Çok dua ederdik eskiden, kimsenin elimizden alamayacağı ve kimsenin onlardan dolayı hesap vermek zorunda olmadığı tek şeydi dua.

Kimsenin üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunamayacağı. Dua ettiğim tanrıların bizlere kulak vermediğini anladığımda içimdeki tüm tanrılar öldü sanmıştım. Bu katliamın ardından nasıl yaşayabilirim diyordum o zamanlar. Meğer öyle değilmişim, öldürmemişim tanrıları. Tanrılarımı daha da dokunulmaz kılmışım meğer. Bilinen tanrıları fırlatıp yüreğimin uçurumlarından, atmışım ötelere. Yerine yoldaşlarımı koymuşum, yaratmaya can adadığım yeni beni koymuşum.  En tanrısız zamanların bile bir tanrısı olduğunu görmüşüm bir kez daha. Kutsal bir ayin tadında bilmişim bu gerçeği.

Her biri bir vahiy değerindeki sözlerini, bakışlarını ve anlamlarını duyumsamışım yol arkadaşlarımın. Bir özgürlük rüzgârı gibi nefes alışverişlerini kendi ciğerlerimde duymuş, damarlarımda gezdirmişim. Çağırdığım zaman beni duyup duymadığına emin olmadığım ve yüreğime dokunamayan tanrılara neden inanacakmışım? Yalnızlıktan kurtulmayı ve tanrılarla birlikte bir yalnızlığı yaşamayı özlediğimde niye onları anacakmışım? Şimdi yüreğimdeki tanrılarla birlikte olabiliyorum özlediğim zamanlarda. Tapmıyorum onlara, inanıyorum. Tanrısallıkları öldürmenin öyle kolay olmadığını anlıyorum yüreğimin haritasına baktıkça.

Ben birlikteliklerde bambaşka bir varoluş seziyorum. Diyorum ki arkadaşlarımla birlikte iken oksijen bile bir başka oluyor. İçim içime sığmıyor. Yürekte buluşmalar çoğaldığında, evreni içinde hissettiğinde ve varlığın bütünü sende ifade bulmak istediğinde sığmaz tabi içi içine insanın. Bir küçücük hacim sahibi, nihayetinde sığdıramaz o hacime tüm evreni. O zaman kendinden öte bir oluş beliriyor. Her şey benimle oluyor. Her şeyi yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Tüm evreni… varlığın bütünü sığmaz tabi içine hiç kimsenin. Ama o sığmayışı hissetmek bile yeter…

Yol arkadaşlığı işte buna benzer. Tüm benliğinle duyumsadığın an içi içine sığmaz insanın. Yol arkadaşlığı, hakikate ulaşma arzusu, çabası ve sevincini paylaşma ortaklığıdır. Yolu paylaşan birçok arkadaş yanında, bunların yanında yolu güzelleştiren anlamı derinleştiren ve yolcuları tüm hüzünlerine rağmen sevdiren, cazip kılan ve çoğunda içindeyken dahi özleten yol ehlileri, aşk ehlileri vardır. Ehl-i yol, ehl-i aşk, ehl-i yürek olmaya aday olur kişi zamanın böyle kesitlerinde. Yol ve yürek ehilleri bulundukları zamana kendilerinden anlam katarlar, bu nedenle kişi tanımasa da bilir, hemen bulup tanır onları. Aşkla, özgürlük heyecanıyla bakınır etrafına onları görebilmek için.

Vakitlerden böyle bir vakitti. Her adımda toprağı hissetmenin yüreğimi kıpırdaştırdığı bir zaman aralığı. Her adımda bedenimdeki devinimi hücre hücre hissediyor ve bu devinimin toprakla, rüzgarla ve birlikte yürüdüğüm yoldaşlarımla olmanın kıvancıyla yüreğime özgür bir çoğalış hissi yüklediğini duyumsuyordum. Tempo vardı ve temponun ritmi hep aynı olmasa da soluk soluğa adımlarla alnımızdan süzülen ter damlaları ve ilerledikçe karanlığı yenen gözlerle birleşiyordu. Hakikat yolunda yürüyenlerin yürek ateşi devinimle birleşerek bedende bir susuzluk yaratıyordu. Susuzluk hissine dönüşüp yürüyüşlerde kol kola ilerliyordu yol ehlileriyle. Su ile ilişki suyun olmadığı anlarda daha bir derinleşiyordu. Akan sular gibi damlıyordu adımları gerillanın. Zamana akıyordu her bir damlası. Kiminde şelaleler coşkunluğunda, kiminde eriyen karları kucaklayarak hırçın akan ırmaklar misali.

  Gecenin ortasına düşen ay parıltısıydı gerilla. Gecenin tam ortasında zifiri karanlığın kalbinde bir gerilla. Evreni adımlıyor kendi zamanında. Serin bir esinti terli yüzünü okşayıp geçiyor arada bir. Gecenin karanlığı korkutmuyor böyle zamanlarda. Aksine gözlerin dinlendiği, rahatladığı, ışıkla birlikte olan gözlerin görevini ayakların üstlendiği saatler o saatler. Çünkü gece yürüyüşlerinde bastığı yeri görerek atmıyor adımlarını. Hissederek adımını atıyor, toprağı ve taşları duyumsayarak ilerliyor. Kendi zamanına toplanmış tüm yorgunluğunun her adımda duyduğu esintiyle hafifleyişi karşılıklı, samimi bir ilişkiyi anlatıyor doğayla. Yorgunlukları bir nebze gideriyor alnına değen rüzgâr. Sebebi yol ehlilerinin ortak yaşam algıları… Sebebi uzaklardaki yol arkadaşlarının sözlerinin rüzgâra tutunmuş olmasıdır. Sebebi sözcüklerin sinesine yerleşmiş anlamların rüzgârın kollarına takılıp dağları ve denizleri aşması, ırmaklarda, zozan rüzgarlarında yıkana yıkana gelip onun zamanındaki bir rüzgârda konaklamasıdır. Sebebi gözden kendini gizleyenlerin varlığının görülenlerden daha yakıcı anlamları doğurmasıdır. Sebebi uzakları aşma isteminin rüzgarla paylaşılmasıdır. Sebebi yürek masalı bir yol arkadaşlarına, bir de rüzgâra anlatabilmektir. İnsanlara yönelen sevgiyi doğaya yönelen sevgiden üstün tutmak değil, ama insanlara yönelen sevgiyi en güzel anlatma yönteminin doğa sevgisi ile bütünleştirmek olduğu gerçeği hep çıkıyor karşımıza. Yüreğimize ayna oluyor doğa, ilham veriyor. Doğa ile olan kardeşlik bağları, toprakla, rüzgarla, suyla ve ateşle sınırsız arkadaşlık, süreğen bir beraberlik ve doğayla aracısız ilişkilenme gerillaya yeni bir dil kazandırıyor. Yolu, yol arkadaşlarını, yolun güzelliklerini özlemleri, amaçları hakikati anlatmada bir insan, bir de doğanın kararlı ev sahipliğini buluyoruz yüreğimizin ifade hazinesinde.

Biraz da alışkanlık oluyor. Bir dağ yamacına dursak, yamacına tutunduğumuz yürekler geliveriyor aklımıza. Bir ırmaktan geçmeye adım atsak yüreğimizin ırmak akışlarını anımsamadan geçmeyi kendimize yönelen bir eksiltme sayıyoruz. Bir ateşin kızıllığını görsek yüreğimizde tutuşan özgürlük yangınını hatırlamadan geçemiyoruz. Bazen yol arkadaşlarımızdan bize pek fazla somut bir şey kalmıyor. Elle tutacağımız bir şey olmuyor bazen. Ama yol arkadaşlığının hakikati öyle ki, elle tutulacak bir şey olmadığında yürekle tutunacak damarları öyle güçlü oluşturuyor ki. Kiminde bir fotoğraf ya da birkaç satıra süzülmüş bir yürek izdüşümü büyüyor ve kişinin hakikatini oluşturanın arkadaşları olduğunu her an vurgularcasına baki oluyor.