Her canlının, üç tane temel gereksinimi vardır. Bu, beslenme, korunma ve üremedir. Hatta cansızların bile kendini koruma sistemleri vardır. Bir atomu bile incelediğinizde böyle bir özelliği olduğunu göreceksiniz.

Hep Gül örneğini veriyorum. Gül, kendini korumak için dikenleniyor. Dikenleri olmadan gül olmaz. Bu nedenle yine söylüyorum. Mutlaka koruma olmak zorunda. Her canlının beslenmeye, korunmaya ve üremeye ihtiyacı vardır. Bu, bilimsel bir durumdur, bilim de böyle diyor. Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar. Burada soykırım tüm soykırım çeşitlerini kapsar. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz. Demokratik temelde, yasal zeminde çalışmalarınızı yürütün, öz savunmayı da her alanda kurun. İşin özü şu; biz kapitalist moderniteyi yaşamadan Demokratik Moderniteyi kuruyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz. Öz savunma çalışmalarına da hız kazandırılmalıdır. Kırsalda-köyde kendini koruyabilirsin ama şehirlerde nasıl koruyacaksın! Türkiye'de hastalıklı bir aydın anlayışı var. Bu 12 Eylül'ün, 12 Eylül faşizminin getirdiği sorunlu bir aydın anlayışı var, bu anlayış kanser gibidir. Aydınların bundan kendilerini uzak tutmaları gerekir. Biz kendi çocuklarımıza kendi dilimizi öğretemeyeceksek, kendi kültürümüzü yaşatamayacaksak yaşamın bir anlamı var mıdır Kürtler için? Bu bizim varlığımızla ilgili bir sorundur.  Dilimiz onurumuzdur, varlık nedenimizdir. Önce varlığını koruma sonra özgürlük mücadelesi gelir. Bu, varlık sorunu çözülmeden özgürlük sorunu başta olmak üzere diğer sorunlara eğilemezsin. Ben bu yüzden tehlike büyüktür diyorum. Öz savunmadan kastım da budur. Halkımız da kendi öz savunma yöntemini geliştirmelidir. Öz savunma sadece gerillayla sınırlı olmamalıdır, sadece gerillayla sınırlı olan bir öz savunma anlayışı da yetersizdir. Dolayısıyla önemli olan ve kalıcı olan halkın kendi demokratik meşru öz savunma kanallarını-örgütlülüklerini oluşturmasıdır. Biz varlığımızı korumak zorundayız. Biz her zaman ve her koşulda varlığımızı korumayı esas alacağız. Kaldı ki öz savunma hakkı anayasal, evrensel bir haktır. Öz savunma tek başına silahlı savunmayı ifade etmez, bizim geliştirmek istediğimiz öz savunma, yasal, demokratik meşru yollarla demokratik muhalefet yoluyla varlığımızı korumaktır. Bizim öz savunma anlayışımız bölünmeyi değil, tam tersine anayasal-yasal haklar temelinde demokratik muhalefet hakkını kullanarak Türkiye ile demokratik bütünleşmeyi sağlayan bir anlayıştır. Yani öz savunma anlayışımız bölünmeyi değil demokratik temelde birleşmeyi ifade eder. Yasal demokratik yollarla özgür yurttaşlar olarak varlığımızı koruma-savunma hakkımız vardır. Kürtlerin demokratik muhalefet hakkı kısıtlanmamalıdır. Öz savunma uluslararası evrensel bir haktır, herkes, her topluluk için kullanılabilir. En demokratik toplumların bile kendisini savunmaya ihtiyacı vardır. Bu silah demek değildir. Demokratik anayasal çözüm gelişmezse halkın direnme hakkı vardır. Direnme hakkı meşru ve anayasal bir haktır. Ben halkın direnme hakkını kullanmasının önüne geçemem. Kimse halkın meşru direnme hakkını elinden alamaz. Toplumsal bilimin açığa çıkmış hakikatlerinden birisi toplumun tarihselliğidir. Ulus-devlet, toplumsal tarih yerine bir burjuva iktidar elitinin mitik inşasını tarih olarak sunar. Çok eleştirdiği mitolojik ve dinsel tarihten daha çok hakikatin dışına çıktığının farkında bile değildir. Avrupa sosyal bilimi resmi ideoloji haline geldikçe, en gerici mitolojik ifade haline gelir. Tüm bilimsel ideasına rağmen metafiziktir. İyi bir metafizik de değildir. Sanatın yaşadığı biliminkinden farklı değildir. Kapitalizme ilâve birer sermaye alanı haline gelmişlerdir. Bilim ve sanat metalaştıkça hakikat değerini yitirirler. Hakikat bilimi olarak felsefenin tasfiyesi ve önemini yitirişi, toplumun yaşadığı maddî, fizikî soy kırımlar kadar felâkete yol açar. Felsefesiz toplum hakikatle bağını yitiren toplumdur. Bu ise toplumun sadece bir nesneler yığını haline gelmesi demektir. Nesne toplum ise tüm savunma yeteneklerini yitirmiş, her tür sömürüye açılmış yığın, malzeme demektir. Toplumun öz savunmasını yitirmesi kadar büyük bir felâket düşünülemez. Ulus-devlet, toplumu öz savunmasız bırakmakla toplumsal sorunun en büyük etkenlerinden birini oluşturur. Mevcut endüstriyalist kentleri doyurmak için gezegenimizin ve insan toplumunun yetmez duruma geldiği daha şimdiden açığa çıkmıştır. Sadece toplumsal sorunları değil, toplumun kendisini ve çevreyi kurtarmak için endüstriyalizme, ardındaki kapitalizme ve ulus-devlete karşı topyekûn öz savunmalara ihtiyaç vardır. Toplum kendini sürdürmesi için gerekli olan ahlaki ve politik kurumlarını oluşturup çalıştıramaz ve işlevsel kılamaz duruma düşünce baskı ve sömürü cenderesine alınmış demektir. Bu durum ‘savaş hali’dir. Tarihi uygarlıkların topluma karşı ‘savaş hali’ olarak tanımlamak da mümkündür. Ahlâk ve politika işlev görmediğinde toplumun yapabileceği tek iş kalmıştır: Öz savunma. Savaş hali barışın olmaması halidir. Dolayısıyla barış ancak öz savunma temelinde anlam kazanabilir. Öz savunması olmayan barış teslimiyetin ve köleliğin ifadesi olabilir. Liberalizmin günümüzde halklara, toplumlara dayattığı öz savunmasız barış, hele hele demokratik istikrar ve uzlaşı denen oyun tek taraflı, gırtlağına kadar silahlı güç ile yürütülen burjuva sınıf egemenliğinin örtbas edilmesi halinden, savaş halinin örtülü yürütülmesinden başka bir anlam taşımaz. Öz savunmasız bir barışı gerçek barış gibi göstermek ideolojik sermaye hegemonyasının en büyük çabası olarak karşımıza çıkar. Tarihte ise daha değişik biçimde ‘kutsallaştırılmış kavramlar’ la kendini ifade eder. Dinler bu yönlü kavramlarla yüklüdür. Özellikle uygarlaştırılmış dinler böyledir. Barışın gerçekleştirilmesi ancak toplumların öz savunması işler halde olursa, dolayısıyla ahlaki ve politik toplum karakteri korunur ve sağlama alınırsa gerçek anlamına kavuşabilir. Öz savunma ahlaki ve politik toplumun güvenlik politikasıdır. Daha doğrusu, kendini savunamayan toplumun ahlaki ve politik vasfı anlamını kaybeder. Toplum böyle bir durumda ya sömürgeleşmiştir, eriyip çürümektedir, ya da direniştedir, ahlaki ve politik vasfını yeniden kazanmak ve işlerliğe kavuşturmak istemektedir. Öz savunma bu sürecin adıdır. Kendisi olmakta ısrar eden, sömürgeleşme ve her türlü tek taraflı bağımlılık dayatmalarını reddeden toplum bu tutumunu ancak öz savunma olanakları ve kurumlarıyla geliştirebilir. Öz savunma sadece dıştan gelen tehlikelere karşı oluşmaz. Toplumun iç yapılanmalarında da çelişki ve gerginliklerin yaşanması her zaman mümkündür. Unutmamak gerekir ki, tarihsel-toplumlar uzun süredir sınıflı ve iktidarlı olup, bu özelliklerini daha uzun süre korumak isteyeceklerdir. Bu güçler varlıklarını korumak için tüm güçleriyle direneceklerdir. Dolayısıyla öz savunma yaygın bir toplumsal talep olarak uzun süre toplumun gündeminde önemli bir yer tutacaktır. Karar gücü öz savunma gücüyle pekişmeden kolay yürürlüğe konulamaz. Kaldı ki, günümüzde toplumun sadece dışından değil içinden de tüm gözeneklerine kadar sızan bir iktidar gerçeği karşısındayız. Toplumun uygun tüm gözeneklerinde birbirine benzer öz savunma grupları oluşturması hayatidir. Öz savunmasız toplumlar sermaye ve iktidar tekellerince teslim alınmış ve sömürgeleştirilmiş toplumlardır. Tarih boyunca klandan kabile ve aşiretlere, kavim ve uluslardan dinsel cemaatlere, köyden kentlere kadar her toplum biriminin daima bir öz savunma sorunu olmuştur. Sermaye ve iktidar tekeli av peşindeki kurt saldırganlığındadır; öz savunmadan yoksun olanları hep koyun sürüleri gibi darmadağın edip istediği kadar ele geçirmiştir. Demokratik toplum olmada ve varlığını sürdürmede en az sermaye ve iktidar tekellerinin saldırılarını ve sömürülerini sınırlandıracak ölçüde öz savunma yapılanmasını ve eylemliliğini oluşturup hazır, işler halde tutmak şarttır. Uzun süre sermaye ve iktidar aygıtlarıyla iç içe yaşanacağına göre, iki yanlışa düşmemek önemlidir: Birinci yanlış, ciğeri kediye emanet etmek gibi kendi öz güvenliğini tekelci düzene teslim etmektir. Bunun yıkıcı sonuçları binlerce örnekle ortaya çıkmıştır. İkinci yanlış, devlete karşı hemen devlet gibi olmak parolasıyla iktidar aygıtı olmaya çalışmaktır. Reel sosyalizm deneyimleri bu konuda yeterince aydınlatıcıdır. Dolayısıyla anlamlı, işlerliği olan bir öz savunma demokratik uygarlığın tarihte, günümüzde ve gelecekte de göz ardı edemeyeceği bir unsuru olmaya devam edecektir. Şüphesiz demokratik uygarlığın unsurlarını daha da çoğaltıp açıklamak mümkündür. Ama konunun anlaşılabilmesi ve öneminin kavranması açısından bu sunumun yeterli olduğu kanısındayım.