henüz dört yaşında olmama rağmen, köye gelen botlu askerlerin görüntüsünü hatırlıyorum. Belleğimde yer edinen botlu ve şapkalı askerlere karşı sürekli bir öfkem, kinim olmuştur. Tüm bu etkenler farklı yaşam arayışlarına sürüklenmemi engellemiştir. Bölgede yaşanan Lice-Kulp katliamları, Vedat Aydın’ın şahadeti, şiddetlenen baskılar, ev yıkmalar, köy boşaltmalar, cezaevlerine konmalar, ağabeyimin ve arkadaşlarının zindanda olması, şahadetlerin artması bende mücadeleye karşı ilgi ve merakı daha da güçlendiriyordu. Herhangi bir zorlukla aile tarafından karşılaşmadığım için fazla çelişki yaşamadığımı belirtebilirim. En temel çelişki ve çatışmalar genelde düşman gerçekliğine karşıydı. 93 yılının sonlarında Özgür Gündem gazetesinin dağıtım örgütlemesinde ve muhasebe çalışmalarını yürüttüm. Önderlik çözümlemelerini kasetten dinleme, haftalık çıkan Azadiya Welat gazetesini okuma vb. birçok yayını okuyarak kendimi geliştirmeye çalıştım. Kontra faaliyetleri, faili meçhul cinayetler Amed sokaklarında karanlığın ifadesi olmuştu. Kadınlar üzerindeki baskılar, yüzlerine kezap suyunun dökülmesi, cinayetlerin artması, baskılar ve saldırılar kinimi ve öfkemi artırıyordu. Birkaç ay boyunca çalıştığım gazetenin dağıtım çalışmasında birçok şeyi görmüş ve yaşamıştım. Gerçekleşen sürekli baskınlar sonucunda ben de dahil otuza yakın çalışan gözaltına alındık. 19 gün boyunca JİTEM’de gözaltında tutulurken, korkunç işkence ve yaklaşımlara maruz kaldım. Gözaltında yürütülen değişik yöntemlerle kişiyi iradesizleştirme ve düşürmeye karşı bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla direndim. Hiçbir şeyi kabul etmedim. Beş ay cezaevi sürecim oldu. Bu süreç boyunca eğitim gördüm, öğrendiğim çok şey oldu. 94 yılının mayıs ayında tahliye olurken artık benim için dağa gitmek kaçınılmaz olmuştu. 1 Aralık 1995 yılında Amed eyaletine katıldım. Direkt Amed dağlarına geldim. İlk gördüğüm ve kaldığım yer bayan arkadaşların kendi başlarına örgütlenip, mevzilenip, eğitimlerini ayrı ve özgün olarak çalışmalarını yürüttükleri bir yerdi. Canlılığımı, coşkumu, öğrenme istemimi daha da hızlandırmıştı. Eyalette YAJK yönetimi vardı ve kadın çalışmaları belli bir sisteme oturmuştu. Önceki yıllara göre daha sistemli bir örgütlenme vardı, kendimi daha şanslı hissediyordum. Genelde arkadaşlarla takım olarak kalıyorduk. Amed ovasında, dağlarında, taşının toprağının bulunduğu her kuytu da verilen savaş çetin olmuş, kavgaları büyük olmuştur. Kazanan sürekli Önderlik çizgisi ve parti yaşam gerçekliği olmuştur. Aileden edindiğim yoğun yurtseverlik kültürü sayesinde hiçbir zaman kararsızlık yaşamadım. Çok ciddi anlamda zorlanmalar, çelişkiler yaşamadım diyebilirim. Fiziki koşulların yarattığı zorlanmalar olmuşsa da, beni duyguda, maneviyatta besleyen yanlar daha fazlaydı. Severek, isteyerek gönüllü katılmıştım. Önüme koyduğum tek hedefim, Kürdistan’ın kurtuluşu için üzerime düşenleri yerine getirmekti. Genelde pratik yürüttüğüm alanlar, Dorşin, Akdağ, Ş.Remzi alanlarıydı. Yoldaşlık bağlarımın güçlü oluşu beni ayakta tutan en önemli husustu. Kendimi sürekli o arkadaşlarda buluyordum. Heval Rızgar, Heval Hevidar, Heval Rozerin ve şu an yaşayan birçok arkadaş beni en zorlu süreçlerde tüm olumsuzluklardan korumuşlardır. Kendime edindiğim ilkeler, savaşta cesaretli, yaşamda fedakar vs. ilişkilerde bağlı ve ahlaklı olmayı esas alıyordum. Uluslar arası komplonun yaşandığı süreçte Amed’deydim. Aşırı duygusal kişiliğimden kaynaklı büyük bir sarsılmayı yaşadım. Savaş ve yaşam gerçekliğinin yoğunluğu içinde Önderliği yalnızlaştırdığımızın farkında değildik. İntikam duygularım hat safhadaydı. Her şeyi yakıp yıkmak, ne isteniyorsa canı gönülden yapmaya hazırdım. Genelde yaşanan atmosfer böyleydi. Bugüne kadar Önderlikti her şeyi yapan, bundan sonra ne olacak, kim yapacak soruları beynimizi ve yüreğimizi kuşatmıştı. O süreçte içinde bulunduğum tek yoğunlaşma eylem yapma üzerineydi. Yine alanında böyle bir planlaması vardı. Güçlü imkan ve olanaklarımız yoktu, elimizdeki imkanlarla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Herkesin beklentisi sürecin daha da kızgınlaşacağına dairdi. Önderliğin 2 Ağustos geri çekilme kararı karşısında şaşırmıştık. Önderlik söylemişti, Önderlik talimatıydı yerine getirilmeliydi. Demek ki Önderliğin bildiği bir şey var ki bu süreci başlattı diye de düşünüyordum. Benim açımdan geri çekilme süreci yeni bir başlangıçtı. Geri çekilme gurubumuz 1 Eylül’de yola çıktı. Garzan’a erken ulaştık.2000 yılının baharında Xınere alanına geldim. PJA’nın 2. devresine katıldım. Gördüğüm ilk özgün eğitimdi. Çok anlamlı ve farklı bir ortamdı. 2007 baharına kadar ki süreçte Xakurke, Gare, Ş.Beritan eğitimi ve Zap’ta kaldım. Bu sürece kadar belli eğitimlerde kaldıysamda genelde taburlarda kaldım. Takım ve bölük düzeyinde sorumluluklar aldım. Mahsum Korkmaz akademisinde kurul düzeyinde ve Dersim’e yürütme düzeyinde görevlendirildim, en son YJA-STAR yürütmesi olarak Xakurke alanında yer aldım. 2009 yılının baharında PAJK koordinasyonuna kapsamlı bir rapor yazıp eğitime gitme önerisi yaptım ve kabul edildi. Özellikle savunmalar üzerine eğitim görme ihtiyacım vardı. Savunmaları işlerken kişinin kendisini görmemesi, hissetmemesi mümkün değil. Eski paradigmayla şekillenen kişiliğim, ismini bile bilmediğim kapitalist modernitenin oluşturduğu zihniyet gerçekliğinin beyin ve ruhuma ne kadar işlediğini ve nasıl hizmet ettiğinin farkına vardım. İnsana, doğaya, canlılara ve tüm evrene karşı yaklaşımlarımı gördüm. Çoğu zaman özgürlüğün insana özgü, insana ait bir duygu ve düşünce olduğunu düşünüyordum. Eski ve yeni paradigma arasında sıkışmanın sancılarını yaşıyorum. Savunmalarının kapsayıcılığı karşısında parçalanan, dağılan benliğimi toplayıp yeniden yaratmanın acil ihtiyacını gördüm. Her şeye anlam biçen, her şeyin bir sebebinin olduğu, hiçbir şeyin bir diğer şeyden bağımsız olmadığını, detaylarıyla anlatan düşünce ve duygu dünyasının bir nebzesi olamadığımı çok daha iyi görüyorum. Bana çok uzak, bir o kadar da yakın ve ulaşılabilir gerçekliklerin olduğunu gösteren yine Önderliktir. Geçmişte olduğu gibi bu süreçte de, savunmaların içeriğine yeni zihniyetle nasıl yaklaşılacağımı ve yeniden yapılanmayı hangi gerçeklikler temelinde gerçekleştireceğimin yoğunlaşması içerisindeyim. Doğru pratikleşebilmek, ahlaklı ve politik olabilmenin yolunda yürümektir. Hakkıyla, hakikatla varlığını, (hiçbir geriliğe, sınıf, cins, iktidardan arınarak) ortaya koymayı kadın olarak sağlayacağımıza inanıyorum. Örgütte geçirdiğim 15 yıllık süreç içerisinde yaşadığım pratik dönemlerin yarattığı sıkıntılar zorlanmalar oldu kuşkusuz. Ama her savunmadan birçok şey aldığıma inanarak, devrimci yaşamında katılım, tarz ve yaklaşımlarımda etkili olduğunu söylerken, birçok konuda da yetersizliklerinde varolduğunun farkındayım. Birbiriyle var olmayı başaran, hep bir denge içinde dönen enerji gücüyle, kendini var eden her canlının özgür ruhunun bende de olduğunun bilinciyle kendimi yeniden yapılandırarak yaşam bende anlam bulacaktır. Varolanın farkındalığını bilerek katılmayı, anlam yüklediğim oranda varolduğumu hissedebilirim. Varlık varolmakla anlam biçmektir. Önce kendi varlığımın farkına varmalıyım ki, başkalarınınkinin de farkına varıyım. Savunmalardan aldığım kadarıyla insan dışında da bir canlı evren olduğuna inanıyorum. Doğaya yaklaşımımın değiştiğini hissediyorum. Ağacında bir canı olduğunu hissedebiliyorum. Suyun akışını, yaprağın hareketlerini, toprakta yer alan canlıların doğayı dengeleyen yönlerini artık biliyorum. Evrene hayran kalmakla yetinmemek gerektiğinin de bilincindeyim. Her şeyi içten hissederek anlam katmak istiyorum. Ahlakı dar sınırları büründürmeden, cinsiyetçi zihniyet bakışıyla yaklaşmadan, atığım her adımda, yaptığım her eylemde ahlaki yaklaşmak, geri-geleneksel olanı beyin ve yürekte yıkmayı önemsiyorum. Hakikat ve özgürlük için verilen mücadeleyi sadece insan için değil, tüm evren için vermem gerektiğini beyin ve yürekte inanarak yapacağım. Önderliğin ideolojisine, değerlerine değer vererek anlam bulabilirim. Savunmalardan aldığım güçle hiçbir gerekçeye sığınmadan, inanarak mücadelede onurluca yürüyeceğimi pratikte gerçekleştireceğim.’’
ÇAĞIN ÖZGÜR YAŞAM ARAYIŞÇILARINDAN, BİLGE KOMUTAN
- Ayrıntılar
- Görüntüleme: 160


