Mücadelemiz ve yaşamımızın yüzde doksanı bilinç ve düşünce mücadelesidir. Ayrıca, sosyalist ve devrimci hareketlerde her zaman karşımıza çıkan nokta, ideolojik mücadelenin anlamı, önemi ve üslubudur.
Ancak ne yazık ki, devrimci hareketlerin geleneğinde ve tarihinde, üslup ve öz açısından topluma ve insanlığa büyük zararlar verilmiştir. Çünkü egemen ve kapitalist bilince karşı, eşitlikçi ve özgürlükçü toplumlar ve hareketler bu devrimci arayış içerisinde olmuşlardır. Ancak buna nasıl tepki verdikleri, güçlü bir kişisel ve toplumsal hesap verebilirliğin alanıdır. Aynı zamanda bir düşünme, tartışma ve araştırma alanıdır. Kısacası, kişisel ve toplumsal bir dönüşüm alanıdır.
Kapitalist moderniteye karşı mücadelede, özellikle de bu modernite şiddet yoluyla örgütlenmiş ve topluma dayatılmışsa, derinlemesine incelenmeli ve araştırılmalıdır. Burada ele alınması gereken ilk nokta ideolojik mücadele, önemi ve üslubudur. Dolayısıyla, geriye dönüp toplum ve mücadelesi temelinde bir araya gelen ve pozisyon alan hareketlere baktığımızda, kayıplarının çoğunlukla bu noktalarda geliştiğini göreceğiz. Ve büyük bir kötülüğün ve yıkımın yolunu açmışlardır. Özellikle bilinç ve üslup açısından, berraklık ve arınma olmazsa, ulaşmaya çalıştığımız hedefler de berrak, saf ve toplumsal olmayacaktır. Burada karşımıza çıkan nokta şudur: Düşünce ve eylemde ortak bir duruşa ihtiyaç vardır. Bunlar uyum içinde olmalı ve birbirini tamamlamalıdır. Yaşam uyumunu üslubuna mutlaka dâhil etmelidir. Zira düşünce ve bilinç kadar mücadele üslubu da önemlidir. Yani sadece iyi niyetle devrimci, toplumsal ve özgürlük çalışmalarına gidemeyiz. Derler ya; cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Kararsız kalmamız ve fikir ve bilinç geliştirmememiz için bir bahane olamaz. Burada ideolojik mücadelenin üslubu ve önemi için yaratıcı tedbirlere ihtiyaç vardır. İşte bunlar; İnsan bir varlık olarak evrenin özelliklerini taşıyorsa, o zaman tanımı da bu bağlamda olmalıdır. Yani insan evrensel bir varlıktır ve bu bağlamda tanımlanmalıdır. Önder Apo şöyle demiştir; “İnsan en küçük evrendir.” Yine, insanın bu özelliğe sahip bir toplumu ve kültürü vardır. O halde kişiyi toplumundan ve kültüründen hiçbir şekilde ayıramayız. Çünkü toplum, ahlakı ve siyasetiyle bir bütün haline gelir. Ahlak ve siyasetin olmadığı bir toplumda düşünmek, bireylerin ahlak ve siyasetini belirler. İdeolojiyi bu noktalardan ayıramayız. O halde niyetlerimizin iyi olduğunu söyleme hakkımız yoktur. Eğer ritüellerimiz bu özelliklere sahipse, düşünce ve fikirlerimizin de bu bağlamda düzenlenmesi ve bir ölçüye bağlanması gerekir. Burada ölçü, esas ve temel noktadır. Kurallar ve ölçüler olduğu sürece, onlar ne kadar hayatiyse, o kadar bilinç ve hakikate dönüşürler! Bu nedenle sosyalizme güveniyoruz ve "sosyalizmde ısrar etmek, insan olmakta ısrar etmektir" diyoruz.
Önder APO'nun dediği gibi; "Düşüncelerinde bizimle olmayan, pratiklerinde de bizimle değildir". Düşünce mücadelesinin önemi kendi içinde bu kadar anlamlıysa, o zaman kendimizi her yönden netleştirmemiz gerekir. Ve buna göre ideoloji ve bilinç mücadelesini yürütmeliyiz. Çünkü ideoloji, her çağda tüm toplumsal hareketlerin temeli olmuştur. Aynı ölçüde toplum dışı çevrelerin ve toplum karşıtlarının da güç kaynağı olmuştur. Egemen medeniyetin tarihine dikkat edersek, bu temel üzerinde örgütlenmiş, tüm kurum ve kuruluşları ideolojik olarak örgütlenmiştir. Bu yüzden bugünlere gelmiştir. Ayrıca inanç ve kültür hareketleri ideolojik açıdan çok güçlüdür. Bu yüzden binlerce yıldır ve günümüze kadar belirleyici bir etkiye sahip olmuşlardır. Hem kültürel hem de dini hareketler devrimci yönleriyle daha güçlüdür. Ancak aynı zamanda bilinç ve ideolojiyle de yüklüdürler. Ayrıca, her zaman kendi yaşam ve yaşama biçimlerinin arayışı içindedirler. Ancak buna ne kadar karşılık verdikleri tartışma konusudur.
Günümüzde, Peygamber dinlerinden çok eski tarihlere dayanan kültürel hareketlere kadar, hâlâ onların temelleri üzerinde düşünüyor ve hareket ediyorsak, bu onların ideolojik yönleri ve bu doğrultudaki mücadelelerinden kaynaklanmaktadır. Bu, üzerimizde bıraktıkları etkilerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, kendimizi toplumun sorunlarının çözüm gücü olarak görüyorsak, ideolojik mücadeleyi hiçbir şekilde göz ardı etmemeliyiz. Bu noktada, her zaman onun hareketinin ve hareket halinde olmamız gerekir. Bunu ısrarla ve sürekli olarak sürdürmeliyiz. Burada başarıya ulaşırsak, hayattaki hedeflerimize mutlaka cevap verilecektir.
Ayrıca, hayatın tüm yönlerinin, adımlarımızın, nefeslerimizin, yememizin, içmemizin vb. ideolojik mücadeledeki pozisyonlarımızla bağlantılı olduğunu asla unutmamalıyız. Burada belirleyici olan, bu konudaki tarzımızdır. Buradan başarı bekliyor ve bunun için mücadele edip ağır bedeller ödüyorsak, ideolojik mücadele açısından onun ve kendi tarzımıza özel bir önem vermeliyiz. Kurumlarını ve kuruluşlarını onun fikirlerine, bilincine göre örgütlemeliyiz. Bunu kendi kişiliğimizde hayata geçirmeliyiz. Aksi takdirde, geliştirdiği fikir ve düşünceleri hiçbir şekilde hayata geçiremeyiz. Bu nedenle, başarıyı getiren asıl tarzın, toplum temelinde örgütlenmiş ve ona dayanan yaratıcı tarz olduğunu asla unutmamalıyız. Bu, ancak gerçek ve ısrarlı bir ideolojik mücadeleyle başarılabilir.
Apoculuk, bu konudaki ısrarı ve sürekliliğiyle bilinen ideolojik ve toplumsal bir harekettir. Elli iki yıldır ısrarla başarıya ulaşıyorsa ve her geçen gün bunu başarıyla taçlandırıyorsa, bu ideolojik meşruiyetinden ve doğruluğundan gelir. Yaratıcı tarzından gelir. Değişim ve dönüşüme öncülük etmesinden gelir.


